26 Şubat 2010 Cuma

güzel gel beri


güzel gel beri gel beri
gir gönüle nazar eyle
görür göz işitir kulak
söyler dile nazar eyle

nazar eyle nazar eyle
adulardan hezar eyle
gel gir gönlümün şehrine
aç dükkanı pazar eyle

baştır gövdeyi götüren
ayak menzile yetiren
türlü marifet bitiren
iki ele nazar eyle

hatayi'm der ki ya gani
veren alır tatlı canı
evvel kendi kendin tanı
sonra ele nazar eyle

adu:düşman
hezar:bülbül
(hatayi mahlaslı türkünün kaynak kişisi olarak aşık daimi gösterilmektedir.)


Hakan Karabulut


22 Şubat 2010 Pazartesi

ELMAS-KURŞUN


Birçoğunuz elmasın dünyanın en sert maddesi olduğunu duymuşsunuzdur. Ateş, demir, basınç gibi unsurlar bu maddeyi etkilemiyor. İlginç olan bu maddenin şekillendirilmesinde oldukça yumuşak bir elementin kullanılıyor olması. Yani kurşun. Tüm bunları neden yazdım. Bursalı Beliğ'in bir beytinde şairin bu ilişkiyi muhteşem bir şekilde kullandığını görüyoruz. Şöyle:

Kalb-i sengine kelam-ı nerm eder elbet eser
Kıt'a-i elmas la-büd hakk olur kurşun ile


** Yumuşak sözler, taş gibi katı kalplere bile tesir eder. Nitekim elmas kütlesi de ancak kurşun ile yontulmaz mı?

Kaynak: İskender PALA, Aşina Güzeller

16 Şubat 2010 Salı

Gönül mutfağından bir tarif: Sevmek


Ört pas edilenler

Bir bekleyenin yanına,

Bir de beklenilen koyuyor.

Nasıl anlatsam,

Şimdi şuradan,

İnanmanın eşiğine varmadan,

Aşk’a gelmeden,

Biraz önce.


Biraz senden,

Biraz da benden yana,
olan.


Hakan Karabulut

14 Şubat 2010 Pazar

PAMUK İPLİKLERİ İLE BAĞLIYIZ YAŞAMA


Hiç ölmeyeceksiniz değil mi? Hiçbir zaman gerçekleşmeyecek bu. Hepimizde aynı duygu mevcut biliyorum. Keza tersi düşünülemezdi sanırım. Tersi olsaydı insanların büyük bir bölümü psikolojik rahatsızlıklarla mücadele ediyor olurlardı.

İki gün önce trafik kazası geçirdim. Başıma gelen ilk kazaydı bu. Deprem ölçeğiyle anlatmaya çalışsam 5.5 şiddetinde bir kazaydı sanırım. Öleni olmayan bir kaza. Yaralısı boldu gerçi.

Pisem pisem yağan yağmurun altında evime sakin sakin dönerken aklımda yarın sabahın köründe kalkıp işe gideceğimin sıkıntısı vardı. En tehlikeli anlarıydı trafiğin yerler jilet gibi derler ya aynen öyleydi. Gerçi trafik sakindi, bir yandan müzik dinliyordum. Önce acı bir fren sesi duyduğumu hatırlıyorum. Ne olduğunu anlayamadan arabamın sağ arka tarafından bir araba arabama vurarak park halindeki bir aracın içine adeta girdi. Ağzımdan herhangi bir şey çıkmadı. Sadece şaşkınlıkla "Off" dedim. Doğruyu söylemek gerekirse korkmuştum. Önümdeki aracın bağaj kısmı adeta koltuklarla birleşmişti. Hemen dikizden bakıp arkamı kontrol ettim. 4'lüleri yaktım. Allah'tan başka bir araç gelmiyordu arkamdan. Kafamı çevirip arkama baktığımda başka kötü bir manzarayla karşılaştım. Arkadaki aracın adeta ön kısmı yoktu. Motorun bulunduğu kısım parçalanmıştı. Aracın içinde insanlar vardı. 4 kişiydiler. Direksiyondaki kapıyı açmaya çalışıyordu. Ne yapacağımı bilemedim haliyle. Emniyet kemerimi çözdüm. Dışarı çıktım. Korkmuştum ancak soğukkanlı davranıyordum. Yaralananlara doğru hareket ettim. Dışarı çıktığımda yolun kenarındaki apartmanların birinde balkondan küfürler saydıran bir amca var olan gürültüye gürültü katıyordu. Arkadaki araçta bulunanlara saydırıyordu. Bu kadar hız yapılır mı vb. diyerek. Anladığım kadarıyla alkollüydüler ve aşırı hız hem onları hem de biz masumları ölümün ucuna kadar getirmişti. Anlayacağınız zoraki bir toplantıya davet edilmiş neredeyse de toplantıya katılmış bulunuyordum. Neyse ki ölen olmadı. Öndeki araçta bulunanlar ve arkadakindeki yararlılar çok kısa süre içinde hastaneye kaldırıldılar.

