7 Eylül 2009 Pazartesi

Kanat Masalı



İsimsiz tüm savaş çocuklarına itafen...

Beş yaşının tüm saflığıyla gezinirken, ellerinde tahtadan yapılma şekilsiz oyuncağı vardı. Ona bakıyor, ufak adımlarıyla ilerliyordu. Onca sesin içinde hiçbir ses çıkarmadan yürüdü.

Yollar onu kalabalıkların içine çekti. Yürüdükçe hiçbir şey değişmedi sadece sesleri yüksek topluluklar arttı. Bazen babası elinden tutar yürürlerdi bu yollarda. Ama eskiden olduğu gibi değildi. Tanıdığı hiçbir şey yoktu burada. Yaşından beklenmeyen olgun bakışlarla süzdü çevreyi. O herkesin farkındayken kimse onun farkında değildi sıkıldı. Kenarda büyük bir taşın üzerine oturdu. Bakışları değişmemişti. Sokaklarda ev yıkıntıları vardı. İnsanlar etrafa dağılmış, o yıkıntıların etrafına toplanmış feryatlar, ağıtlar dizmekte, erkekler ellerinde küreklerle yıkıntıları aralayıp yaşayan birileri var mı diye anlamaya çalışmaktaydı. Yine demirden ölüm saçıcılar başlarının üzerinden hınçla geçerken Ardından ileriki mahallelerde göğe arsız alevler yükseldi.

Dünyanın bu isimsiz coğrafyasında meçhul zamanında bir kız çocuğu onca karmaşanın içinde sessiz bir gölge olarak ilerledi. Aklına anne, babasını sormak, kardeşlerini aramak gelmedi. Öyle şaşkındı ki. Ne olduğunu çözemiyordu. Sonra kocaman arabalar gördü. Araba olduklarını düşündü. Çünkü tekerlekleri vardı. Ama arabaya da tam benzetemedi. Kapıları yoktu, yüksektiler. O, daha önce hiç böyle bir araba görmemişti. Gerçi babasının da arabası yoktu. Ama komşularının arabasına binmişti birkaç kez. Arabaya benzer şeyler, yerleri sarsa sarsa yollardan geçti. Sesler daha da yükseldi. İnsanlar sağa sola kaçıştılar. Birkaç kişi hızla onun oturduğu tarafa koştururken, korktu. Gözlerinde ürkek bir ceylanın korkusu ve güzelliği gizliydi.

Kumral saçları dağılmış. Çok yeni olmasa da güzel elbisesinin yanları yırtılmış, ayakları çıplaktı. Elleri ve yüzü kirlenmişti. Toprak lekeleri vardı. Bunlar hiç umurunda değildi. Yalnız arada çıplak ayaklarına çakılların batmasında az da olsa bir acı hissetti. Kurşunun ilk bedene girme anındaki o sıcaklık ve sersemlik gibi hissizleşmiş olarak gezindi ortalıklarda. Oturduğu taşın üzerinden kalktı. Arabalar gitmişti. Etrafında yatışmamış sesler yüksek perdeden devam ederken şaşkınlığıyla oyuncağını kayanın yanında bıraktığını unuttu. Gördüklerini anlamasa da kötü şeyler olduğunu seziyordu.

Bunca karmaşanın yanında çok yukarılarda da bir telaş vardı. Melekler. Tanrı meleklerini yollamıştı bu yaralı coğrafyaya. Binlerce melek onlarca masumun kalbinde çarpıyordu dualarını. İnsanların acılarını hafifletmek ister gibi; “Allah” diyorlardı sessizce bu çaresiz insanların kulaklarına. Allah’ı terk etmeyen yürekler sabır çekti, acıya, yaşa bulanarak. İşte tam o sırada meleklerin başındaki yaşlı melek bu küçük kızı gördü. Bir zaman izledi. Ama kızın yanında kimse yoktu. Tek olduğunu anladığında hayretleri büyüdü. Bu karmaşanın içinde tek başına ne yapardı? İki genç meleğe seslenen yaşlı melek, onlara kızı gösterdi. “Bu kızı yalnız bırakmayın size emanet ediyorum onu.” Melekler üzgün gözlerle izlediler masumu. Ve sessizce uçup kondular yamacına. Kız tüm masumluğuyla yürürken. Onu melekler bile görmüşken, insanoğlu fark etmemişti daha.

