30 Nisan 2010 Cuma

BEĞENDİĞİM DÖRTLÜKLER # 5


VEDA

Silahlara veda
Geceye rüyaya ve sana
Yalnızlığın geyik gözlü köşesinden
Düzenlerin çıkmazına

Çizdiğim resmin
Saat kulesi ağlıyor
Ağzım o çeşit yok
Şişe bu çeşit var

Sen bir gece gelsen
Güneş doğmasa
Gitmeden yine gelsen
Bu yeni geleni
Bu bize bakanı
Sana bir anlatsam
Güneş doğmasa
Sandıkların içini göstersem sana
Çizdiğim resmin
Yalnızlığın geyik gözlü köşesinde
Bir rafa koyabilsen
Olup biteni ve onları
Sabaha kadar konuşsak
O ürkek ürkek bakanı sana bir anlatsam
Ateşi karı tüfeği çeksem
Ocağa pencereye kapıya

Kemana veda

Yağmurda şeytan ve şapkası
Silahın ölümünü kutluyorum

Tren kaçırmış gibiyim

Sana veda


SEZAİ KARAKOÇ

29 Nisan 2010 Perşembe

KARA LEKE


Geçen gün İzmir'de yaşananlar hakkında yazmayı düşünmüyordum aslında. Ne de olsa bir edebiyat sitesinde cinayetin bir yeri yoktu. Ancak sonrasında düşündüm de insani duyguları olmayan, sanattan, estetikten, maneviyattan yoksun bir şekilde büyüyen insanların, onları bu tip duygulardan, olgulardan mahrum bırakan herkesin suçuydu o kan donduran cinayetler. Edebiyat maneviyatla ilgili olduğundan ilgisiz kalamazdım.

İnsanlarımızın kalplerinde hiçbir sevgi emaresi, belirtisi kalmıyor git gide. Bu söylediğim artık alışıldık söylemlerden olmaya başladı. Doğruyu söylemek gerekirse oldukça arabesk bir söylem de. Ancak ne yazık ki toplum olarak özentiliğin, yozlaşmanın sancılarını çekiyoruz yarım yüzyıldır. Yaşamlarımız o kadar çok maddiyata dayandırılıyor ki. O kadar çok maddiyata endeksli yaşıyoruz ki. Bazen sadece temel gereksinimlerini yerine getirmeye çalışan robotlar olduğumuzu düşünüyorum. Ye, iç, yat döngüsü yani. Birçoğumuzun hayatının estetikten, sanattan, sevgiden, sosyallikten kopuk oluşu belli noktalarda kangren sebebi oluyor işte. Gencecik insanların canını alabilecek, kendi hayatına kıyabilecek raddelere getiriyor bir sürü insanı bu kendi ellerimizle yarattığımız vahşi sistem.

Fazla söze gerek yok. Geçtiğimiz üç günde hayatlarını bir hiç uğruna kaybeden 3 insana da rahmet diliyorum Tanrıdan.


28 Nisan 2010 Çarşamba

İŞTE TAM BU SAATLERDE & İKİ SAKİN

İŞTE TAM BU SAATLERDE

İşte tam bu saatlerde bir yara gibidir su
Yeni deşilmiş uçlarına sokakların, küçük uçlarında.
Senin o güneş sarnıcı gözlerin
Ölüm yası içindeki bir evde
Olmaması gereken birşey gibi,kırılan bir ayna gibi.
Bu saatlerde.
Çarmıhını yanından eksik etmeyen bir İsa gibi
Merdiven taşıyan bir adam görüyoruz
Bu adamı ne kadar çok seviyorum, bu kuşu ne kadar
Sen ne seviyorsun sen zaten sevince
Alnınla ayıklarsın yeryüzünü,
Çardaklar binaların ağızlarında
Aşar gider kendi sınırlarını
Köpekler gizli bir dağı havlar.

Bunlar iyidir diyorum bunlar senden haberli,
Yoksa nerden bilecekler
Korbon sınırlarında yaşayan balıklar
Kovadan sızan hiçret gününü,
Peygamberin parmaklarına asıp paltolarını
Nasıl girecekler tanrıevine
Mucizesever müslümanlar,
Ve On Binlerin Dönüşü sırasında
Grek keçilerinin çiftleştiği
Dağ yolları neyle donacak?

