Yakın bir arkadaşımın arkadaşı ölmüş dün.
Kızın resmini gördüm; tatlı kızmış. Hiç tanımamış olsam da adını çok duymuştum. Bir insanın iki gün önce yaşadığına ve artık yaşamadığına şaşırmak için adını bilmek yetiyor.
Yaş on altı. Gün Salı. Araba çarpması.
Ve o, artık yok.
Ne kadar inanılmaz geliyor, o kız iki gün önce nefes alıyor, düşünüyor, konuşuyordu. Arkadaşlarıyla gülüşüyordu. Ona dokunuyorlardı, orada olduğunu anlıyorlardı böylece. Ama o, bir daha hiç orada olmayacak.
Ne acı, öleceğini hiç tahmin etmezken ölmek. Yakında öleceğinin farkında olmak kadar acı. Mutlaka o kızın hayalleri vardı; gitmek istediği bir üniversite, sahip olmak istediği bir kariyer, eş, çocuklar… Kim bilir ne çok kez hayal etti kendi geleceğini, hiç olmayacağını bilmeden. Belki bu hafta sonu sinemaya gidecekti. Belki haftaya bir çıkma teklifi alacaktı. İki gün önce “yarın okula gitmeyeceğim” demişti annesine belki de. Evet, iki gün önce o kız konuşmuştu. Canlıydı.
Hepimiz geleceğimizi planlarız. Hepimizin hayalleri vardır; uzun ve dolu dolu bir hayat, mutlu bir yaşlılık… Ama bazılarımızın yaşlanacak zamanı olmaz. Hangimiz garanti altındayız ki? Hangimiz biliyoruz yarın da hala nefes alıyor olacağımızı? Belki yarın bana da araba çarpar. Belki yarın babam kalp krizi geçirir. Belki yarın dedem hiç uyanmaz. Belki intihar eder kuzenim.
O kız, öldüğü an ne hissetti acaba? Ne gördü? Ne düşündü? Tam o anda, tam o saniyede… Hayat vücudunda sönerken…
Peki ya şu an ne hissediyor? Nerede? Bulunduğu tek yer, sonsuz karanlık ve sessizlik mi? Yoksa gerçekten, hepimizin inanmak istediği gibi bir “öbür taraf” var mı? Yaşayan dostlarını izleyebiliyor mu bir yerlerden?
Ya izleyemiyorsa?
Ya yoksa bir “öbür taraf?”
Ya sahip olduğumuz tek şey, yaşadığımız bu hayatsa? Başka bir dünyaya gitmeyeceksek, ve geri dönmeyeceksek buraya?.. Bu düşünceler kimin canını yakmaz ki.
İki gün önce nefes alan, düşünen, konuşan o kız; ailesinin ve arkadaşlarının dokunduğu o beden, şu an toprağın altında çürümekte. Kulağa inanılmaz geliyor. İnanılmaz ve korkunç. Bir gün yerin üstünde, öbür gün altında.
Bir varmış, bir yokmuş…
PIRIL SESLİ
paralel fikirler dillenmişti...
YanıtlaSilhttp://kabakulakk.blogspot.com/2010/06/dunyay-sorguladm-atn-beni-iceri.html
:(((
YanıtlaSilZamansız ölümlerdir en çok insanın içini acıtan. Çok sevdiğimiz biri de olsa 70-80 yaşlarındaki kişilerin ölümleri zamanlı gelir bize ve tevekkülle karşılanır. Ama 16 yaşa ölüm yakışmadığından içimiz acır işte.
YanıtlaSilne acı! gELİP gidiyoruz dünyanın düzeni bu ama anneannem derdi hep ''Allah sıralı ölüm versin'' diye. sabırlar diliyorum yürekten ailesine:(
YanıtlaSilÇok zor.. Ben iki sene önce ablamı kaybettim, o kadar zor ki. Bazen sabahları uyandığımda bir boşluğa düşer gibi oluyorum, onun yüzünü hatırlamaya çalışıyorum ama olmuyor, telaşa kapılıyorum, ağlamaya başlıyorum hemen bir fotoğraf albümü bulup onunla benim mutlulukla gülümserkenki fotoğrafımızı bulup rahatlıyorum, hıçkırıklar sessizleşiyor ama işte o an asıl kalbim ağlamaya başlıyor. En acısı da ne bilir misiniz, ertesi gün hiçbir şey olmamış gibi ufak bir espriye gülebiliyorsun, sporunu yapabiliyorsun, eğlenebiliyorsun. Hayat garip ve acımasız. İnsan çabuk unutuyor. Unutmamalı mı? Tartışılır, ama hayat bize bunu sunuyorsa elden gelen bir şey yok, bu rolü oynamak zorundayız..
YanıtlaSil"Ölüm Allah'ın emri, ayrılık olmasa!" unuttuğum ölümü böyle yakınlarımızın, yakınlarımızın yakınlarının ölümleri anımsatıyor işte; ve kendi hayatımızı sorgulamaya, kendi ölümümüzden korkmaya başlıyoruz; bu hayatın devamının olacağı düşüncesi çok güzel; ama ya yoksa?
YanıtlaSilçok güzel yazmışsın.