Milyonlarca melek, binlerce masumu yalnız bırakmıyordu. Sabır sesleri arşın kapısını zorlamaya başlamıştı. İşte o sıralarda “hibakuşa” olup da ardından melekliğe terfi eden bir çocuk melek, gökyüzünden bu vahşeti izliyordu. Onun kanatları yoktu. Çünkü insanken ölenlerin melek olsalar bile melekliklerini kanıtlamadan kanatları çıkmazdı. Gökyüzünden bu vahşeti izlerken, silik anılar doluyordu yüreğine, patlayan bomba, ölen binlerce insan ve onun gibi ölmeyip daha sonra bu lanetle doğan bebekler. Ona “hibakuşa” derlerdi. Annesi Hiroşima’ya bomba atıldığında küçük bir kızmış. Ölmemiş ama daha sonra onu dünyaya getirmiş. Ve atılan bombanın etkisiyle sakat doğmuş. Çok yaşayamamış zaten. Sekizinci yaş gününü görememiş. Onu bir melek yapmışlar, kanatları olmasa da.

İşte bu küçük melek, olanları izlerken eskiye daldığı uykudan uyandı. Sırtında hissettiği o naif tüyden hafif elin varlığıyla. Cennetin en yaşlı meleği onun yanına gelmişti.
“Dünyayı izliyorsun demek. Olanlar korkutuyor seni de değil mi?”
“Evet” dedi küçük melek. “Korkutuyor. Ailemin ve sonra benim başıma gelenleri hatırlıyorum. Yine aynı şeyler mi olacak, biz küçük melekleri mi ağırlayacağız burada?”

Durdu. Sustu bir an. “Benim gibi kanatsız melekleri. Bizi iki tarafta da istemiyorlar mı ondan mı öldüm ve onun için mi burada da kanatlarım yok!” Yaşlı melek, üzgünce baktı yüzüne; “tabi ki hayır. Biz seni çok seviyoruz. Dünya da ölen tek çocuk sen değilsin ki baksana. Her saniyede onlarca çocuk ölüyor. Sen bir melek olarak değil bir çocuk olarak yaratıldığın için kanatların yok. Ama biliyorsun kazanmaya hakkın var!” Sustu genç melek. “Ama nasıl? Ben ne yapabilirim ki? Uçamıyorum, hiçbir yere gidemiyorum. Baksana binlerce melek orada, insanlara yardım ediyor bense sadece izliyorum.”

Küçük kız, kararmaya başlayan havanın etkisiyle hem korkmaya hem de şaşkınlığını artırmaya başlamıştı. Birden çok kısık bir sesle seslendi. “Anne!” Yanındaki iki melek birbirlerine baktılar. Biri diğerine sordu. “Öğrensene annesine ne olmuş? Onu oraya götürelim.” Diğeri uçup kayboldu bir an gözden. Kısa bir süre sonra üzgün gözlerle belirdi. “Şey” dedi. “Onun ailesi ölmüş. İsimleri var ölenlerin içinde.” Peki nasıl? “Bu kız dışarıda oyun oynuyormuş. Ve bir an boşluktan yararlanıp uzaklaşmış evden, aile durumun telaşıyla, ne yapacaklarını düşünürlerken bu kızı unutmuşlar. Ve ne yazık ki düşen bombaların ilklerinden biri kızın evinin üstüne düşmüş. Kurtulan yok.” Melek boş gözlerle baktı diğer meleğe. Bir of çekti. Anlayamıyordu. O bir melek olarak yaratılmıştı. Hiçbir arzusu, dünyevi bir kaygısı yoktu. Onun için insanları anlayamıyordu.

Sancılar büyürken küçük kız adım atmayı kesti. Birden olduğu yere, toprağın üzerine çömeli verdi. Melekler anlamıştı kız yavaş yavaş şoktan çıkıyor olanları anlamasa da annesinin yokluğunu fark etmeye başlıyordu. Seslendi, sessizliğin sesiyle “Anne!” Ses boşlukta yankı buldu. O küçücük kıpkırmızı dudakları açıldı bir daha. Korkuyla seslendi. “Anne!” Cevap yoktu. Meleklerden bir tanesi, gidip sarıldı kızın küçücük yorgun bedenine. Dönüp diğer meleğe; “Eğer” dedi. “Bu da o evde olsaydı şimdi onu alıp çoktan gitmiştik yukarıya. Ama baksana hiçbir şey yapamıyoruz şimdi.”

