30 Temmuz 2010 Cuma

BEĞENDİĞİM DÖRTLÜKLER # 11

Sevmiyorum Seni

Şimdi benim buzdan bir döşekte
Üç büklüm olmuş zavallı sevdam,
Üşüyorsa ölesiye yalnızlıktan;
Bil ki senin hep böyle güvensiz,
Yaşamdan korkar oluşundan.

İşte bunun için sevmiyorum seni.

Şimdi benim bir han avlusunda
Hiç bitmeyecek umutsuz kavgam,
Soluyorsa başı önde yorgunluktan;
Bil ki senin hep böyle umarsız,
Yarını göze alamayışından.

İşte bunun için sevmiycem seni.


Metin Altıok

29 Temmuz 2010 Perşembe

KÖY- THE VİLLAGE-



Tür: Korku / Gerilim / Bilim Kurgu
Gösterim Tarihi: 19 Kasım 2004
Yönetmen: M. Night Shyamalan
Yapım: 2004, ABD
Süre: 108 dk.

Oyuncular
Joaquin Phoenix (Lucius Hunt) , William Hurt (Edward Walker)
Sigourney Weaver (Alice Hunt) , Adrien Brody (Noah Percy)
Judy Greer (Kitty Walker) , Jayne Atkinson (Bayan Walker)
Liz Stauber (Beatrice) , Jesse Eisenberg (Jamison) , Frank Collison
Cherry Jones , Fran Kranz , Brendan Gleeson , Michael Pitt
Bryce Dallas Howard (Ivy Walker)

Filmin Konusu

Mutlu ve huzurlu görünen bir kasaba, aslında onu çevreleyen ormanın verdiği dehşeti yaşamaktadır. Ormanda, tam olarak ne olduklarını bilemeseler de onlara korku dolu bir yaşantı sürdüren yaratıklar vardır. Bu yaratıklar ve kasabalılar arasında garip bir tür anlaşma vardır, kasabalılar ormandan uzak durdukça yaratıklar da kasabaya bulaşmamaktadır.

Ancak bir gün, meraklı Lucius Hunt, ormanı keşfetmeye karar verir. Bu hareketi,taraflar arasındaki gizemli anlaşmayı bozacak ve yaratıkların kasabaya gelmesinesebep olacaktır.

6. His, Ölümsüz ve İşaretler ile gerilim ve fantastik öğeleri başarıyla birleştirerekbüyük beğeni toplayan yönetmen M. Night Shyamalan, Village ile de hem türünmeraklılarını, hem de kendi takipçilerini oldukça heyecanlı bir bekleyişe soktu.




Tanıtımını yapacağımız ilk film : Köy- The Village

Uzun süre önce vizyona girmiş olan ve günümüzde televizyon kanallarında da gösterimi yapılan bu Shyamalan filmi, belki de yönetmenin en iyi yapımı olarak adlandırılmaktadır. Yönetmenin 6. His, Signs gibi filmlerinin gölgesinde kalmasına rağmen özellikle oyunculuklar ve senaryosu ile beğeni kazanmıştır.

Ülkemizde özellikle korku filmi kategorisi altında değerlendirilip sinemaseverlere sunulan bu filmin aslında bu kategoriye ait olmadığı sezilmektedir. Film, korku ve gerilim unsurlarını taşısa da temelde insanı düşündürme yolunu seçmiş, senaristin felsefesini sezdirmeye çalıştığı bir film tadındadır. Bu anlamda korku ve gerilim bekleyerek sinemalara koşan birçok seyirci tarafından beğenilmemiştir. Bu da bize ürünlerin satışında ambalajın yani sunumun ne kadar önemli olduğunu bir kere daha kanıtlamıştır.

Filmde J. Phoenix, S. Weawer, Adrien Brody gibi önemli isimler önplana çıkarken oyunculukları ile de seyirciyi büyülemişlerdir. Film insanlarının mutlu ve huzurlu yaşadığı bir kasabada geçmektedir. Kasabanın sınırları dairesel bir biçimde orman ile sınırlandırılmış ve bu dairenin belli aralıklarla gözetleme kuleleriyle çevrildiği görülmüştür. Kasabada kendi ürettikleri ile geçinen halk kasabadan ormana asla geçmemektedir. İnanışa göre "adını söylemedikleri" yaratıklar ormanın içindedirler ve uzun yıllar önce onlarla bir anlaşma yapılmıştır. İki taraf da kendi bölgesinin dışına çıkmayacaktır. Filmdeki bu ilk kurgu tahmin edebileceğiniz gibi ucuz Hollywood filmerini andırıyor. Özellikle bu bölüm izleyicide soru işaretleri uyandırıyor.

Meraklı genç Lucius Hunt'ın kuralı bozmasının ardından yaşananları izleyenlere bırakmak istiyoruz.

