İnci Dakikaları Sen bana yeni yılsın her dakikaHer dakika bir yaşıma daha giriyorum Sen benim üstüne titrediğim güzel ve yeni Saatim kadar saadetimin gözbebeği zamansın Ben bin parçaya bölündüm her parçasında Her parçasındayım kırkayak sesli boğuk arkadaşlığın Çalkantısız Üniversitenin yalnızlığın ve ağlamanın Erkek ağlar mı diyeceksin Hayberin kapısı ağlar mı erkek ağlar mı Ben yel gibi erkekler ağlar diyorum Bir dakika ağlar yılbaşı dakikasında Daha gözlerimin gerçek yaşları belirmeden Ağlamak diye bir şey yoktur diye bir şey Yüzme bilmeyen bir uyurgezer yüzer ya Çürük ve havada asılı tahtalar üstünde Hafif kedi ayaklarıyla yürür gerçekten yürür ya Sen benim ağlamamı erkeklığıme Uyanan ölmeyen yenilenen Azgın kışlar içinde keskin baharlar bulan Seni bulan yeniden bulan tekrar tekrar bulan erkekliğime say Bütün bir yıl bütün bir yaşama boyu Gizli heybelere binbir gece eşyası doldurduğuma say Ben otomobilleri böylesine yankısız sağır komam Öyle bir isyan şiiri var ki ben onu yakalayacağım Bu yunan şehrinin düzenini öper ve yalvarırım Şehrin ölümünü yanlış anlama Gözleri kör oldu doğrudur ama o kadar Ve şehrin gözlerini geri verme dakikalarıdır bu yılgın çanlar Senin odan günışığı en güzel müzik bana Farklılıklar odası Giden tren buharları içinde örümcek ağı Sen güzel örümcek ağı yaşamakla yaşamamak Doğduğumuz şüpheyle öldüğümüz şüphe arasına gerilmiş Garip bulut farklı müzik güzel örümcek ağı Ben bir yabancı buğunun kokusunu alıyorum Bu kokuyu alıyorsam onulmaz kıskançlık yaramdandır Benim garipliğime bakma benim kıskançlığıma bakma benim İncilerin ilk gerçek ve yeni yorumunu bulur gibi oluyorum Bu inciler denizlerin en karanlık noktalarında bile yoktur Benim ak ve kara kayalar içinde bulduğum inciler Bu inciler sen olmasan bende bile yoktur Oldukları yerde bile |
Sezai Karakoç |
30 Aralık 2010 Perşembe
HER YIL YİNELENEN BİR HEYECAN
28 Aralık 2010 Salı
22 Aralık 2010 Çarşamba
DOĞUM GÜNÜ ŞİİRİ
YENİ YAŞ NAZİRESİ
“Hayal meyal şeylerden ilk aşkımız;
Hatırası bile yabancı gelir
Hayata beraber başladığımız
Dostlarla da yollar ayrıldı bir bir;
Gittikçe artıyor yalnızlığımız”
Cahit Sıtkı Tarancı
Sanma hüzünle uzlaşmışım
Acı tatlı yaşananlardan
Bir adım daha uzaklaşmışım
Son diye koyduğum noktalarda
Yaşımla sarmaş dolaşmışım.
Her yaş onlara daha bir benziyorum
Şu disiplini başucu kitabı yapanlara
Aynı öğüdü vermekten beziyorum
Aynı şeyleri yapan çocuklara
Eski fotoğraflarımmış gibi bakıyorum.
Yirmi üç Aralık bin dokuz yüz seksen iki
Belirsizliğe çığlık attığım günde
Aşkları görseydim zulümleri belki
Gelmezdim değil ama durmazdım önde
Beklemezdim zalimleri
O kadar hızlı geçmiş ki günler
Daha dün gibi kadeh kaldırışım bahara
Bu en sevilen filmi izlemeye benzer
Bir çırpıda okunan romana
O kadar hızlı geçmiş ki günler
Bugün az daha yakınlaştım ebediyete
Dudaklarımda ne bir heyecan ne bir haz
Fazla sürmez diye girdim bu diyete
Acılar az olsundu derdim, kırgınlıklar az
Yıllar bakmıyor işte niyete.