Sustular kızın körpe bedeni ağlamaktan sarsılıyordu meleklerin kolları arasında. İşte tam o sırada yaşlı melekle, çocuk melek çıkageldiler. “Bak!” dedi yaşlı melek “Görüyor musun bu kızı? İyi bak ona. Bu karmaşanın içinde, hayatta tek kaldı.” Genç melek şaşkın şaşkın baktı çocuğun yüzüne. Masumluğuna, yaşları hiç yakıştıramadı o güzelim gözlere. Sustu. Dünya bir kez daha farklı bir yönden sınıyordu onu. Gözleri takılı kaldı kızın yaşlarına, sarsılan küçücük, naif bedenine. Kendisinden üç ya da dört yaş küçük bu kıza baktı, küçücük yaşta omuzlarına yıkılan acılara.

“İşte!” dedi yaşlı melek. “Sana bir fırsat. Bu kızı sana emanet edeceğim.” O an diğer iki melek atıldı. “Nasıl olur!” diye. Yaşlı melek susturdu onları. “Siz karışmayın!” Çok kesin çıkmıştı emir, diğer melekler sustu. Genç melek şaşkınlıkla, bir yaşlı meleğe bir kıza bakıyordu. “Tamam” dedi. “Ama nasıl? Benim kanatlarım bile yok. Ne yapabilirim ki onun için?” Yaşlı melek bir süre suskunluğunu korudu ve devam etti. “Sen” dedi, “Ona yaren olacaksın koruyacaksın onu. Buradaki melekler anlamaz onun sıkıntılarını, acılarını sen anlayacaksın!”

Diğer iki melek şaşkınca izliyordu yaşlı meleği. Genç melek gülümsedi. “Tabi ki anlarım onu. Ben de kaybettim ailemi ve onun gibi yalnızdım. Yaren olurum olmasına da onu nasıl koruyacağım ki?”
“İşte” dedi yaşlı melek; “Bunu başardığında sana kanatlarını armağan edeceğim.” Bir an sessizlik oldu. Diğer melekler şaşkın, genç melek öylece kala kaldı. “Gerçekten mi?” dedi. “Gerçekten mi, bende hakiki bir melek mi olacağım şimdi?” “Evet” dedi yaşlı melek. “Hak edebilirsen olacaksın. Sözüm söz.” Ardından gitmeye hazırlandılar. Yaşlı melek, genç meleğe dönüp; “Güveniyorum sana” dedi. Ve ekledi, “Çok zor durumda kaldığında kullanman için sana üç seslenme hakkı veriyorum. Çok sıkışırsan bana seslen. Ama haklarını sakın boşa harcama sonra lazım olabilir.” “Tamam” dedi genç melek. Peki dedi, “Kıza kendimi gösterebilir miyim?” Güldü yaşlı melek, “Bunu başarabilirsen onu korkutmadan, neden olmasın?” “Tamam” dedi genç melek. Diğer iki melek şans diledi ona ve yaşlı melekle beraber uçup gittiler. Genç melek küçük kızla yalnız kalmıştı bu karmaşanın içinde. Öylece bakıyordu ona, çıplak ayaklarına, dağılan saçlarına. İçinde tarifsiz bir sevgi vardı ve anlayamadığı bir huzur. “Neden?” dedi. “neyin huzuru bu?” Bu karmaşanın içinde küçük kızla birlikte kalmıştı. Ayrıca üstesinden gelmesi gereken onca şey vardı.