Eve dönerken, hayatın ne kadar da ince bir pamuk ipliğine bağlı olduğunu anladım. Lafla olmuyor sanırım bu tip şeyler. Bizzat yaşamak gerekiyor.

13 Şubat 2010 Cumartesi

Gölge


Benim bir canla sevip
bin özlemle andığım,
Bari gölgeni bırak bana
Su çiçeklerinin en güzel yanları
budur,
Giderken gölgelerini verirler suya.

Güz akşamları dal kıpırdamazken,
Suda halkalanan gözleridir
Sen de gölgeni bırak bana.
Gönlümün bin güzelliğiyle inanıp
sevdiğim,
Güzelliğini burada ince ince aratma.
Bir kıyıya, bir gün inen fırtına gibi
Birdenbire bir şeyler bırak.
Birşeyleri soğut,
birşeyleri yak,
Dağıt birşeyleri,
birşeyleri kur.

Kendini hiç yokmuşsun gibi aratma.

Afşar Timuçin

2 Şubat 2010 Salı

" ERKEN BİR VAROLUŞÇU: AHMET HAMDİ TANPINAR"


Eserlerinde zaman var, kültür var, Doğu-Batı var, sürrealizm, psikolojik tahliller var. Ama aşk anlayışı kesinlikle varoluşçu. Huzur romanında Mümtaz'ın Nuran'a olan aşkı kendini eksik hisseden bir ruhun, kendini tamamlama çabası. Kadına kadar kültürde arıyor kurtuluşu. İstanbul'a, camilere, sokaklara, denize, eski müziğe ve şiire aşık ama eksiklik hissinden kurtulamıyor bir türlü. Biraz doğada kaybediyor kendini. Nereden geldiğini bilmeyen bir ruh suyun sesinde buluyor huzuru. Bunun dışında ıstırap ve kederli bir hava var yaşantısında. Nuran ile değişiyor her şey. Kadın vücudu ve ruhani bütünlük duygusu: " Bu evrende tekiz, bütünüz." Sözlerini söyletiyor Mümtaz'a. Ayrılık düşüncesi olmasa da hazırlıyor kendini arka planda ve ayrılıyorlar... Herkes ayrılmaz tabii ama ne yazık ki bir ve bütün olma hali azalır ve bir şeylerin eksik olduğu hissi yine yakalar insanı. Satre'ninkine değil, A.Camus'unkine benzer varoluşçuluğu. İsyan değil, hüzündür Tanpınar. Varoluş özden öncedir ve öz kendinden öncesini özler. Doğa ve aşk bu özleyişi bir an için sustursa da eksikliği yok edemez. Satre için bu kaçınılmazdır. Camus, insanların dayanışmacı bir toplum kurarak acıyı azaltabileceklerini söyler. Tanpınar, bilinmezden bir korku duysa da tasavvuf vardır onda, Şeyh Galip vardır. Hayatta hüzün olsa da ölümün ürkütücülüğünün ardında sevgiliye kavuşma vardır.

Kültür, doğa, aşk: Her şeyin özünde aynı gizemi görmekle, hepsinin aynı resmin parçaları olduğunu fark etmekle şölene dönüşmektedir. Tanpınar, hayat ve ölüm unsurlarında edindiği hüznü evrenin ve kültürün devamlılığı fikriyle ve her şeyin bir ve bütün olduğu fikriyle zevke ve umuda dönüştürmektedir.