BENİ KÖR KUYULARDA MERDİVENSİZ BIRAKTIN
Denizler ortasında bak yelkensiz bıraktın,
Öylesine yıktın ki bütün inançlarımı;
Beni bensiz bıraktın; beni sensiz bıraktın.
sen misin yoksa
neden bu limanda gemiler aglamaklı
kaldırın su masayı gozlerimden
bu ne cok deniz bu ne cok martı
en iyisi meyhane yoklugunda
belki durulur zaman bu calkantı
goturun su masayı gözüm gormesin
bu ne cok kadeh bu ne cok rakı
ne güzel ayaklardı ki hala unutmadım
ve elleri sarkı soylerken aglardı
susturun su sarkıları yeter artık
bu ne cok beste bu ne cok sarkı
batırın gemileri vurun zamana
ya bir hancer verin bana gümüş saplı
bırakmayın öldürün öldürün beni
bu ne cok keder bu ne cok acı
besbelli bir giden var
sen misin yoksa
neden bu limanda gemiler aglamaklı
kaldırın su masayı gozlerimden
bu ne cok deniz bu ne cok martı
ne güzel ayaklardı ki hala unutmadım
ve elleri sarkı soylerken aglardı
susturun su sarkıları yeter artık
bu ne cok beste bu ne cok sarkı
batırın gemileri vurun zamana
ya bir hancer verin bana gümüş saplı
bırakmayın öldürün öldürün beni
bu ne cok keder bu ne cok acı
bu ne cok deniz bu ne cok martı
bu ne cok kadeh bu ne cok rakı
bu ne cok keder bu ne cok acı
bu ne cok beste bu ne cok sarkı
21 Aralık 2010 Salı
CEMAL SÜREYA'YA DAİR...
sen el kadar bir kadınsındır
sabahlara kadar beyaz ve kirpikli
bazı ağaçlara kapı komşu
bazı çiçeklerin andırdığı
iş bu kadarla bitse iyi
bir insan edinmişsindir kendine
bir şarkı edinmişsindir, bir umut
güzelsindir de oldukça, çocuksundur da
saçlarınla beraber penceredeyken
besbelli arandığından haberli
gemiler eskirken, deniz eskirken limanda
sevgili
19 Aralık 2010 Pazar
NERGİS İLE YANKI
NERGİS ile YANKI
Nergis dünyaya geldiğinde
Su perisi olan anası
Ona baktı da uzun uzun
Ya bu dünya güzeli çocuk
Göze gelirse diye meraklandı,
Dar attı kendini falcının yanına,
“Oğlumun ömrü uzun mu falcı baba?”
Falcı mavi saçlı periye dedi ki,
“Evet, ama hiç görmezse kendini..”
Delikanlı Nergis on altısında,
Sevgilisiydi herkesin.
Ama hiçbiri bu talihsizlerin
Sokulamamıştı yanına,
Çünkü döndüğünü bilmiyordu dünya,
Büyümez gibi büyüyordu bervak otu,
Kunduz bilmeden acıkıyordu,
Görmeden bakıyordu geyik.
Güzelliðini bilmeyen güzellik,
Issızdı görkemi içinde,
Nergis büyüsü içinde donuk donuktu.
Hani öğle saati amfitrit
Sallanarak derin sularda
Uyur ya ağýr, kibirli, alıngan,
Hani kayalık dağın doruğundan
Göz açıp kapayıncaya kadar
Yürek oynatırcasına iniverir ya
Uçurum telaşsız ve yaban,
Hani kaldırır başını orman dinler
Gülümseme nedir bilmeyen yavru şahin,
Hani papağanları ürkütür
Tavşanları kovalar yavru kaplan..
Bir gün kurduğu ağlara doğru
Sürerken ürkek geyikleri
Söze ilk başlamayı bilmeyen Yankı
Onu görüp vurulu verdi.
Ardına düþtü Nergis’in gizlice,
Tutup yalvarmak isterdi,
Yalvarýp sarmak isterdi,
Ama Yankı’ydı o, biri söylerse ancak
Ancak son sözleri yinelerdi.
Çevresinde bir şeyler sezinleyen Nergis
Dedi ki “Kim var yanımda benim?”
Yankı mutlu, ses verdi:
“Ben’im”
Nergis bakınıp dört yanına,
Kimsecikler görmedi, şaştı.