Filme dünya görüşünün yansıtılması açısından bakarsanız büyük keyif alabilirsiniz diye düşünüyor, iyi seyirler diliyoruz

BLOG ÖNERİSİ: GECE KÜTÜPHANESİ




Bundan böyle sizlere ilgiyle takip ettiğimiz blogları tanıtmaya çalışacağız. Bu anlamdan listenize eklemenizi tavsiye edeceğimiz ilk blog Gece Kütüphanesi

http://bibliofk.blogspot.com adresinden ulaşabileceğiniz blogda yazarımız "biblio" sizler için harika film ve kitap tanıtımları yapıyor. Yorumları okuduktan sonra tanıtılan filmi hemen izlemeyi, yorum yapılan kitabıysa hemen okumayı arzuluyorsunuz. Bu anlamda Edebiyat Meclisi'nin misyonunu taşıyan kardeş bir blog diyebiliriz Gece Kütüphanesi için. Zamanla harika bir kaynak , bir başka deyişle "Bibliyografya" haline gelecek Gece Kütüphanesine başarılar diliyoruz.

27 Temmuz 2010 Salı

EDEBLOG


Çok güzel bir site keşfettik. Bu blog sayesinde artık edebiyat-kültür-sanat içerikli sitelerde yer alan yazıları rahatlıkla takip etme fırsatı bulacağız. Çiçeği burnunda bu sitenin ilk konuğu olmaktan gurur duyuyoruz. Diğer edebiyat ve sanat bloglarının da bu platformu destekleyeceğine inanıyoruz. Böylece yazılarımız çok daha fazla kişiye ulaşabilecektir.

Bu siteye kayıt olabilmek için sitenizin adresini edebiyatbloglari@gmail.com adresine yolluyorsunuz. Onay aldıktan sonra sitenizde yer alan tüm edebi yazılar edeblog'da yayımlanıyor.

Geç kalmayın sitenizin linkini hemen yollayın, bizden söylemesi

****linklerinizi bu postun yorumlarına da yazabilirsiniz.

26 Temmuz 2010 Pazartesi

KUMRAL ADA MAVİ TUNA



...Onu anlatmak için "güzel", "havalı" , "başdöndürücü", " şahane" gibi sözcükler kullanmak haksızlık olur. Onun için, bu dünya dışından gelmiş kadar değişik, bir kuyruklu yıldız kadar etkileyici, iyi pişmiş kahve kadar tiryakilik yaratıcı, gezegene yalnız yollandığı için eşsiz, bir ipekböceği kadar dikbaşlı denildiğinde bir şeyler söylenmiş sayılır ancak. Demlenmiş ve içe sinmiş bir güzellik onunkisi. Ama asıl önemlisi beni güçlü bir manyetik alan gibi çeken etkisi ve çok kumral olduğu...

Tuna

Bu satırlar "Kumral Ada Mavi Tuna" adlı harika romandan. Buket Uzuner'in bu harika romanını hala okumayanlar varsa çok şey kaybediyorlar, belirtmeliyim.

Roman şizofrenik bir sarsıntıyla başlıyor. Kabusunun karanlık duvarları arasına sıkışıp kaldığını düşünen Tuna'nın garip hikayesi ile sürükleniveriyorsunuz. Sonrasında Tuna'nın ağzında sürekli geveleyip durduğu Ada ile tanışıyorsunuz. Hem de daha 5 yaşındaki bir kız çocuğu iken. Aşk kelimesinin hakkını sonuna kadar veren ve sizi meraka gark eden bir roman bu. 98 yılında İstanbul Üniversitesi'nin en iyi roman ödülüne layık gördüğü bir kitap. Biliyorum ki kitap okumayı kendisine tarz olarak biçmiş herkesin okuduğu bu romanı, yeni başlayanlar için şiddetle öneriyoruz.

Kumral Ada Mavi Tuna...

Sait Faik Abasıyanık: İnsanları Sevmek Arzusu



"Ona cevap vermeden yoluma devam etmek istedim. Birden bütün neşemin bir camın kırılışı kadar ses ve şıngırtı çıkararak düşüp kırıldığını gördüm. Ayakucuma düşüp kırılan neşemi gözlerimle topladım.ters yüzüne evime dönüp odama kavuştum.
İşte dört duvar, bir pencere bir valiz içinde birkaç kitap ve bir demir karyola. Hasılı mukaddes bir hapishane olan odamda düşünmeden hatta okumadan gezinmeye başladım.düşünmeye başladığım zaman, nasıl filmlerde bazı kırılan otomobillerin akşamı tekrar birbiriyle süratle buluşup birleşirlerse, benim içimde kırılan şey, öyle birleşti. Tekrar neşemi bulmuştum. İnsanları sevmek arzusuyla sokağa çıktım."


İnsanları sevmek arzusu… Sait Faik’in çevresine uyum sağlayamadığı için böyle arzularla yola çıktığını söylerler . Belki de bu yüzden ona Züğürt Yazar derlerdi. İnsanları sevmek için sokağa inen, kaldırımları yalayan, denizi koklayan ve martılara göz kırpan yazara Züğürt Yazar derlerdi. Çünkü merhamet duygusunu yüreklerinden söken, birbirlerinin kuyusunu kazan, doğayı kendi halinde bırakamayan sözde insanlar için züğürtlük Sait Faik gibi yaşamaktı galiba. Ne de güzeldir insansal duygulara sahip züğürt bir insan olarak yaşayabilmek değil mi? Bu yüzden Sait Faik Abasıyanık’ın hikayelerinin yer aldığı ilk kitabı ‘’Semaver’’ elinizin altından düşmez.