İşin özü de budur. Batılı, varoluşçu romancıların eserlerinde bizleri kaplayan karamsarlık tıpkı bir İstanbul sabahı güneşin camiler,sokaklar,balıkçılar,deniz üzerinde doğması gibi Tanpınar'da şehrin üzerine doğan küçük bir umut ışığına dönüşmektedir.

"ZAMAN,GELENEK ve ÖZGÜRLEŞMEK"



Bütün evren birdir... Oysa insanlık Doğu ve Batı dünyası olarak ikiye ayrılmış. İki dünyayı birleştirenler de olmuş tabii... Onlarınki devletleri değil dünyayı birleştirmek. Roma,Osmanlı... Doğu demek zamansızlık demek Allah'ın yarattığı evrende sonsuzu yaşamak. Zaman mefhumu biraz müslümanlıkta var. Beş vakit Allah'a ibadet için, sonra yine zamansızlığı yaşar doğulu. Hareketsiz bir dünyadır. Evrenle uyumlu bir sessizlik. Batılı tembel der. Evet Batı'nın zamanı vardır. Hayat zamanlara bölünmüştür. Batılı zamanın kölesi ve kendine hayran. Fil dişinden kuleler yapmış. Doğa, evren, Allah bu dünyaya uzak kelimeler. Varsa teknoloji, çalışma, insan... Yani madde ve boşluğu doldurmak için sınırsız eğlence. Doğulu zamandan özgür, zamandan müreffeh ama geleneğin tutsağı, dini geleneğe karıştırmış ve yaşıyor nereden geldiğini bilmediği kurallara göre. Hazretlerin, efendilerin dünyası. Allah'a yakınlaşmak için Allah'tan uzaklaşmış. Doğulu taassup, Batılı köle... Muhafazakar kendini okur ve kendi dışından gelene yabancıdır. Batılı köksüzdür bir ağaç gibi. Zamandan önceki yaşamına yabancı. Doğulu zamandan özgür, geleneğe tutsak... Batılı, gelenekten özgür, zamana tutsak... Ve bir oluş halinde dünya. Doğu'da Batı, Batı'da Doğu doğmakta. Her gün yeni bir oluş, dönüşmek kendindeki ötekine... Ve evren ve içindekiler, ilerlemekte başı sonu "Aşk" olan bir bütünlüğe. Bütünleşmek özgürleşmektir,özgürleşmek parçadan bütüne dönmektir.

1 Şubat 2010 Pazartesi

AŞK TARİFLERİ # 1


Bu umuyorum ki arkası gelen bir yazı olacak. Öyle ki kaynak bulduğum ölçüde 2\3\4 diye devam edeceğim. Amacım Türk ve Dünya Edebiyatında aşk için nasıl tanımlamalar yapılmış. Kimler ne demiş sizlere sunmak. Haydi hayırlısı diyerek başlıyorum yazıma. İlk sözü İskender Pala'ya veriyorum:

"...Aşk dıştan bakıldığında bir deliliktir;ama içine girildiğinde akla ihtiyaç göstermez olur. İnsan aklı nötr bir varlık veya bir sıvı gibidir.İçine konulduğu kabın şeklini alır. aşk ise gönülde hissedilir. Nu bakımdan aşıkın aklı gönlünün emrine verilmiş sayılır.

...Aşk(ışk) kelimesinin sözlük anlamı "sarmaşık"tır. Bahçeye düşen sarmaşık tohumu nasıl bütün bahçeyi sarıp sarmalar, hatta dışarı taşarsa;gönle düşen aşk tohumu da bütün bedeni sarıp sarmalar, oradan etrafa yayılır. Nice fidanlar,selviler, çınarlar, sarmaşık tarafından sarılınca gitgide sarmaşık dalları arasında görünmez oluyorsa,aşk sarmaşığı da insan fidanını öyle kaplayıp görünmez eyler,yok eder. Sarmaşığın özelliği, sarıldığı ağacı içten içe kurutması, bitirmesi ağacın sonunu hazırlamasıdır. Nitekim aşk da insanı sarınca onu içten içe eritip yok eder. Dıştan görünen yalnızca aşktır ve aşık da çevresini görmez olur. Çünkü sarmaşık onu öyle bir çevrelemiştir ki dışarıda olup bitenleri ne duyar ne görür; hatta duymak da görmek de istemez..."

Simge Dergisi, "Aşk,Sarmaşık Demektir" makalesi,İskender Pala