Yine de sevişirken
Kullandığımız her kelime
Hırsızın devirdiği eşya.

Minibüsleri morarmış sokaklar
Buğdayın parayla değişildiği
Paranın ekmekle değişildiği
Ekmeğin tütünle değişildiği
Tütünün acıyla değişildiği
Ve artık hiçbirşeyle değişilmediği acının.
O sokaklarda.
Saatler yağmuru gösteriyor,
Bugün bu küçük salı günü
Herşeyi eksik İstanbul´un, tepedekilerden başka
Yalnız Galata
Galata
Gecenin bodrumlarında beslediği
O tükenmez paslanmaz tutkusu
Bir ağız mızıkası halinde
Denize yediriyor yavaş yavaş


Nedense söz ve müziği Yalın'a ait olan Ayşe Özyılmazel'in söylediği "İki Sakin" adlı şarkıyı dinleyince aklıma Cemal Süreya'nın bu şiiri geldi. Eşyalardan kaynaklanan bir durum olsa gerek:)




26 Nisan 2010 Pazartesi

Sosyal Sorumluluk

Bugün İzmir-Balçova'da gencecik yaşlarında hayattan koparılan iki genç kızın yasını tutmaktayım kendimce. Düşünüyorum da bunu yapan nasıl bir insan, nasıl bir soğukkanlılığa sahip. Benim anlayacağım ya da vicdan sahibi insanların anlayabileceği türden olmadığı kesin...

Cinayet işleyebilen, düşüncesizce hareket eden, başkalarına saygı duymayan, kendine saygı duymayan, çevresine karşı sevgisiz insanların çocukluktan itibaren "şefkatten yoksun" ve "eğitilmeden" büyüdüğüne inanırım. İyi bir aile ortamı ya da rahat ve huzurlu bir oyun alanı sunulmamış her çocuk ileride şiddete eğilimi muhtemel bir yetişkindir.

Aslında sosyal sorumluluk bilinciyle, "şefkate muhtaç" çocuklarımızın, gelecekte "iyi bireyler" olmalarını sağlamak biz bilinçli insanların elinde. Yeter ki geleceğimizi en yararlı şekilde planlamanın eğitim yoluyla olacağına inanalım.

Akıllıca kurgulanmış bir gelecek için yapılması gereken en mühim görevlerden biri sosyal sorumluluk projelerine destek vermektir. Yararlı gördüğünüz sosyal sorumluluk projelerine katılmaktan, maddi ya da manevi destek vermekten, arkadaşlarınızı da bu konuda yönlendirmekten kaçınmayınız.

Ben de desteklemekte fayda gördüğüm projeleri sizlere tanıtmak istedim:

Çocuklar Gülsün Diye!

Gülben Ergen'in başlattığı ve iyi yürekli insanlarla beraber yürüttüğü sosyal sorumluluk projesi, Anadolu'nun uzak şehirlerindeki köylerde okul öncesi eğitimi arttırmak adına anasınıfları kurmayı ve servis araçları almayı amaçlıyor.0-6 yaş arası çocukların okul öncesi eğitimlerine destek vererek, onların gelecekte hayal ettikleri şeyleri yaparak "mutlu" bireyler olmalarına katkıda bulunuyor.

Siz de katkıda bulunmak isterseniz:
Hesap adı: Çocuklar Gülsün Diye
Banka: Garanti Bankası
Şube Kodu:395
TL IBAN NO: TR97 0006 2000 3950 0006 2111 11
EURO IBAN NO: TR54 0006 2000 3950 0009 0111 11
DOLAR IBAN NO: TR27 0006 2000 3950 0009 0111 12

SMS göndererek, Turkcell 1234 Vodafone 2345'e ":)" veya "CGD" yazıp yollayarak 5 TL katkıda bulunabilirsiniz. Yalnızca faturalı hatlar için mümkündür.