Ceyda Akkaya

23 Temmuz 2010 Cuma

BEĞENDİĞİM EZGİLER # 5


ANTONİS REMOS- EPİTELOUS dinlemek için tıklamalısınız

ŞİİR YARIŞMASI


Sevgili Edebiyat Meclisi okurları, duyurduğumuz günden bu yana "Şiir Yarışmamız"a göstermiş olduğunuz ilgiden dolayı sizlere minnettarız. Şiir Yarışmasını başlattığımız andan itibaren edebiyatmeclisi@hotmail.com adresini onlarca şiirle donatan bütün şairlerimize teşekkürü bir borç biliyoruz.

Unutmayın henüz katılım için süre dolmadı. 31 Temmuz'a kadar şiirlerinizi edebiyatmeclisi@hotmail.com adresine gönderebilirsiniz. 1 Ağustos itibariyle seçilen şiirler siz değerli okurlarımızın oyuna sunulacaktır. Oylama süreci 20 gün sürecektir. 22 Ağustos'ta kazanan şiirimiz belli olacaktır ve hediyesi adresine postalanacaktır.

Detaylı bilgi için tıklayınız.

Dinle Beni!


Dinle Beni!

Kısık sesle şarkı söylüyorum , kente

Bir mırıltı olarak akıyorum yaşam içine ,

Sokaklarda , caddelerde, yollarda,

Apartmanlar arasındaki ağacın kuru dallarında,

Balkonlardaki asılı çamaşırlarda,

Çöp tenekesinin yanındaki kedinin yürüyüşünde…

Kimsenin tam olarak duymadığı,

Ne olduğunu anlamadığı,

Sadece küçük bir tebessüm dudaklarda,

Aslında kirli kalbinde bir fısıltıyım.

Biraz sonra unutacağın…

Bari bu sefer unutma beni…

Kötü şeyler söylemiyorum

Söyleyemem de zaten…

Bak gidiyorsun hala…

Nereye !

Arkanda uçuşan boş torbadayım.

Duysana beni!

22 Temmuz 2010 Perşembe

Eskiye



eskiye özlem

eskimiş olan kadar..


eskilerin habercisi özlenen postacı

bir beden, gezip göreceği

duyup bileceği.

anıya boğulmuş bir ev

her senenin her yazı

bir dede,

bir babaanne misafirperverliğinde

yazılan çizilen, yer edinen geleceğe


Eskilerin habercisi özlenen postacıya

Her yaz, bir özlem oldu.


Her yaz,

hasan bey’i taklit edercesineydi;

yüzümüzde çil,

Şımarıklığımız gani,

kızarıklığımız kayısı gibi

çocukça..


sandık sandıktı koşuşturmacalar

telaşlar sandık sandıktı

hayvanların sırtında


bir melodiydi, bitmezdi…

gün batımında başlardı arguvandan esen rüzgar

her ruhu yalar geçer,

sabahın ilk ışıklarına kadar


kuşlardan evvel doyardı sabah, insana.

arguvandan esen rüzgar

kanatlarını doyururdu kuşların

gün batımına kadar


bırakılıp gidene duyulan özlem

somun ekmeğinde anlam bulurdu o vakitler

özlem dediğim, çok uzaklaşmazdı

en yakın şehre iner,

şehir tadında geri dönerdi


eskilerin habercisi özlenen postacı

bir fotoğraf şimdi

bir türkü

bir telli duvak

bir isim yeni doğmuş çocuğa

bazen de ölüm haberi


bitmeyen bir özlem

eskilerin habercisi


Hakan Karabulut

20 Temmuz 2010 Salı

BEĞENDİĞİM DÖRTLÜKLER # 10


FAYTON
O sahibinin sesi gramofonlarda çalınan şey
incecik melankolisiymiş yalnızlığının
intihar karası bir faytona binmiş geçerken ablam
caddelerinden ölümler aşkı pera'nın

Esrikmiş herhal bahçe bahçe çiçekleri olan ablam
çiçeksiz bir çiçekçi dükkanının önünde durmuş
tüllere sarılmış mor bir karadağ tabancasıyla
zakkum fotoğrafları varmış cezayir menekşeleri camekânda

Ben ki son üç gecedir intihar etmedim hiç, bilemem
intihar karası bir faytonun ağışı göğe atlarıyla birlikte
cezayir menekşelerini seçip satın alışından olabilir mi ablamın

Ece Ayhan

19 Temmuz 2010 Pazartesi

ŞEMS-İ TEBRİZİ'Yİ KİM ÖLDÜRDÜ?


Bugün "Haber Türk" gazetesindeki bir yazıdan yola çıkarak farklı kitaplardaki yorumları merak ettim. Merakım Şems-i Tebrizi ve Mevlana'nın ilişkisi ve tabii ki bu iki şahsiyet nihayet buluşmuşken Şems-i Tebrizi'nin birden kaybolmasına ilişkin idi. Bu merak bugünlerde geç de olsa "Aşk" romanını okumamdan kaynaklanıyor tabii ki.