Çünkü görünmek için en uygun sözü bekleyen
Ormana saklanmıştı.
Aldandı Nergis kendi sesine
Bağırdı, “Gel birleşelim!”
Yankı ses verdi gene,
“Birleşelim!”
Ve sarılmak için özlediğine,
Çıktı ormandan.
Ama aldatıldığını anlayan Nergis
Onu korku ile itti.
“Çek beni kucaklamak isteyen ellerini
Ölürüm de sana öyle yar olurum.”
Yankı da son olarak dedi ki,
“Yar olurum.”
Ve ormanın içlerine çekildi.
O günden beri ıssız mağaralarda
Kendini yakıp bitiren Yankı
İşittirir sesini bütün çağıranlara,
Söylemek istediği içinde saklı,
“O da sevsin dilerim Tanrım,
Sevsin de kavuşmasın derim Tanrım”
Oralarda bir akarsu vardı.
Ne dağlarda otlamayı seven keçiler,
Ne çobanlar, ne bir sürü, ne bir kuş
Bozabilmişti duruluğunu bu suyun.
Hiç güneþ görmeyen bir kuyunun
Serinliği gibi serin, ne bir yaprak yüzer
Yüzünde, ne bir küçük titreyiş.
İşte av yorgunu Nergis
Uzandı bir gün içmek için bu suya
Görünce yüzünü birden bire suda
Başkası sandı kendini,
Başkası diye vuruldu kendine,
Kalakaldı güzelliğinin önünde.
Mermer bir yonuttu sanki yüzü,
Bir çizgisi bile oynamıyordu.
Nergis kendini kucaklamak istiyordu,
Seven de kendi, sevilen de.
Kaç kez kollarını boş yere
Suya daldırdı tutmak için bu başı,
Açlık da ne, yorgunluk da ne,
Hiçbir şey onu bu yerden ayıramadı.
Niye direniyorsun, söylesene,
Kaçıcı bir görüntü yakalamak için?
Sen dönünce yok olacak sevdiğin,
Seninle gelir, seninle gider gördüğün,
Sen kendinsin arkasından koþtuğun,
Niye direniyorsun, söylesene!
Büyülenmiş, kendini seyrederken öyle,
Suya damladı gözyaşları,
Bir bulanıklık oldu suyun yüzünde.
Silinip uzaklaşmaya başladı Nergis,
Sağlıcakla kal dedi ta derinden Nergis,
Düştü bitkin başı çiçekli çimenlere.
Nergis’in ölüsü bulunamadı,
Düştüğü suda şimdi safran rengi,
Beyaz bir çiçektir artık adı…
12 Aralık 2010 Pazar
İSTANBUL ÜZERİNE...
23 Kasım 2010 Salı
Ben Bir Öğretmenim,Öğrenciliği Hiç Bitmeyen...
Bana çocuk gözleri verin
O eşsiz saflığın penceresinden
Naif bir tabloda hatırladığım
Şiirler boyu satırladığım
Eskitilmiş hayatlar öğrenirim
Ben bir öğretmenim
Öğrenciliği bitmeyen....
(Şiir : Sezen Aksu )
Bu kutsal ve yüce mesleği icra eden tüm değerli öğretmenlerimize saygı ve minnettarlıkla...
ÖĞRETMENLER GÜNÜ KUTLU OLSUN
BUGÜN 24 KASIM. BUGÜN: BÜYÜK ÖNDER MUSTAFA KEMAL ATATÜRK’ÜN MİLLET MEKTEPLERİ BAŞÖĞRETMENLİĞİNİ KABUL ETTİĞİ VE BAŞÖĞRETMEN UNVANINI ALDIĞI GÜNDÜR.
BU ÖNEMLİ GÜNÜ BEN VE ÖĞRETMEN ADAYI ARKADAŞLARIM BELKİ DE İLK KEZ BİR ÖĞRETMEN OLARAK KUTLAYACAĞIZ.
BÜYÜK DÜŞÜNÜR EFLATUN “TANRI, KENDİNE BİR MESLEK SEÇMEK İSTESEYDİ MUTLAKA ‘ÖĞRETMEN’ OLURDU.” DİYOR. EVET, ŞÜPHE YOK Kİ “ÖĞRETMENLİK” YANİ İNSANLARA BİR ŞEYLER ÖĞRETEBİLME VE SABIR GÖSTEREBİLME SANATI BU DÜNYADAKİ EN KUTSAL UĞRAŞLARDAN BİRİDİR.