Unicef Türkiye Milli Komitesi

Unicef Türkiye Milli Komitesi son zamanlarda "yüz yüze" bir proje gerçekleştiriyor. Yani Unicef adına çalışan gençler sizinle yüz yüze görüşerek "düzenli bağışçı" olmanızı istiyorlar.Şehrin kalabalık yerlerinde onlara rastlamanız mümkün: örneğin İstanbul Ortaköy'de, İzmir Alsancak'ta. Bu duruma şüpheci yaklaşabilirsiniz, ama buna hiç gerek yok. Çünkü Unicef insanlığın gelişmesi adına ihtiyacı olan çocuklara eğitim, sağlık, eşitlik ve koruma hizmeti sağlıyor.Daha ayrıntılı bilgiyi buradan edinebilir ve kafanızdaki soru işaretlerini giderebilirsiniz.



25 Nisan 2010 Pazar

BEĞENDİĞİM DÖRTLÜKLER # 4


DÜELLO

Bir düelloda
Daha büyük bir şey vardır
Ve daha acıdır bu
Ölümden de ölüm korkusundan da

Bakarsın dün en güvendiğin kişi
Karşı tarafın şahidi olmuş
İşte acıdır bu da
Ölümden de korkusundan da

Daha da acısı vardır ama
O da sevdiğin kadının
Karşı tarafı ziyaret etmesidir
Bu bir nezaket ziyareti de olsa
Düello gerçekleşmemiş de olsa
Acıdır bu
Ondan da ondan da

Daha da acısı
Kılıcın elinde
Alnında bir tutam güneş
Kalakalıyorsun ortada

CEMAL SÜREYA


24 Nisan 2010 Cumartesi

THE PASIFIC


The Pasific adlı diziyi merakla bekliyordum. Güzel bir dizi gerçekten. İlk üç bölümünü internetten takip ettim. Klasik II. Dünya Savaşı hikayesi. Tabii Amerikan sunumu, çarpıcı efektler vb. Buraya kadar her şey normaldi benim için. Keza Er Ryan'ı Kurtarmak filmini izleyen biri gibi dizinin sonunda yürü be Amerika, hepimiz denizcileriz falan diyerek bağırmak geliyor insanın içinden. Bu anlamda bu tarz filmlerde Amerikan sinema sektörü istediğini çok güzel sunuyor izleyiciye. Neredeyse II. Dünya Savaşında sütten çıkmış ak kaşıklar kendileri. Öyle masumlar ki.

Neyse bu duruma alışkınız. Filmin üçüncü bölümünde canımı sıkan bir şey oldu ve sizlerle paylaşmak istedim. Bu bölümde dizinin başroller oyuncusu Avustralyada bir yunan kızını seviyor. Ailesiyle tanışıyor. Ailesine burada ne işleri olduğunu soruyor. Annenin cevabı:

-Ben İzmir'liyim. 1922'de Türkler İzmir'i yakıp yıkarak bizi vatanımızdan attı. Buralara geldik.

Evet sizin için bu sahnenin linkini de veriyorum. http://www.diziizle-tr.com/the-pacific-3-bolum-izle.html imajımızı görüyor musunuz? 1922'de İzmir'i biz yakmışız! Yunan ordusu sütten çıkmış ak kaşık yani. Kararı siz verin artık

22 Nisan 2010 Perşembe

YALNIZLIKLARDAN


ve anlamı güzellik damarından yakalamak gibi
bir alışkanlığı sürdüyordu insanlar.
çiçek gibi kızlar vardı yeryüzünde bu yüzden,
çiçek gibi sofralar, evler, bahçeler, parklar
ve dudaklar vardı.

Bozkırın kendini tekrarlayan dikensi yalnızlığı bile
çiçek gibi çizilebiliyordu söz gelimi,
balıklar ve kokarcalar
ve alçak mı alçak suratlar
çiçek gibi çizilebiliyordu.

güzellik en meşru takıntıydı bir bakıma
ve nedense
çiçek denen ota takılıp kalmıştı.

oysa o yıllarda
baklan'da ve her yerde
diyelim gün ortasında
ya da gece
ya da seherde
her çiçek insandan kaçabildiği kadar çiçekti.
şarkılar ne hicazdı, ne nihavent
ve düğün bilmiyorlardı henüz,
ölüm bilmiyorlardı.
tören kelimesi sızmamıştı kokularına,
keder ve sevinç sızmamıştı.
hatta, cam dibi yalnızlıklarının
demirbaşı da değildiler.

bir yalnızlıktı onlar evcilleşmeden önce,
şimdi yapayalnızdırlar ellerimizde.