Haber Türk gazetesindeki habere göre Şems-i Tebrizi'nin ölüm sebeplerini çeşitli kişiler şu şekilde aktarıyor.


Mevlânâ uzmanı Sinan Yağmur, Şems’in hayatını anlatan “AşkınGözyaşları” adlı son romanında Şems’in Haşhaşiler tarafından öldürüldüğünü yazdı.

Yağmur’a göre Şems’in ailesi, Haşhaşilerin içindeydi. Ancak Şems, ailesi gibi Haşhaşilere bağlılık göstermediği için kara listeye alındı. En sonunda Haşhaşiler tarafından düşmanları olan Moğol Valisi’ni zehirlemesi talimatına reddettiği için öldürüldü. Yağmur’un bu iddiası yazarlar arasında yeni bir tartışma başlattı.

‘SELÇUKLU ÖLDÜRDÜ’
Bab-ı Esrar adlı romanında Şems’in Selçuklu devleti ve tutucu Konyalılar tarafından öldürüldüğüne işaret eden yazar Ahmet Ümit, Yağmur’un iddiaları
için “saçma” yorumunu yaptı. Ümit şunları söyledi: “Şems-Mevlânâ buluşmasından 4 yıl önce Babai Ayaklanması oldu. Bu ayaklanmada Kalenderi dervişleri ön plandaydı. Ayaklanmadan dört yıl sonra bir Kalenderi dervişi olan Şems, Konya’ ya geldi. Bir Kalenderi dervişinin Mevlânâ’nın görüşlerini devrimci yönde değiştirmesi hem Selçuklu’yu hem tutucu Konya halkını tedirgin etti. Şems’in ölümünden Haşhaşilerin değil Selçuklu Devleti ve tutucu Konyalıların çıkarı vardı. Şems’i Selçuklu derin devleti öldürdü.”

ŞAFAK: BİLEMEYECEĞİZ
"Aşk" kitabında Mevlânâ’nın oğlunu işaret eden Elif Şafak ise Şems’in tam olarak nasıl öldürüldüğünün hiçbir zaman bilenemeyeceği görüşünde: “Onun ölümü bir sırdı ve bir sır olarak kalacak. Bu esrar perdesi Hz. Şems’in kişiliğinden kaynaklanıyor. Kolay çözülmek istemeyen bir bilmece gibi o. Benim için önemli olan Şems’in fikirleri ve felsefesi.”

Yukarıdaki düşünceleri okudunuz. Ben de kitaplığımdaki bazı edebiyat tarihi kitaplarında acaba bu konuyla ilgili ne tür bir bilgi söz konusu diye küçük bir araştırma yaptım. En detaylı bilgi Banarlı'ya aitti. İsterseniz, Mevlana- Şems'i Tebrizi ilişkisinin boyutu ve Şems'in ortadan kaybolması ile ilgili bilgilere göz atalım.


Banarlı bu ikilinin arasındaki ilişkiyi şöyle açıklıyor: "Mevlana'yı çocuk denecek yaştayken, bir defa Şam'da gördüğü söylenen Şems, ikinci buluşmada onun ruhunu, zahiri bilgilerin çerçevelediği ilim ve dış ibadet dünyasından uzaklaştırarak duygu ve düşünce alemlerinin geniş ve esrarlı ufuklarına doğru alabildiğine coşturmak kudretini gösterdi. O kadar ki görenler ve fark edenler, onların Konya sokaklarında buluştukları anı, iki deryanın kavuşmasındaki hallere benzettiler."

Banarlı'da da görülüyor ki bu iki alimin birbiriyle buluşması adeta coşku dalgalarının birbiriyle kaynaşması gibidir. Bu kavuşma, bu dostluk şüphe yok ki Mevlana'nın halihazırdaki ruh haline son şekli vermiş ve belki de günümüze kadar gelen Mevlana'yı hazırlamıştır.


Banarlı'da Şems ile Mevlana'nın dostluğunun bitişi ile ilgili : Şems'in Mevlana'yı talebelerinden-sohbetleri vasıtası ile- uzaklaştırdığı, bunun hoşnutsuzluk yarattığı, bu hoşnutsuzluğun Konya'da günden güne arttığı ve Şems'in kulağına gittiği ardından bir gün Şems'in bir anda Şam'a döndüğü bilgilerine ulaşıyoruz. Yine aynı kitapta Şems'in gittiği yerden binbir rica ile geri çağrılması yer alıyor. Mevlana yazdığı mektuplarla, oğlu Sultan Veled de bizzat çağırıyor Şems'i ve bu çağrı işe yarıyor. Şems dönüyor. Mevlana'nın küçük oğlu Alaeddin devreye giriyor bu kez.Tutucu tavrı ve Şems'e karşı beslediği kötü hisler, şiddetli tartışmalara dönüşüyor. Şems aleyhtarlığı alıp yürüyor ve Şems Konya'da yaşayamayacağını anlıyor.