ÖĞRETMENLER GÜNÜ DENİNCE AKLIMA İLKOKUL ÖĞRETMENİM GELİYOR. BÜYÜK BİR HEYECANLA ONA TOPLADIĞIMIZ KIR ÇİÇEKLERİNİ DÜŞÜNÜYORUM. SIRAYA GEÇİMİŞİZİ, HEDİYELERİMİZİ MASASINA SEVİNÇLE BIRAKIŞIMIZI TEBESSÜMLE ANIYORUM. GÜLÜMSEYİŞİ, MUTLU OLUŞU HİÇ ÇIKMIYOR AKLIMDAN. “KISITLI İMKALAR İÇİNDE NE BÜYÜK BİR ÖZENLE YETİŞTİRMİŞ BİZLERİ.” DİYEREK İÇ ÇEKİYORUM.
BUGÜN, ÖĞRETMENİMİN İÇİNDE KOPAN FIRTINALARI ÇOK DAHA İYİ ANLIYORUM. YANLIŞ BİR ŞEY YAPTIĞIMIZDA ÇATILAN KAŞLARINI, HER NE OLURSA OLSUN BİZLERE TOZ KONDURMAYIŞINI, BİR ANNE BİR BABA MİSALİ KANATLARI ALTINDA BİZLERE BİR YER ARAYIŞINI, ÇOK AMA ÇOK İYİ ANLIYORUM.
SON OLARAK BÜTÜN ÖĞRETMENLER ADINA BAŞTA BAŞÖĞRETMEN MUSTAFA KEMAL ATATÜRK OLMAK ÜZERE ONUN GİBİ ÖMÜRLERİNİ ÇAĞDAŞ, LAİK BİR TÜRKİYE UĞRUNDA FEDA EDEN BÜTÜN ÖĞRETMEN BÜYÜKLERİMİZE SESLENİYORUM:
“BİZLER YANİ BU YOLCULUĞUN İLK METRELERİNDE OLANLAR, TAŞIDIĞIMIZ YÜKÜN AĞIRLIĞINI OMUZLARIMIZDA HİSSEDİYORUZ. BIRAKTIĞINIZ YERDEN DEVRALDIĞIMIZ BU BAYRAĞI LAYIKIYLA TAŞIYACAĞIMIZDAN ŞÜPHENİZ OLMASIN. GELECEĞE UMUTLA BAKAN, KENDİ DEĞERLERİNİ ASLA UNUTMAYAN, ÇAĞDAŞ, LAİK, ATATÜRKÇÜ BİR GENÇLİK YETİŞTİRECEĞİMİZE SÖZ VERİYORUZ!
19 Kasım 2010 Cuma
BİR AKIM YARATMAK: GARİP
BAKİ'NİN BİR GAZELİ ÜZERİNE
18 Kasım 2010 Perşembe
LÜGAT
doğum gününü tanımlayabilirim
SESSİZ MÜZİK
16 Kasım 2010 Salı
TİTANLARIN SAVAŞI
15 Kasım 2010 Pazartesi
SERE SERPE
14 Kasım 2010 Pazar
SAKATIN RÜYASI
Bazen rüyamda, hiç yorulmadan koştuğumu görürüm. Durmadan; nefes nefese bile kalmadan. Bir adımımla kilometreleri aşabilirim bazen. Bazen bir arabanın yanında, bazen birilerinden kaçarken görürüm kendimi. Beni hiç yakalayamazlar. Dün geceki rüyamda da kaçıyordum yine. Hayatımda küçük ya da büyük yeri olan bütün insanlarla dolu bir gemideydim. Bilmediğim bir nedenden ötürü, beni gördükleri anda peşime düşüyorlar, ama asla bana yetişemiyorlardı. İnsanların ve eşyaların arasından yılan gibi sıyrılıyor, her seferinde izimi kaybettiriyordum. Hiç yorulmuyor, uyandığım ana kadar koşuyordum hala…
Ben koşmayı bilmem, yorulmayı da; belki de bu yüzden hiç yorulmam rüyalarımda.