(Hasan Ali Toptaş-Yalnızlıklar)

Hakan Karabulut

21 Nisan 2010 Çarşamba

ÇATLAK TİŞÖRT


BAYANLAR İÇİN

Adını beğenmesem de uzun süredir yapılan bir yarışma olduğundan katılımcı oluyorum "tiffany"nin ÇATLAK TİŞÖRT yarışmasına. Bu yıl da yılmadım, eski ve yeni çalışmalarımı tiffaniye gönderdim. Aralarından en beğendiğimse İZMİR tişörtüm. MAVİ jeansın İSTANBUL serisini bilirsiniz. Aslında beğeniyorum o seriyi ancak güzel İZMİRime neden böyle bir seri yapılmaz anlamıyorum. Valla artık yapsalar da yapmasalar da ben bu tişörtü bu yaz bastırıyorum ve çıkıyorum sokaklara:))




ERKEKLER İÇİN



tasarım tutkunlarına duyurulur:http://www.catlaktshirt.com/

BEĞENDİĞİM EZGİLER # 1


Yaşar - İltifat Et

İltifat et bana
Çocuklar gibi sevindir
Yarısı benimse bu günahın
Yarısı da senindir
Zaman zaman acılardan
Bir yol geçer acıtmadan
Sen aslolan sevgimizden bahset
Terketmiyor biliyorsun seni de beni de
Tutulduğumuz bu sevda kömür renginde
Esmiyorsun kaç zamandır sevdam göğüme
Bulutları ezberledim
Terketmiyor biliyorsun seni de beni de
Tutulduğumuz bu sevda kömür renginde
Söyletmiyor serbelam son sevim dilime
O diyorum esti diyor geçti diyor

Söz & Müzik : Yaşar Günaçgün
Düzenleme : Murat Yeter
Elektro, akustik gitar : Can Şengün
Ud : Hüseyin Bitmez
Kemanlar : Yaşar Okyay, Kadir Okyay, İsmet Okyay, Fahri Ünlüce
Viola : Tarkan Bergamalı
Çello: Timur Atasever
Vokal : Onur Mete


http://www.muzik23.net/5383/Yasar--Iltifat-Et

yaşar şarkısı olsa da onur mete'den dinlemeyi daha çok seviyorum. harika bir parça...

20 Nisan 2010 Salı

BEĞENDİĞİM DÖRTLÜKLER # 3


SEN BENİM HİÇBİR ŞEYİMSİN

Sen benim hiçbir şeyimsin
Yazdıklarımdan çok daha az
Hiç kimse misin bilmem ki nesin
Lüzumundan fazla beyaz
Sen benim hiçbir şeyimsin
Varlığın yokluğun anlaşılmaz

Galiba eski liman üzerindesin
Nasıl karanlığıma bir yıldız olmak
Dudaklarınla cama çizdiğin
En fazla sonbahar otellerinde
Üniversiteli bir kız uykusu bulmak
Yalnızlığı öldüresiye çirkin
Sabaha karşı öldüresiye korkak
Kulağı çabucak telefon zillerinde

Sen benim hiçbir şeyimsin
Hiçbir sevişmek yaşamışlığım
Henüz boş bir roman sahifesinde
Hiç kimse misin bilmem ki nesin
Ne çok çığlıkların silemediği
Zaten yok bir tren penceresinde

Sen benim hiçbir şeyimsin
Yabancı bir şarkı gibi yarım
Yağmurlu bir ağaç gibi ıslak
Hiç kimse misin bilmem ki nesin
Uykumun arasında çağırdığım
Çocukluk sesimle ağlayarak

Sen benim hiçbir şeyimsin

ATTİLA İLHAN

16 Nisan 2010 Cuma

TÜRK OMAK # 2


Dün Ahmet Altan'ın bir denemesini yayımlamıştım buradan. Katıldığım ve katılmadığım yönlerini belirtmiştim. Aynı konu ile ilgili farklı bir bakış açısını video haline getirmişler. Bilenler bilir. Evet, bu çelişki işte tam burada. Ben dünkü yazının birçok yerine katıldığım gibi bu videonun da tamamına katılıyorum.