Açık söylemek gerekirse Mevlana ile Şems'in bu dostluğunun hangi yönlere çekilip de Konya'da bir fitne fesat ortamı yaratıldığını bilemiyoruz. Bazı rivayetler halkın eşcinsellikle ilgili söylentilere yer verdiği yönünde ancak bugüne nazara o devirde eşcinselliğe daha çok saygı duyulduğu düşünülürse-bkz.Murat Bardakçı- bu ihtimal oldukça zayıfmış gibi. Peki bu iki gönül ehlinin arkadaşlığının koca Konya'ya zararı ne idi de bu iki insan birbirinde ayrıldı. Bu soruya ilişkin cevapları Banarlı'da bulamıyoruz. Sadece bir basit bir kıskançlık olayı üzerinde durulmuş.

Şems'in son gidişinin dönüşü olmuyor. Banarlı kitabında Alaeddin ve 7 kişiden oluşan bir hınç grubunun Şems'i öldürdüğünü düşünüyor; ancak kesin çizgilerle bunu kitabına almamış. Mevlana bu gidiş üzerine bütün üzüntüsünü yüklenerek Şam'a gidiyor fakat Şems'i bulamıyor. Bütün bunlara rağmen metanetini yitirmiyor. Sevgisini Divan'ında dokunaklı gazeller ile dile getiriyor. Buradaki sevgiyi tasavvufi açıdan değerlendirmek gerekiyor diye düşünüyorum. Hoş farklı bir sevgi de olmuş olsaydı saygımız ve sevgimiz sonsuz olacaktı. Dönemin şartları ve şahiyetlerin kişiliklerini göz önüne alınca bu ihtimal pek zayıflıyor.

*** Son olarak kendi düşüncemi belirtmek istiyorum. Bana kalırsa Şems'in öldürülmesi dönemin en önemli terör gücü Haşhaşiler'in işiydi. Hasan Sabbah'ın kurucusu olduğu bu ölüm tarikatı Selçuklu döneminde önemli isimlere suikastler düzenlemiş ve Selçuklu içerisinde huzursuzluk yaratmayı amaçlamıştır. Halk tarafından sevilen bir za'atın böylesine bir acıya büründürülmesi her tarafta duyulmuş olmalı, Selçuklu'nun yıkılması için her şeyi yapan bir örgüt için harika bir propaganda kaynağı olmuş olmalı Tebrizli Şems...

18 Temmuz 2010 Pazar

YOLCULUK

Gidebilme özgürlüğünü kullandım.

Belki de ilk defa

Trendi götürecek olan

Son durağı belli olmayan yere...

Kaçış mı varış mı arasında

Gel-git yaşarken kafamda

Seni gördüm camdaki yansımada

O kadar güzeldin ki...

Hayal olmandan korktum.

Başımı döndürdüğümde kaybolacak perisin diye

Keşke biraz cesaretim olsaydı.

Kalkıp giderken gerçek yüzüne bakabilecek,

Ve hayali gerçeğe dönüştürecek,

Küçücük cesaretti tek dileğim...

16 Temmuz 2010 Cuma

BEĞENDİĞİM DÖRTLÜKLER # 9


AKŞAM ERKEN İNER

Akşam erken iner mahpusaneye.
Ejderha olsan kar etmez.
Ne kavgada ustalığın,
Ne de çatal yürek civan oluşun.
Kar etmez, inceden içine dolan,
Alıp götüren hasrete.

Akşam erken iner mahpusaneye.
İner, yedi kol demiri,
Yedi kapıya.
Birden, ağlamaklı olur bahçe.
Karşıda, duvar dibinde,
Üç dal gece sefası,
Üç kök hercai menekşe...

Aynı korkunç sevdadadır
Gökte bulut, dalda kaysı.
Başlar koymağa hapislik.
Karanlık can sıkıntısı...
"Kürdün Gelini"ni söyler maltada biri,
Bense volta'dayım ranza dibinde
Ve hep olmayacak şeyler kurarım,
Gülünç, acemi, çocuksu...

Vurulsam kaybolsam derim,
Çırılçıplak, bir kavgada,
Erkekçe olsun isterim,
Dostluk da, düşmanlık da.
Hiçbiri olmaz halbuki,
Geçer süngüler namluya.
Başlar gece devriyesi jandarmaların...

Hırsla çakarım kibriti,
İlk nefeste yarılanır cıgaram,
Bir duman, kendimi öldüresiye.
Biliyorum, "sen de mi?" diyeceksin,
Ama akşam erken iniyor mahpusaneye.
Ve dışarda delikanlı bir bahar,
Seviyorum seni,
Çıldırasıya

AHMED ARİF

15 Temmuz 2010 Perşembe

Eski Arkadaş : aşk iki kişiliktir



Değişir rüzgarın yönü
Solar ansızın yapraklar;
Şaşırır yolunu denizde gemi
Boşuna bir liman arar;
Gülüşü bir yabancının
Çalmıştır senden sevdiğini;
İçinde biriken zehir
Sadece kendini öldürecektir;
Ölümdür yaşanan tek başına
Aşk iki kişiliktir.

Bir anı bile kalmamıştır
Geceler boyu sevişmelerden;
Binlerce yıl uzaklardadır
Binlerce kez dokunduğun ten;
Yazabileceğin şiirler
Çoktan yazılıp bitmiştir;
Ölümdür yaşanan tek başına,
Aşk iki kişiliktir.