Kız sessizce yerde oturuyordu. Etraftan sesler yükselse de inen karanlığın etkisiyle insanlar hep bir yerlere sığınmış kalabalıklar azalmıştı. Kızın olanları anlamadığı bakışlarından belliydi. Susmuş bakınıyordu öylece. Melek yavaşça oturdu yanına ve usulca sarıldı ona. “Keşke” dedi, “Senle konuşmaya çalıştığımda ürkmeyeceğini bilebilsem, o zaman bölerdik bu sessizliği.” Kız gözlerini meleğin gözlerine dikti. Melek irkildi. Sustu. Kız yavaşça araladı o küçücük ağzını, “Ben duyuyorum seni merak etme!” dedi. Başını meleğe yasladı iyice. Hafif bir rüzgâr çıplak ayaklarından başlayıp üşütüyordu ufak bedenini. Sokuldu iyice meleğin kuytusuna. Şaşkın melek bir süre sustu. “Ama” dedi, “Nasıl duyuyorsun beni?” “Bilmiyorum” dedi küçük kız. “Ama duyuyorum.” Bir an sustuktan sonra meleğin gözlerinin içine baktı. “Onlar nerede?” dedi. Melek bir anlık tereddütle, “onlar diğer meleklerin yanına gitti” dedi. Kız anlamıştı. “Öldüler yani öyle mi, peki ben neden hala buradayım?” “Bu senin kaderin” dedi melek. “Ben de senin gibi kaybetmiştim ailemi. Bak kanatları olmayan bir meleğim.” Kız durdu. “Benle kazanacaksın o kanatları dimi?” Melek, “onları da mı duydun?” dedi. “Evet!” dedi kız. “Yalnız o iki melekle konuşamadım. Onlar bana senin gibi bakmadılar.” Melek küçük kızın saçlarını okşadı. “Benim doğmayan kız kardeşim gibisin. Belki de ondan böle sevdim seni. O annemin karnında ölmüştü, sonra da ben.” “Üzüldüm” dedi kız, meleğin gözlerinin içine bakarken.

Birden sesler yükseldi. Üstlerinde kocaman uçaklar ölüm saçıyordu bu yaslı coğrafyaya. Adını sanını bilmediğimiz, ismi olmayan insanların üzerine. Melek tuttu kızın ellerini bir sığınak arıyorlardı. Ama kalabalık insan grupları birbirlerini ezercesine sığınaklara koşturuyor kimse kızı görmüyordu. Sığınağın dışında kaldılar. Kara gece bir aydınlanıp bir sönerken koşuyorlar kendilerine bir yer arıyorlardı. Melek bir an kanatları boş verip bu kızı da alıp gitmek istedi, onu buradan, bu insanların arasından alıp gitmek. Yalnızdı o yukarda, kızın varlığı ona çok iyi gelirdi. Ama bunu yapamazdı biliyordu. Bir an yaşlı meleğin üç dilek hakkı geldi aklına. Ve “yaşlı melek!” diye seslendi.

Karanlık gecede parlayan ışık küçük bir kalkana aldı onları. Kızın gözleri kamaştı, sığındı meleğe. Öylece beklediler sabahı. Gün ışırken koruma kalktı üzerlerinden. Yürümeye başladılar. Kızın acıkan karnını doyurmayı başarıp yürüdüler, nereye gittiklerini bilmeden.
Kalabalıkların arasından geçtiler. Yıkılan evler, ağlayan çocuklar, sessiz kadınlar gördüler. Kız bunlarla ilgili birçok soru sordu meleğe. Melek anlatabildiği kadar cevapladı kızın sorularını. Onun daha bu yaşta hayatla yüzleşmesinin acısını taşıyordu içinde, kendi gibi ne tuhaf.
Yürürken diğer çocuklarla karşılaştılar. Birçok çocuk bir arada oturmuştu. Kız sokulmak istedi yanlarına. Melek, “temkinli tamam” dedi. Yaşları çok büyük değildi. Oturdular yanlarına. Her biri yalnız ve yaşlarına yakışmayan olgun suratlarla bir köşeye sinmiş duruyordu. Kız boş gözlerle baktı onlara. İçlerinden bir kaçının durumu kötüydü. Onlarla ilgilenecek kimse yoktu. Elbiselerine bulaşan kan kızı ürküttü. Meleğin elinden bir şey gelmiyordu. Kız bir an meleğe dönüp dilekler dedi. Melek şaşırdı. “Ya sen, olsun” dedi kız “kullan birini ve iyi et onları!” Melek, seslendi yaşlı meleğe ışıklar içinde bir el dokundu çocukların acıyan yanlarına. İnlemeler kahkahaya döndü, kalkıp oturdular onların bu halini gören kız daha bir sevindi. İlk defa kızı böyle güleç gördü melek. Onunda neşesi yerine geldi.