YAZAN: PIRIL SESLİ
31 Ekim 2010 Pazar
DÜZEN ADAMLIĞI VE DÜZENDIŞILIK
20 Ekim 2010 Çarşamba
Çirkin Çocuk Günceleri – 2
Üzerimden attığım yorganın aslında sandığımdan daha ağır olduğunu yatağın içine oturunca anlıyorum. Omuzlarımda ufak bir ağrı var. Ellerimle istemsizce ovuşturuyorum. Kirlenmeye başlamış çarşafa takılıyor gözüm, bir süre hiç kıpırdamadan duruyorum. Ne yapmalıyım şimdi. Dudaklarım aralanıyor ama ses çıkmadığını kulaklarımda ki boşluktan anlıyorum. Evet diyorum herkes gibi bir şeyler yapmalı. Uyanınca ne yapılıyorsa onu. Yüz numaraya uğramalı, elimi yüzümü yıkamalı. Onlar gibi olmalıyım. Ya sonra… Sonrasını da sonra düşünürüz diyorum.
Ayaklarımı sallandırıyorum yataktan. Sürüye sürüye geçiyorum odalardan. Yalandan bir su çarpıp suratıma geri dönüyorum başladığım yere. Yine bağdaş kuruyorum yatağın içinde. Sesler artmaya başlıyor ya öğlen oldu diyorum ya da ikindiye yaklaştık okuldan çıkıyorlar. Odanın karanlığını aralıyorum perdelerde ve anlıyorum öğlenin çoktan geçtiğini. Karnımdan gelen seslerde onaylıyor bunu. Giyinip kendimi dışarıya atıyorum.
Çocuklar öbek öbek geçiyor yanımdan. Bazıları iki kişi mahcup bir gülümseme takınmışlar dudaklarına. Belli ki ilk defa birinin eli değiyor ellerine. Yanakları al al. Nasıl da özeniyorum onlara. Lise de kimsenin elini tutmadığımı hatırlıyorum. Bana imalı bakan tüm kızlara düşmanca davranıp ağlattığımı. Neyin intikamıydı aldığım sanırım anımsamıyorum.
Adımlarımı hızlandırıyorum öğrenci kalabalıklarını yararak ve nereye gittiğimi bilmeyerek ilerliyorum. İstiyorum ki hava kararsın artık. Çocuklar çekilsin sokaklardan. Bizim gibi yaşlı bıkkın insanlara kalsın meydanlar. Baya zaman geçtiğini sızlamaya başlayan ayaklarım anlatmaya çalışıyor bana. Geçerken lokantalara bakıyorum yarı aydınlık bir yer arıyorum kendime. Kimsenin yüzünün seçilmediği amacın sadece yemek yemek olduğu bir yer. Sonun da sokağın dibine sıkışmış tavanı diğerlerine göre oldukça alçak bir yer buluyorum. Kapıda önlüğünün rengi grileşmiş, ellerinin üstünde ki kıl demetleri karanlığa rağmen seçilebilen orta yaşı geçmiş bir adam karşılıyor. Buyur abi diyor çorba sıcak, dönerde var. Midemin sesleri otur diyor bana. Oturuyorum köşeye. Sırtımı duvarın soğuğuna veriyorum. Kelle paça diyorum var mı olmaz mı abi diyor şivesinin tüm içtenliğiyle. Kap gel o zaman diyorum çok açım. Limonlu sirkeli dumanı üstünde tüten çorba az sonra geliyor masaya. İştahıma ben bile şaşıyorum, üçüncü sınıf bir lokanta da hem de böyle bir çorbayı bu denli açlıkla yiyişime şaşıyorum!
Yenen yemek, içilen çaydan sonra yine atıyorum kendimi sokağa. Ekim kasımın habercisi gibi, saat ilerlediğinden olsa gerek üşütmeye başlıyor. Gece yarısına az bir zaman var. Kimi evlerin ışıkları sönüyor, düzenli aile bunlar diyorum sabah sekiz akşam beş. On bir dedi de mi yatak. Aslında hiç de fena gelmiyor kulağa ama bana göre değil. Hâlâ kalabalıklığını koruyan sokaklardan geçiyorum. Arsız kadınlar, yılışık erkekler. Ne güzel diyorum orta da hiç çocuk yok. Görmüyorlar bunları. Nasılsa bir gün bunlarla tanışacaklar bu kadar erken olmasına gerek yok. Yılışan bir kadını tersleyip, adımlarımı hızlandırıp evime doğru gidiyorum. Her gün tekrarlanan ritüeli tamamlamak için.