Avutamaz olur artık
Seni bildiğin şarkılar;
Boşanır keder zincirlerinden
Sular tersin tersin akar;
Bir hançer gibi çeksen de sevgini
Onu ancak öldürmeye yarar:
Uçarı kuşu sevdanın
Alıp başını gitmiştir;
Ölümdür yaşanan tek başına,
Aşk iki kişiliktir.

Yitik bir ezgisin sadece,
Tüketilmiş ve düşmüş, gözden.
Düşlerinde bir çocuk hıçkırır
Gece camlara sürtünürken;
Çünkü hiç bir kelebek
Tek başına yaşayamaz sevdasını,
Severken hiçbir böcek
Hiç bir kuş yalnız değildir;
Ölümdür yaşanan tek başına,
Aşk iki kişiliktir.

Ataol Behramoğlu

Uzun bir bekleyişin ardından "Eski arkadaşımız" yine, yeniden sımsıcak elleri ile tutuverdi ellerimizi.




EDEBİYAT MECLİSİ ÖNERİYOR: ESKİ ARKADAŞ


Beklenen albüm nihayet çıktı. Ezginin Günlüğü hayranları zaten çok önceden biliyorlardı bu albümün geleceğini; ancak haberi olmayanlara ve yeni başlayanlara(!) önerelim istedik. Eski Arkadaş, bütün müzik marketlerde satışta.

Nasıl bir albüm peki Eski Arkadaş? Bütün albümlerinde olduğu gibi bu samimi, sıcak müzik grubu şarkılarının özgünlüğünü bu albümde de korumayı bilmiş. Özellikle "Sound"larına büyük özen gösteren grubun albümünü dinlerken yine harika sözlerle karşılaşacaksınız. Şarkıların ezgileri sizi Anadolunun arnavut kaldırımlı sokaklarında bir tura çıkaracak.

İlk klip parçaları "Kadıköy".İstanbul'un büyük ilçesi Kadıköy'e yazılmış şarkılar arasında en görkemli yeri kaptı şimdiden. Öyle içten, öyle samimi bir klip çekilmiş ki, bu parçaya çekilebilecek en uygun klip diye düşünüyoruz.


Eski Arkadaş'ta eski arkadaşlıkların insanı huzurlu kılan tarafını bulacaksınız. Edebiyat Meclisi öneriyor..



Ezginin Günlüğü - Kadıköy (2010)

14 Temmuz 2010 Çarşamba

DOLAP ÇEVİRMEK


İki Dirhem Bir Çekirdek kitabını bilenler bilir. Bu güzel çalışma İskender Pala'nın bazı deyimlerimizin hikayelerini anlattığı araştırma kitabıdır. Örnek olsun diye "Dolap Çevirmek" deyiminin hikayesini sizlerle paylaşmak istedim. Kitapta "Abayı Yakmak", "Dokuz Doğurmak","Balık kavağa Çıkmak","Avucunu Yalamak" gibi 211 tane deyimin açıklamasını bulmak mümkün Meraklılarına duyurulur...

Dolap Çevirmek:

Gizli kapaklı işler yapanlar hakkında söylenen dolap çevirmek deyimi, bize eski konak geleneğinin bir yadigarıdır.

Kaç göç devirlerinde, zengin konaklarının erkekler kısmına selamlık; kadınlar kısmına da haremlik denirdi. Aile dışından kimseler geldiği vakit, kadın ile erkekler ayrı oturduklarından konağın harem ile selamlığın arasındaki duvarda bulunan dolap devreye girer ve iki taraf arasındaki hizmetler böylece yürütülürdü.

Dolap, eksen etrafında dönen, silindir şeklinde bir aparattır. Raflar halinde düzenlenmiştir ve kadınlar tarafından raflara yerleştirilen yemekler, dolap çevrilerek erkekler kısmına geçer, oradan boşalan kaplar yine aynı usul ile alınırdı. Eski konakların çoğunda yemek servisi böyle yapılır, mahremiyet hissi de dolapların her vakit kullanılmasını zaruri kılardı.

Aşkın, her devrin en geçerli duygusu olduğuna şüphe yoktur. Konaklardaki köleler, arabacılar, bahçıvanlar, vs. ile aşçılar, hizmetçiler, yamaklar, dadılar, kalfalar arasında, fırsatını bulunca ilanıaşk için kırmızı gül demetleri, çiçekler, ipekli mendiller, lokumlar, lavantalar vs. de bu dolaplara konularak karşı tarafa gönderilir, böylece konak sahibine sezdirmeden dolap çevrilmiş olurdu. Hüseyin Rahmi'nin romanlarında, heyecanlı örneklerin abartılarak anlatılan dolap çevirmelerden günümüze bu deyim kalmıştır.

yalnızlıklardan-2



ve tutkular
insanı tutmaya yarayan en eski kulplardır
-ki, birini göğe çıkarır
ya da yere batırırken
çoğunlukla oralardan tutulur.