Yürüdüler melek omuzlarında alışık olmadığı bir ağırlık hissetmeye başlamıştı. Kızın gözleri takıldı bir an ve haykırdı. “İşte!” dedi “çıkmışlar.” Melek dönüp baktı bir an anlamamıştı. Sonra inanmadı. O artık gerçek bir melekti. Kız okşadı onun bembeyaz, yumuşacık kanatlarını. Ve iç geçirdi, bir melek olmayı düşledi. Annesi onu yedi aylıkken düşürecekmiş, ama düşmemiş. Yaşama tunmuş eğer düşseymiş oda böyle bir melek olacakmış.
Melek anlamış gibi kızın hüznüne baktı. Ve okşadı saçlarını. “Bunu isteme” dedi. “Yaşamakta güzel.” Kız suskunluğuyla kapkara gözleri dikti meleğin gözlerine. “Burada mı ve bu yalnızlıkla mı? Sende terk edeceksin beni nasılsa.” Melek sımsıkı kavradı kızın ellerini. Etrafta o büyük arabalar ve uçan demir kuşlar ölüm saçıyordu etrafa. Kız bir an durdu. Meleğin kanatlarını okşadı. Ve “seslen!” dedi yaşlı meleğe, “son bir dilek dileyeceğim.” Melek sorgusuzca seslendi.

Kız beliren ışıkla bir şeyler mırıldandı, meleğin ellerinin arasındaki elleri kayıp gitti usulca. Kız olduğu yere yığılıverdi. Melek işte o an anladı kızın dileğini. “Hayır! dedi, “hayır!” Kız usulca kapadı gözlerini. Patlayan bombaların arasında, elleri düştü yanına. Tam bitti dediği anda. Bedenini bırakıp emanet toprağa uyandı yeni bir başlangıca. Kanatsız küçük bir melek olarak gülümsedi ona. O an melek hem hüzne hem de sevince bulandı. İki ayrı duygu aynı anda dağıldı yüreğinin ortasında. Kız gülümsedi tüm güzelliği ve saflığıyla. Başka melekler gelip onu almak istediler, izin vermedi melek benle gelecek deyip sarıldı kızın ellerine. Beraberce çıktılar yukarı. Genç meleğin kanatlarını gören diğer melekler şaşırdılar.

Doğruca yaşlı meleğin yanına gittiler. Yaşlı melek olanlardan haberdardı. Kızın dileğini bilerek kabul etmişti. Onları karşılayıp baktı küçük kızın gözlerine, “Çok cesursun!” dedi. “Bu cesaret ödüllendirilmeli.” Genç meleğe dönüp onu tebrik ederken, sordu. “Kanatlarından birini bu kıza vermek ister misin?” melek şaşırdı. “Olur muydu?” “Evet!” dedi yaşlı melek. “Olur!” Sonra yaşlı melek kanatlardan birini ona armağan etti. Kız sevinmiş ama genç meleğin tek kanatla kalışına üzülmüştü. Yaşlı melek anladı durumu. “Bu kanatlar sizin birbirinize armağanınız, sıra benim armağanımda!” Şaşkınca baktı ikisi de yaşlı meleğe.

Melek kapatıp gözlerini bir şeyler mırıldandı. Verdiği armağan ikisine de birer kanattı. Kız kanatlarıyla gülümserken, o ölüme bulanmış yaralı coğrafya arkasında kalmıştı. Bir lanet kırılamamıştı belki, yine dakikaya yeniliyordu körpe bedenler. Ama hayat bu küçük kıza kanatlar armağan ediyordu, meleğe soyunan küçük yüreğinde…
…Ve anlıyorduk işte, ölmüyordu küçük kızlar bu yeryüzünde.



BURCU AKKANLI

2 yorum:

  1. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil
  2. bazı filmler vardır sinemanın ruhundan payına düşeni almamış ve her seyirde bir bir terkedilirler ya da daha gelişme kısmında hüküm yerler sonucuna bakılmaksızın.

    gerçek izleyici olmak, doğru yerde bulunmak ve beklemeyi bilmek gerek.
    yazınızda o cinsten olmuş.güzel bir final ve özet.
    teşekkürler..

    YanıtlaSil