BURCU AKKANLI
17 Ekim 2010 Pazar
Çirkin Çocuk Günceleri – 1
Çirkin Çocuk Günceleri – 1
Karanlığın katmanlarının olduğunu öğreniyorum. An be an artan aydınlık özlemimin içinde. Karanlığın elleri alnım da geziyor. Korkmuyorum. İnsanlardan daha yakıcı ve daha acımasız olamaz ki.
Gözlerim kapalı, günün aydınlandığını sokağa doluşan seslerden anlıyorum. Artan çocuk sesleri bana okul saatinin yaklaştığını anlatıyor. Gözlerim de canlanıyor mavi önlüklü çocuklar. Gruplar halinde koşuşan ve onların arkalarından ilerleyen tek başlarına çocuklar. Sırtların da çantalarının yükünden başka, görünmez acılar taşıyan, sessiz, sakin ve geneli gözlüklü çocuklar. Yeryüzüne yanlışlıkla atıldıklarını düşünürler. Ama sessizce kimseye dillendirilmemiş acılar gibidir bu hisleri. Yasaklanmış bir cümle gibi koyunlarında taşırlar. Yürürken tekrarlarlar, inanmasalar da bugün güzel olacak bugün güzel olacak. Oysa kendileri bile inanmazlar bu dediklerine.
Gözlerimi açmıyorum açarsam sanki her sabah o yalancı gülücüklerini yüzlerine yapıştırıp çıkan o kimsesiz çocuklar kaybolacaklar gözümün önünden. Oysa hatırladığım en önemli anılarımdan biri o çocuklar. Nereden tanıyorsunuz demeyin bana. O sır hala takılı kursağımda. Onlar yürüyor oysa ben gözlerim kapalı bekliyorum. Değişmiyor hiçbir şey. Oysa büyüyünce geçer sanıyordum. Değiştirebilirim her şeyi, ama olmuyor. Şimdi karşılarına geçip, kollarından tutup silkelesem onları uyanın desem, büyümeyi beklemeyin hiçbir şey değişmeyecek aklınızı başınıza toplayın uyanın! Ama yapamam inanmazlar ki bana. Kendimden biliyorum bende olsam inanmazdım onlara.
Yol uzuyor okulun kapısında duran büyük çocuklar ilişiyor gözüme. İstemsizce kasıyorum bacaklarımı koşmaya hazırlanır gibi. Biri gelip dikiliyor karşıma. Anlamlandıramadığım sözcükler dökülüyor ağzından sadece dudaklarının kıpırdadığını fark ediyorum. Gerisi umurumda değil. Çok ufak bir çocuk değilim oysa istesem o kocaman burnunun üzerine bir yumruk sallayabilir, tüm hayatımı değiştirebilirim ama yapmıyorum omuzlarım daha da düşüyor. Yavaşça yürüyüp geçiyorum yanından. Elini kulağımda hissettiğim de çok geç olduğunu biliyorum ama hiç tepki vermeden benimle dalga geçmesinin bitmesini bekliyorum. Keyfi kaçıyor direnmeyip, yalvarmayınca bırakıyor beni. Küçümseyen bakışları üzerim de hissediyorum. Yürüyorum. Okulun içi daha da kalabalık. Sesler bir uğultu gibi. Alışığım. Merdivenleri tırmanıp dalıyorum sınıfıma. Sanki bir gölgeyim hiçbir ses hiçbir merhaba gelmiyor. Oturuyorum sırama. Buna da alışığım.
Gözlerimi açıyorum. Geceden daha acıtıcı şeyler olduğunu biliyorum demiştim. Var işte. O çocukları kurtaramıyorum ve onların hayatları benimkinden farksız olmayacak biliyorum.
Devam edecek….
BURCU AKKANLI
13 Ekim 2010 Çarşamba
KAPTANSIZ BEŞ YIL
“KAPTANSIZ BEŞ YIL”
Attila İlhan’ı kaybedeli 5 yıl olmuş. Seneler ne de çabuk geçiyor. O, Türk edebiyatının yaşayan son büyük şairlerindendi. Onun ölümü edebiyatımızı elsiz ayaksız, öksüz bıraktı. Ardında hafızalara kazınmış, anılarımızı süslemiş bir sürü şiir, roman, televizyon programı ve film bıraktı üstat.
