31 Ekim 2010 Pazar
DÜZEN ADAMLIĞI VE DÜZENDIŞILIK
20 Ekim 2010 Çarşamba
Çirkin Çocuk Günceleri – 2
Üzerimden attığım yorganın aslında sandığımdan daha ağır olduğunu yatağın içine oturunca anlıyorum. Omuzlarımda ufak bir ağrı var. Ellerimle istemsizce ovuşturuyorum. Kirlenmeye başlamış çarşafa takılıyor gözüm, bir süre hiç kıpırdamadan duruyorum. Ne yapmalıyım şimdi. Dudaklarım aralanıyor ama ses çıkmadığını kulaklarımda ki boşluktan anlıyorum. Evet diyorum herkes gibi bir şeyler yapmalı. Uyanınca ne yapılıyorsa onu. Yüz numaraya uğramalı, elimi yüzümü yıkamalı. Onlar gibi olmalıyım. Ya sonra… Sonrasını da sonra düşünürüz diyorum.
Ayaklarımı sallandırıyorum yataktan. Sürüye sürüye geçiyorum odalardan. Yalandan bir su çarpıp suratıma geri dönüyorum başladığım yere. Yine bağdaş kuruyorum yatağın içinde. Sesler artmaya başlıyor ya öğlen oldu diyorum ya da ikindiye yaklaştık okuldan çıkıyorlar. Odanın karanlığını aralıyorum perdelerde ve anlıyorum öğlenin çoktan geçtiğini. Karnımdan gelen seslerde onaylıyor bunu. Giyinip kendimi dışarıya atıyorum.
Çocuklar öbek öbek geçiyor yanımdan. Bazıları iki kişi mahcup bir gülümseme takınmışlar dudaklarına. Belli ki ilk defa birinin eli değiyor ellerine. Yanakları al al. Nasıl da özeniyorum onlara. Lise de kimsenin elini tutmadığımı hatırlıyorum. Bana imalı bakan tüm kızlara düşmanca davranıp ağlattığımı. Neyin intikamıydı aldığım sanırım anımsamıyorum.
Adımlarımı hızlandırıyorum öğrenci kalabalıklarını yararak ve nereye gittiğimi bilmeyerek ilerliyorum. İstiyorum ki hava kararsın artık. Çocuklar çekilsin sokaklardan. Bizim gibi yaşlı bıkkın insanlara kalsın meydanlar. Baya zaman geçtiğini sızlamaya başlayan ayaklarım anlatmaya çalışıyor bana. Geçerken lokantalara bakıyorum yarı aydınlık bir yer arıyorum kendime. Kimsenin yüzünün seçilmediği amacın sadece yemek yemek olduğu bir yer. Sonun da sokağın dibine sıkışmış tavanı diğerlerine göre oldukça alçak bir yer buluyorum. Kapıda önlüğünün rengi grileşmiş, ellerinin üstünde ki kıl demetleri karanlığa rağmen seçilebilen orta yaşı geçmiş bir adam karşılıyor. Buyur abi diyor çorba sıcak, dönerde var. Midemin sesleri otur diyor bana. Oturuyorum köşeye. Sırtımı duvarın soğuğuna veriyorum. Kelle paça diyorum var mı olmaz mı abi diyor şivesinin tüm içtenliğiyle. Kap gel o zaman diyorum çok açım. Limonlu sirkeli dumanı üstünde tüten çorba az sonra geliyor masaya. İştahıma ben bile şaşıyorum, üçüncü sınıf bir lokanta da hem de böyle bir çorbayı bu denli açlıkla yiyişime şaşıyorum!
Yenen yemek, içilen çaydan sonra yine atıyorum kendimi sokağa. Ekim kasımın habercisi gibi, saat ilerlediğinden olsa gerek üşütmeye başlıyor. Gece yarısına az bir zaman var. Kimi evlerin ışıkları sönüyor, düzenli aile bunlar diyorum sabah sekiz akşam beş. On bir dedi de mi yatak. Aslında hiç de fena gelmiyor kulağa ama bana göre değil. Hâlâ kalabalıklığını koruyan sokaklardan geçiyorum. Arsız kadınlar, yılışık erkekler. Ne güzel diyorum orta da hiç çocuk yok. Görmüyorlar bunları. Nasılsa bir gün bunlarla tanışacaklar bu kadar erken olmasına gerek yok. Yılışan bir kadını tersleyip, adımlarımı hızlandırıp evime doğru gidiyorum. Her gün tekrarlanan ritüeli tamamlamak için.