TÜRK OLMAK # 1


Geçenlerde bir kitapçıda 3 TL'lik kampanyalı kitaplar arasında buldum Ahmet Altan'ın "Ve Kırar Göğsüne Bastırırken" adlı denemesini. Ahmet Altan'ı pek sevmem. Ama deneme okumaktan büyük keyif alırım. İnsanların düşüncelerini özgürce yazmaları, ve bunları okumak beni keyiflendirir. Bu kitabında Türk Olmak diye bir deneme yazmış Altan. Yazının büyük bölümüne katıldım. İçim acıdı, üzüldüm,hak etmiyoruz dedim ama katıldım. Katılmadıklarımıysa kalın yazdım. Sizlerin de düşüncelerinizi bekliyorum.

"Dünya'nın, en tehlikeli eğlencesi Türk olmaktır.
Burada hayatın bizzat kendisi bile hayata şaşar.
Altmış milyonluk bir bungee-jumping'dir hayat.
Bir beton zemine doğru milyonlarca insan süratle düşeriz.
Tam çarpacağımız zaman, kim olduğunu kimsenin bilmediği bir güç, ucunda sallandığımız lastik halatı çekiverir ve biz yukarılara sıçrarız.
Padilşahımızın ırzına geçer, başbakanımızı asar, genelkurmay başkanımızı hapseder, gençlerimizi idam sehpalarına gönderir, sonra da en güzel aşk şiirlerini yazarız.
Hep aptallığımızdan yakınır, sonra da dünyanın en akıllısı IMF'yi tam on yedi kere dolandırırız. Paralarını bize nasıl kaptırdıklarını anlamazlar bile.
Aptallıktan sıkıldığımızda zekamızla övünür ve bin senedir her yaz mevsiminde damlarda yatar ve oradan düşerek ölürüz.
Yağmur yağdığında ülkenin en büyük kentinin işlek bir caddesinde boğulan yeryüzündeki tek insan Türk'tür.
Yeryüzünde kendine kanat yapıp uçan ilk insan da Türk'tür ama...
Devleti kutsal ilan eder, sonra da devleti soyarız.
"Köylü efendimizdir" der, köylüleri döveriz.
Dünyada hiçbir devletin tanımadığı bir devleti kurma başarısını gösterebilmiş olanlar Türklerdir. "Yurtta sulh, cihanda sulh" diyerek bütün komşularıyla düşman olan da biziz.
"Ulusal onuru" bu kadar değerli, " ulusal parası" bu kadar değersiz başka bir ülke bulmak çok zordur.
Sürekli olarak birbirini kazıklayanlar Türklerdir.
Bir büyük deprem olduğunda çoluk çocuk, zengin fakir elbirliğiyle yardıma koşup evdeki iki battaniyeden birini depremzedelere bağışlayanlar da Türklerdir.
Kırk sekiz yıl boyunca dünya futbol şampiyonasının kapısından bile geçemedikten sonra ilk katıldığı şampiyonada dünya üçüncüsü olmayı Türkler başarır.
"Ata sporu" güreşte en olmadık ülkelere yenilen,güreşten hiç anlamayan Amerikalı güreşçilerle güreşirken kolunu bacağını kırdıranlar da Türklerdir.
Her konuda fikrimizi söylemeye bayılır ama hiçbir fikrimize inanmayız.
Hiçbir filozofumuz yoktur ama ne olduğunu kimsenin bilmediği bir hayat felsefemiz vardır.
Dünyanın en ünlü suikastçısı, papayı vuran bir Türk'tür.
Papayı binlerce insanın arasında vurup kabak gibi yakalanan en salak suikastçı da Türk'tür.
Katillerin"ulusal kahraman", şairlerin "vatan haini" olduğu tek ülke Türkiye'dir.
Müslüman olanlardan sürekli kuşkulanır ama Müslüman olmayan vatandaşlarımıza devlette tek bir görev bile vermeyiz.
Bütün askeri darbeleri alkışlar ve ilk seçimde darbecilerin kızdıklarına oy veririz.
Tek bir anlaşmada neredeyse beş milyon kilometre kare toprak kaybedip bu anlaşmanın en akıllı anlaşma olduğuna inananlar da Türklerdir.
Savaşta kendi gemisini yedi saat boyunca bombalayanlar Türklerdir.
Uçağı arızalandığında başkalarına bir zarar gelmesin diye o uçağı son ana kadar terk etmeyip ölenler de Türklerdir.
Yabancılardan sürekli kuşkulanıp ne kadar yabancı örgüt varsa hepsine girmeye çalışanlar Türklerdir.
Girmeye çalıştıkları örgütlerin kurallarının aslında Türkiye'yi bölmek için hazırlandığına da sadece Türkler inanır.
Yıllarca, Avrupa Birliği'ne girmemizi sağlayacak yasalardan hiçbirini çıkaramayıp bir gecede başkalarının on yılda geçirebileceğinden daha fazla yasa geçiririz.
Ömründe hiç trapez yapmamış altmış milyon insanın trapez yapmasıdır hayat burada.
Bütün dünya, şaşkınlıkla bakarak düşmemizi beklerken biz düşmeyiz.
Bir Türküz.
Ya oynar ya ağlarız.
Dünyanın en tehlikeli eğlencesidir Türk olmak.
Ve biz korkuyla eğleniriz."