Hasan Ali Toptaş
Yalnızlıklar

13 Temmuz 2010 Salı

EDEBİYAT MECLİSİ ÖNERİYOR: BİR NEV-İ ALATURKA


Geçtiğimiz ay piyasaya çıkan bir albüm Bir Nev-i Alaturka. Nevzat Doğansoy, nam-ı diğer Nev bu sıcacık alaturka albümüne harika bir isim bulmuş. Bundan önceki 3 albümünde de kaliteli bir sanatçı olduğunu, piyasa sanatçısı olmadığını gösteren Nev alaturka nağmeleri taşıyan o davudi sesini bu kez musikimizin unutulmaz şarkılarında göstermiş.

Albümü edindiğinizde sizi Sevmekten Kim Usanır adlı o harika şarkı karşılıyor. Tabii ki Nev'in harika sesi eşliğinde. Sonrasında modern bir düzenlemeyle klip olarak karşımıza gelen Mazideki Aşk adlı eseri dinliyoruz. Gerçekten güne uygun ancak sıcaklığını kaybetmemiş bir düzenleme olmuş. Albümde sırasıyla:
  1. Denizde Akşam
  2. Kapıldım Gidiyorum
  3. Kimseye Etmek Şikayet
  4. Ben Küskünüm Feleğe
  5. Sensiz Olamam
  6. Şimdi Uzaklardasın
  7. Ey But-i Nev Eda
  8. Kimseye Etmem Şikayet (Akustik)
şarkılarını dinleyebilirsiniz. Bu yaz günlerinde özellikle de akşam serinliğinde, mehtaba ve tatlı esen mehtaba karşı dinlenesi bir albüm Bir Nev-i Alaturka. Edebiyat Meclisi olarak öneriyoruz.

12 Temmuz 2010 Pazartesi

BEN TUZPARÇA YERDEYİM


ben tuzparça yerdeyim o bir düğüm dolaşık
ne karanlık bir gece arkası görünmüyor
yıldızları dökülmüş yaptığımız yanlışlık
başladığımız örgü nedense yürümüyor
model seçimi kötü hesaplaşması çok zor
halbuki bir zamanlar ne hızlı başlamıştık

sanki o karanfiller vazosunda duruyor
boğaz'ın laciverdine aydan dağılan ışık
eli saydam bir büyü elime dokunuyor
ikimiz sanki hayal tepeden tırnağa aşık
asla görülmeyecek bir filmde yaşamıştık
bugün vardığımız yer gözümü korkutuyor

o vücudunda rahat kendisiyle barışık
ben kendime kısayım bu aşk bana sığmıyor
neş'esi köpük köpük işi gücü taşkınlık
taşıdığım tasayı besbelli taşımıyor
benim varlığım her an korkudan aşınıyor
vehimlerim bir orman ıssızlığa alışık

ATTİLA İLHAN

Üstadın bu şiirini çok beğenirim. Kimi Sevsem Sensin, kitabının kenarda köşede kalmış bir şiiri "ben tuzparça yerdeyim". Şairin 12. yani son şiir kitabının bir şiiri aynı zamanda. Şiirin bilgi yayınevine ait baskısında "meraklısına notlar" bölümünde, bu şiire yer verilmediğinden şiirin yazım aşaması, şairine hissettirdikleri hakkında bir bilgiye sahip olamıyoruz. Bilen bilir, Attila İlhan'ın şiir kitaplarının son bölümünde, üstadın seçtiği şiirlerin hikayeleri yer bulur.

Dr. Yakup Çelik'in "Şubat Yolcusu" adlı Attila İlhan şiirleri üzerine yaptığı araştırmaları içeren kitabı da 11. kitap şiirlerine kadar okuyucuyu bilgilendiriyor. Anlayacağınız Attila İlhan'ın son kitabı "Kimi Sevsem Sensin..." hakkında detaylı bir çalışma yok henüz.

Şiiri -naçizane- beraber değerlendirelim o halde:

Şiirin bütününe göz attığınızda Attila İlhan şiirlerinde sıklıkla karşılaştığımız "imkansız aşk" temine rastlıyorsunuz. İmkansız Aşk temi ta Divan geleneğinden bu yana şiirimizin en önemli temalarından biridir. Modern çağın şairleri bu temi tabii ki Klasik devir şairlerine göre bambaşka açılardan işlemişlerdir. Ben Tuzparça Yerdeyim'de şair, şiir boyunca sevgilisiyle kavuşma arzusunu ve bu arzunun gerçeğe dönüşme ihtimalinin azlığını vurgulamaktadır. Şiirde şairin kendine göre gerekçeleri ve kaderin cilveleri bir arada sunuluyor.

(başladığımız örgü nedense yürümüyor
model seçimi kötü hesaplaşması çok zor) I.BENT

(ikimiz sanki hayal tepeden tırnağa aşık
asla görülmeyecek bir filmde yaşamıştık II.BENT
bugün vardığımız yer gözümü korkutuyor)

(o vücudunda rahat kendisiyle barışık III. BENT
ben kendime kısayım bu aşk bana sığmıyor)

Yukarıya aldığım bölümler şiiredeki imkansız aşk temini yansıtan en samimi dizeler bana göre.