BURCU AKKANLI
17 Ekim 2010 Pazar
Çirkin Çocuk Günceleri – 1
Çirkin Çocuk Günceleri – 1
Karanlığın katmanlarının olduğunu öğreniyorum. An be an artan aydınlık özlemimin içinde. Karanlığın elleri alnım da geziyor. Korkmuyorum. İnsanlardan daha yakıcı ve daha acımasız olamaz ki.
Gözlerim kapalı, günün aydınlandığını sokağa doluşan seslerden anlıyorum. Artan çocuk sesleri bana okul saatinin yaklaştığını anlatıyor. Gözlerim de canlanıyor mavi önlüklü çocuklar. Gruplar halinde koşuşan ve onların arkalarından ilerleyen tek başlarına çocuklar. Sırtların da çantalarının yükünden başka, görünmez acılar taşıyan, sessiz, sakin ve geneli gözlüklü çocuklar. Yeryüzüne yanlışlıkla atıldıklarını düşünürler. Ama sessizce kimseye dillendirilmemiş acılar gibidir bu hisleri. Yasaklanmış bir cümle gibi koyunlarında taşırlar. Yürürken tekrarlarlar, inanmasalar da bugün güzel olacak bugün güzel olacak. Oysa kendileri bile inanmazlar bu dediklerine.
Gözlerimi açmıyorum açarsam sanki her sabah o yalancı gülücüklerini yüzlerine yapıştırıp çıkan o kimsesiz çocuklar kaybolacaklar gözümün önünden. Oysa hatırladığım en önemli anılarımdan biri o çocuklar. Nereden tanıyorsunuz demeyin bana. O sır hala takılı kursağımda. Onlar yürüyor oysa ben gözlerim kapalı bekliyorum. Değişmiyor hiçbir şey. Oysa büyüyünce geçer sanıyordum. Değiştirebilirim her şeyi, ama olmuyor. Şimdi karşılarına geçip, kollarından tutup silkelesem onları uyanın desem, büyümeyi beklemeyin hiçbir şey değişmeyecek aklınızı başınıza toplayın uyanın! Ama yapamam inanmazlar ki bana. Kendimden biliyorum bende olsam inanmazdım onlara.
Yol uzuyor okulun kapısında duran büyük çocuklar ilişiyor gözüme. İstemsizce kasıyorum bacaklarımı koşmaya hazırlanır gibi. Biri gelip dikiliyor karşıma. Anlamlandıramadığım sözcükler dökülüyor ağzından sadece dudaklarının kıpırdadığını fark ediyorum. Gerisi umurumda değil. Çok ufak bir çocuk değilim oysa istesem o kocaman burnunun üzerine bir yumruk sallayabilir, tüm hayatımı değiştirebilirim ama yapmıyorum omuzlarım daha da düşüyor. Yavaşça yürüyüp geçiyorum yanından. Elini kulağımda hissettiğim de çok geç olduğunu biliyorum ama hiç tepki vermeden benimle dalga geçmesinin bitmesini bekliyorum. Keyfi kaçıyor direnmeyip, yalvarmayınca bırakıyor beni. Küçümseyen bakışları üzerim de hissediyorum. Yürüyorum. Okulun içi daha da kalabalık. Sesler bir uğultu gibi. Alışığım. Merdivenleri tırmanıp dalıyorum sınıfıma. Sanki bir gölgeyim hiçbir ses hiçbir merhaba gelmiyor. Oturuyorum sırama. Buna da alışığım.
Gözlerimi açıyorum. Geceden daha acıtıcı şeyler olduğunu biliyorum demiştim. Var işte. O çocukları kurtaramıyorum ve onların hayatları benimkinden farksız olmayacak biliyorum.
Devam edecek….