15 Nisan 2010 Perşembe

YEDİTEPE


YEDİTEPE

Altı üstü yedi tepe

İçi dışı tıka basa

Dur durabilirsen !!

İçinden bir sayı tut büyükçe

Küçüğünden bir cennet düşün

O sayıyı sığdır sığdırabilirsen içine


Bir nedeni vardı

Neden diye soruşumun

Gözleri kapalı dinlemenin İstanbul’u

Ne alemi vardı ki şimdi Velice


Yazdırır adama aşk

Yazdırır haliyle koca şehir

Ben böyle görmedim

Biz böyle duymadık

Herkes mi olur ekmeğin derdinde ?

Bir şehrin yolları

Bir şehrin martıları

Kalıntıları eski bir sarnıcının

Ya da cami avlusunda

Bir abdesthane.


Yazdırır adama aşk

Yazdırır haliyle koca şehir

Unutmadan

istanbul’unuz

yedi tepeden

ibarettir.


Murat Gil

11 Nisan 2010 Pazar

Kasnaklı


sert rüzgarlar ile tanışmamıştı.bir esintiden öteye de gitmemişti tanışıklığı.
huşu ile birkaç melodi takılmıştı yeşiline. ve uzak bucaklardan birinde, dilden dökülen metih ile, kendisine duyulan özlem dilleniveriyordu.
gel zamanın git zamanın gelgitlerinden birinde,
bir bir devrildiler.. kaç zaman, kaç insan devirmiştiler, bilinmez halkalanmış gövdelerinde.
vesselam,
kahramanım; alımlı, ince mi inceydi.
dengesi bozuluyordu ya hani bir şeylerin, belki bir denge bulma sevdasıydı artık benliği, bir çocuğun elinde..
sahibinin her heyecanı, doğum günü dönümü olacak, belki eskisi gibi çetelesini tutamayacaktı ama, birden yaşlanacak, birden gençleşiverecekti.
el emeği göz nuru; boynunda uzun mu uzunca bir kement, dengeli mi dengeli bir hayata fora edildi.
"yaratmak böyle bir şey olsa" dedi ve seyreyledi rüzgarınca..


Hakan Karabulut

YAŞAM


YAŞAM

Bir ben varım

Bir sen…

Bu dünyada

Zaten yaşam dediğin

Mutlulukların değil midir?

Sevinçlerin kadar yaşama

Hüzünlerin kadar ölüme

Yakınsın.

Sense güzelim beni,

Ölümden uzaklaştıran,

Tek nedensin.

Sen benim son

Şansımsın…

Hayat misali!...

7 Nisan 2010 Çarşamba

RONİ MARGULİES


 

M'AGAPAS? 
Kanada romanını öğrendim, 
benim kalemimden Külebi okuyan 
Selanikli bir küçük kızdan.  