Attila İlhan'ın şiirlerindeki imkansız aşk temini oluşturan ana unsur belki de aydın sorunsalını sonuna dek yaşayan bir adamın bu dizeleri kaleme almasıdır. Öyle ki "Sen Benim Hiçbir Şeyimsin" şiirini hatırlayanlar bilir, o ve onun gibi birçok şiirde kendine has sorunlarını, korkularını, umutlarını anlamayan, anlayamayan sevgiliye duyulan aşk, şair için de büyük sıkıntı yaratmıştır.

Ben Tuzparça Yerdeyim'in son bendine bakarsanız:
...
neş'esi köpük köpük işi gücü taşkınlık
taşıdığım tasayı besbelli taşımıyor
benim varlığım her an korkudan aşınıyor
vehimlerim bir orman ıssızlığa alışık...

dizelerini yazan şairin sevgi duyduğu, büyük ihtimalle de kendisine sevgi duyan insanla farklı dünyalara ait oldukları gerçeğini vurguladığını görürsünüz. Bu durum da şiirde imkansız aşk temini kuvvetlendirmiştir. Büyük şairlerin hemen hemen tamamında "anlaşılamıyorum","beni anlayan yok" sıkıntısını görebilirsiniz. Bu sorunsal sosyal dünyalarında onları yalnızlığa ittiği gibi böyle muhteşem şiirlerin de çimlenmesine vesile olmuştur.

Attila İlhan'ın bu güzel şiirinin ses unsurları ise muazzam denebilecek düzeyde. Üstad birçok şiirden bu konuya çok özen gösteriyor. İç kafiyeler ve dize sonu kafiyeleri, aliterasyonlar ve secilerle şiirlerini zenginleştiriyor. Bu şiirde de durum değişmemiştir. Öyle ki günümüzde ses unsuru pek fazla önemsenmese hatta basitlik olarak algılansa da Attila İlhan'ın vokabülariteyi önemsediğini ve bu durumun şiirleri okunur kıldığını görüyoruz.

11 Temmuz 2010 Pazar

İNFAZ


İNFAZ

Gözlerinin içindeki derin, boşluklarda kayboldum,

Zifiri karanlık bakışlarında…

Ve korkuyla çıkardım.

Yüzündeki her bir kutsalı,

Şimdi karşımda çıplaksın, gerçek duygularınla…

Ürküyorsun biliyorum,

Soğuktur gerçekler…

Dayanmak gerekir güç olsa da,

Yüreğine düşecek cemreyi beklemek.

Deliliğin sınırında yaşıyorsak ikimizde,

Sabahlar karanlık, geceler aydınlık bize…

Aşk ve sevgi adına yazamıyorsak,

Şiirlerimizi,

Suç bizde değildir,

Öğretilmemiş duyguları yaşayamıyorsak,

Bizim suçumuz…

1. EDEBİYAT MECLİSİ ŞİİR YARIŞMASI


Öncelikle belirtmeliyiz ki amacımız bu mütevazı yarışmayı gelenekselleştirmek. Bir diğer amaçsa tabii ki yetenekli arkadaşları blog vasıtasıyla tanıtmak ve belki de yeni "edebiyat meclisi" yazarları kazanmaktır.

KATILIMA İLİŞKİN BİLGİLER

1. Adaylarımız tek bir şiirle yarışmaya katılabilirler.
2. Adaylarımız şiirlerini, açık adresleri ile birlikte edebiyatmeclisi@hotmail.com adresine göndermelidir. Yapılan değerlendirme sonucunda seçilen 10 şiir, bütün okurların beğenisine sunulacak ve anket sonuçlarına göre şairimiz ödüllendirilecektir.
3. Şiirlerin değerlendirilmesi edebiyatmeclisi yazarları tarafında yapılacaktır.
4. Adaylar şiirlerini 11 Temmuz 2010 ile 31 Temmuz Temmuz 2010 tarihleri arasında gönderebilirler. Oylama süreci 1-20 Ağustos arasında tamamlanacaktır.
5. Yarışmanın ödülü Cemal Süreya'nın "Sevda Sözleri" kitabı ve edebiyatmeclisi'nde yazarlık olacaktır*

*Ödül yalnızca 1. şiir için geçerli olacaktır.

YEPYENİ BİR BAŞLANGIÇ


Uzun süredir sitede pek bir hareket yoktu. Kişisel uğraşılar blogla uğraşmamıza engel teşkil etti. Bugünden itibaren daha aktif bir "edebiyat meclisi" olmayı hedefliyoruz.

Yepyeni köşe yazıları, "Beğendiklerimiz" serisi, farklı türlere ilişkin yeni örnekler blogda olacak. 117 takipçimize, facebook'ta 1300'ü aşkın üyemize daha kaliteli ürünler sunma peşindeyiz. Blogun içeriği biraz farklılaşabilir. Salt edebi yazılarla siteyi şişirmemeyi planlıyoruz. Zaman zaman siyasal ve toplumsal içerikli yazılarla da karşınızda olabiliriz.

Yakın zamanda başlatmayı planladığımız şiir yarışmasını da sizlere müjdelemek istedik. İlerleyen günlerde bu mütevazı yarışma hakkında detaylı bilgiyi sizlere sunacağız.

Sevgiyle...

"Edebiyat Meclisi"