İzmir’in Menemen ilçesinde gözlerini dünyaya açtığında gelecekte böylesine bir şahsiyet olacağını biliyor muydu acaba İlhan? Arkasından “Kaptan” diye sesleneceklerini? Lise yıllarında sevdiği kıza gönderdiği mektubuna iliştirdiği Nazım Hikmet şiirlerinin onu zindana tıkabileceğini düşünmüş müydü hiç? Bir 11 Ekim sabahı fenalaşarak bu dünyaya veda edeceğini…
Kaptan, 5 yıldır aramızda değil. O meşhur şapkasını takıp Karşıyaka’nın sahillerinde, İstanbul’un sisli bulvarlarında yürürken kimsecikler görmüyor onu. Televizyondaki tatlı sohbetlerini de dinleyemiyoruz artık. 5 yıldır bu İzmirli delikanlının boşluğunu en derinlerimizde hissediyoruz.
“Her ölüm, erken ölümdür” der Cemal Süreya. Attila İlhan’ın ölümü de öyle geldi bizlere. Ama o bizim gönüllerimizde eşsiz eserleriyle sonsuza dek yaşayan büyük ustaların arasında yerini aldı. Ona, onun sözleriyle beş yıl sonra yeniden seslenelim istedim. Nur içinde yat KAPTAN!!
üstüme varma bulutları tutamam
böyle paldır küldür gideceklerdir
gelmezsen fark etmez kimseyi aramam
asıl sevdiklerim en içimdekilerdir
onlarla yaşarım eğer yaşarsam
olur mu gecemi yeşile çalmak
yıldız çivilemek parmak uçlarıma
ölüm kadar çabuksa eğer yaşamak
hiç doğmamayı isterdim ama
bir kere doğmuşum ölmek yasak
12 Ekim 2010 Salı
"KEDİ ÖLDÜREBİLECEK YARATIKLAR" İÇİN İMZA KAMPANYASI
http://www.sessizkalmasucaortakolma.com/dilekce/dilekce_detay.asp?id=584&DURUM=2 tıkla imzala Kanunda SUÇ olarak tanımlanmayan katliamlar hakkında kamuoyunun dikkatine! | ||||
Kanunda SUÇ olarak tanımlanmayan katliamlar hakkında kamuoyunun dikkatine! İzmir Bornova’da meydana gelen şiddet olayı hakkındadır. Geceyarısı beş üniversiteli genç evlerinde ve ders çalışıyor olmaları gereken saatte, yanlarında şiddete zorladıkları, zorla KATİL yapmaya çalıştıkları masum bir köpekle bir kediye uyguladıkları vahşetle güvenlik kameralarına yakalanmışlardır. Bu gençler geceyarısı herkes uyurken köşede kutuya sığınmış bir kediye saldırıp başını ezerek öldürdüler. Sadece canları öyle istediği için bir başka canlıyı hunharca katlettiler. Medeni bir hukuk ülkesinde yaşadığımıza olan inançla şikayetimizi hazırlıyorduk ki bu SUÇ'un Türk Ceza Kanunundaki karşılığını bulamadık. Kamu vicdanını yaralayan ve toplumsal barışı, sade vatandaşların güvenliğini tehdit eden bu hunharca hareket SUÇ olarak kanunlarda tanımlanmıyor. Bu sefer imzalar KANUNDA YAZILMAMIŞ, KAMU VİCDANINDA SABİT OLMUŞ SUÇLARIN CEZALANDIRILMASI içindir. Biz aşağıda imzası bulunan YAŞAM HAKKI SAVUNUCULARI bu şekilde keyfe keder işlenen ve bir sonraki aşamasında insana yönelecek şiddetlerin GERÇEKTEN SUÇ OLARAK KABUL EDİLMESİNİ & TÜRK CEZA KANUNU KAPSAMINDA cezalandırılmasını talep ediyoruz. Bu yüzyılda ülkemizde halen bu gibi SUÇLARIN kabahatten sayılmasını ve böylesine psikopatların aramızda elini kolunu sallayarak dolaşmasını kınıyoruz. Saygılarımızla |