Ortak paydamızdı dil bizim. 
İki dilde oyunlar oynar, 
bir üçüncüsünde konuşurduk.  
Rumca öğretirdi bana, 
ben ona Türkçe, becerebildiğimce. 
Çekilir İngilizce sevişirdik sonra.  

Yarım kaldı gerçi Rumcam ama, 
tüm sevgi sözlerini öğrendim. ,
Geri kalanınıysa sözcüklerin söylemek gelmiyor zaten içimden, 
ne İngilizce, ne Türkçe, 
ne de artık öğrenmeyeceğim herhangi bir dilde.

BEĞENDİĞİM DÖRTLÜKLER #2


Cahit Külebi için hep basit sözlerin şairidir demiştim. Üniversite yıllarımda hiç favori şairlerimin arasında yer vermemiştim kendisine. Şimdi böyle düşündüğüm için utanıyorum. Cahit Külebi ne de iyi bir şairmiş aslında. Samimi, büyük sözlerin şairiymiş aslında. Külebi'ye borcumu buradan ödeyeceğim umarım. Şiirlerini fırsat buldukça sizlerle paylaşacağım. İlk olarak fikirlerimi değiştiren SEVDA şiiriyle başlıyorum. Sevda ancak bu kadar sade anlatılabilirdi. İşte o şiir:

SEVDA

Bildim ki yalnız nasibim sen,
Ekmeğim senden gelirmiş
İnsan uyuyabilirmiş
İzin verirsen.

Dolaşamıyorum sokakta
Rüzgarlarla serinlenemiyorum
Esneyip gerinemiyorum
Upuzun yatamıyorum parkta

Bir mavi balon mudur bu yaz
İçi sevda dolu yolculuk
Kurtar beni artık ey çocuk
Dişleri papatyadan beyaz

CAHİT KÜLEBİ

YOLCU


yolculuk,

bir annenin seslenişi biraz

biraz eda

ve biraz çocuk


unutmak biraz da pencere seyrinde.

uzağın yakına düştüğü

yerde.

yolculuk,

anne sesinde azalan

bir direniş


belki bir oyun


Hakan Karabulut

5 Nisan 2010 Pazartesi

MAVİ DÜŞÜM: BURCU AKKANLI


Günümüzde özellikle şiir kitabı bastırabilmek romantik bir hayal olabiliyor ancak. Roman ya da hikayelerin dahi piyasada zorlandığı günümüzde şairliği bir meslek olarak kabullenmek safdillik olur ancak. Bundan 50 yıl evvelinde insanların şiir kitaplarına ilgisi ne ise günümüzde bu ilginin yarı yarıyadan fazla düştüğünü söyleyebiliriz. Böyle bir ortamda değerli eski yazarlarımızdan Burcu Akkanlı ilk şiir kitabını yayımladı. "MAVİ DÜŞÜM" adlı kitabı "Öncü Kitap" yayınlarından çıktı piyasaya.
Burcu Akkanlı'nın şiirlerini blogumuzu başından beri takip edenler bilir. Oldukça etkileyici bir üslubu olan değerli arkadaşımıza başarılar diliyoruz. Cemal Süreya'nın deyimi ile "Cins Şair"ler arasında görmeyi umuyoruz kendisini

4 Nisan 2010 Pazar

SUSKUNLAR


İhsan Oktay Anar'ın kitaplarını okurken mutlaka kendimi olayın geçtiği yerde buluyorum. Bu etkiyi döneme has mekanları harika betimlemesine borçlu Anar. SUSKUNLAR romanı da okuduğum diğer romanlarında olduğu gibi Osmanlı coğrafyasında geçiyor. Ege Üniversitesinde Felsefe Bölümünde profesör olarak görev yapan yazarın eserlerinde bir filozofun düşündüğünü hissediyorsunuz. Daha önce bu siteden "PUSLU KITALAR ATLASI" romanını tanıtmıştım.

SUSKUNLAR da gerilim ve korku unsurlarını da kullandığını gördüğümüz Anar, eserinde metafizik dünyayla sıklıkla ilişki kuran kahramanlarını dillendiriyor. Sözü geçen iki romanı da okumanızı tavsiye ediyorum. Gerçekten pişman olmayacaksınız. Okurken yazarın kelime haznesine ve dönem ile ilgili bilgisine hayran kalacaksınız. Gördüğünüz her kelime sizde o dönemi araştırma isteği uyandıracak. Tabii eserlerdeki felsefik yanlar üzerine de kafa yormaktan büyük zevk alacaksınız. Bizden söylemesi

3 Nisan 2010 Cumartesi

BEĞENDİĞİM DÖRTLÜKLER # 1


Derdim zaten sürekli gerginlik yaratan bir konuyu tarafsızlığımızla övündüğümüz bu mecliste dillendirmek asla değil. Güzel bir şiir olduğunu düşündüğüm Behçet Necatigil'in "Ağıt" şiirini paylaşmak istiyorum sizlerle. 1945'te Yaratış dergisinde yayımlanmış bir şiir. Bana ilginç gelmiştir bu şiir, bakalım size de ilginç gelecek mi? Ayrıca şiirin bütününden ne anladığınızı merak ediyorum. Yorumlarınızı bekliyorum!

AĞIT

Kapalı kızlarda duygu yok mu
Onların da canı çeker.
Rüyalarda belli oluyordu
Bir erkekle beraber.

Aynalardan, taraklardan çıkardım
Kaşlar, gözler, saçlar bütün eğreti.
Şeytana uydum herkes uyurken
Bazı çareler öğretti.

Buldular, bıraktılar kolayca
Arkadaşlarım.. belki haklı.
Kendimde boğdum her şeyi,
Cahil aklı.

Çirkin miydim, hayır, talihim yoktu belki.
Ümitli, sadık bekledi vücudum.
Seneler geldi geçti.
Dal gibi kurudum.

Behçet Necatigil

2 Nisan 2010 Cuma

SEVDİĞİM BEYİTLER #1


Bağdatlı Ruhi'nin o aşkı savunan yanını seviyorum. Tabii bu savunuş bir divan geleneğiydi. Tasavvufla haşır neşir biri de doğal olarak Tanrı sevgisini ibadetlerin en büyüğü olarak görmektedir. Bağdatlı Ruhi'de de bunu görebiliyorsunuz. Meşhu "Terkib-i Bent"inde kendileri için yoldan sapmış olarak söz edenlere ne güzel de yanıtlar veriyor.



Sanman bizi kim şire-i engür ile mestiz

Biz ehl-i harabattanız mest-i elestiz


*Bizi, üzüm suyu ile sarhoş olmuş sanmayın! Biz meyhane denen aşk ve şevk aleminin sakinleriyiz ve ezel şarabıyla sarhoş olmuşuz.


Vay bee! Bakar mısınız şu anlamdaki güce. Şair kendisini alelade üzüm suyu ile sarhoş gibi görülenlerden saymıyor. Onun sarhoşluğu bambaşkadır. O ezelden beridir kendini sarhoş eden bir diyarın üyesidir. Bu tip beyitlerde dünya üzerindeki misyonunu tamamlamış, nefsi her türlü duygudan uzaklaşmış Doğu mistisisizmi ile yoğrulmuş o çekik gözlüler geliyor aklıma. Tasavvuf denilen müthiş öğreti dururken farklı kültürlerin yogasıymış, meditasyonuymuş, budasıymış bunlara ilgi duyanları anlamıyorum cidden.


Mail değiliz kimsenin azarına amma

Hatır-şiken-i zahid-i peymane-şikestiz.


*Kimseyi incitmeyi istemeyiz ama, kadehimizi kıran sofunun hatrını kırarız.


Bu beyit de benim sevdiklerim arasındadır. Buradaki duruş çok önemli. İnsan olarak tabii ki diğer insanları kıracak, incitecek hareketlerden sakınmalıyız ancak inandığımız doğruları küçümseyen, onları hiçe sayan biri olursa da tepkisiz kalmamalıyız. Bu beyit insanın sınırlarını belirgin bir şekilde çizmesi gerektiğine ilişkin. Şair insan incitme taraftarı değil ancak doğrularına müdehale edenlere de diğer yanağını uzatmıyor.