BURCU AKKANLI
13 Ekim 2010 Çarşamba
KAPTANSIZ BEŞ YIL
“KAPTANSIZ BEŞ YIL”
Attila İlhan’ı kaybedeli 5 yıl olmuş. Seneler ne de çabuk geçiyor. O, Türk edebiyatının yaşayan son büyük şairlerindendi. Onun ölümü edebiyatımızı elsiz ayaksız, öksüz bıraktı. Ardında hafızalara kazınmış, anılarımızı süslemiş bir sürü şiir, roman, televizyon programı ve film bıraktı üstat.
İzmir’in Menemen ilçesinde gözlerini dünyaya açtığında gelecekte böylesine bir şahsiyet olacağını biliyor muydu acaba İlhan? Arkasından “Kaptan” diye sesleneceklerini? Lise yıllarında sevdiği kıza gönderdiği mektubuna iliştirdiği Nazım Hikmet şiirlerinin onu zindana tıkabileceğini düşünmüş müydü hiç? Bir 11 Ekim sabahı fenalaşarak bu dünyaya veda edeceğini…
Kaptan, 5 yıldır aramızda değil. O meşhur şapkasını takıp Karşıyaka’nın sahillerinde, İstanbul’un sisli bulvarlarında yürürken kimsecikler görmüyor onu. Televizyondaki tatlı sohbetlerini de dinleyemiyoruz artık. 5 yıldır bu İzmirli delikanlının boşluğunu en derinlerimizde hissediyoruz.
“Her ölüm, erken ölümdür” der Cemal Süreya. Attila İlhan’ın ölümü de öyle geldi bizlere. Ama o bizim gönüllerimizde eşsiz eserleriyle sonsuza dek yaşayan büyük ustaların arasında yerini aldı. Ona, onun sözleriyle beş yıl sonra yeniden seslenelim istedim. Nur içinde yat KAPTAN!!
üstüme varma bulutları tutamam
böyle paldır küldür gideceklerdir
gelmezsen fark etmez kimseyi aramam
asıl sevdiklerim en içimdekilerdir
onlarla yaşarım eğer yaşarsam
olur mu gecemi yeşile çalmak
yıldız çivilemek parmak uçlarıma
ölüm kadar çabuksa eğer yaşamak
hiç doğmamayı isterdim ama
bir kere doğmuşum ölmek yasak
12 Ekim 2010 Salı
"KEDİ ÖLDÜREBİLECEK YARATIKLAR" İÇİN İMZA KAMPANYASI
http://www.sessizkalmasucaortakolma.com/dilekce/dilekce_detay.asp?id=584&DURUM=2 tıkla imzala Kanunda SUÇ olarak tanımlanmayan katliamlar hakkında kamuoyunun dikkatine! | ||||
Kanunda SUÇ olarak tanımlanmayan katliamlar hakkında kamuoyunun dikkatine! İzmir Bornova’da meydana gelen şiddet olayı hakkındadır. Geceyarısı beş üniversiteli genç evlerinde ve ders çalışıyor olmaları gereken saatte, yanlarında şiddete zorladıkları, zorla KATİL yapmaya çalıştıkları masum bir köpekle bir kediye uyguladıkları vahşetle güvenlik kameralarına yakalanmışlardır. Bu gençler geceyarısı herkes uyurken köşede kutuya sığınmış bir kediye saldırıp başını ezerek öldürdüler. Sadece canları öyle istediği için bir başka canlıyı hunharca katlettiler. Medeni bir hukuk ülkesinde yaşadığımıza olan inançla şikayetimizi hazırlıyorduk ki bu SUÇ'un Türk Ceza Kanunundaki karşılığını bulamadık. Kamu vicdanını yaralayan ve toplumsal barışı, sade vatandaşların güvenliğini tehdit eden bu hunharca hareket SUÇ olarak kanunlarda tanımlanmıyor. Bu sefer imzalar KANUNDA YAZILMAMIŞ, KAMU VİCDANINDA SABİT OLMUŞ SUÇLARIN CEZALANDIRILMASI içindir. Biz aşağıda imzası bulunan YAŞAM HAKKI SAVUNUCULARI bu şekilde keyfe keder işlenen ve bir sonraki aşamasında insana yönelecek şiddetlerin GERÇEKTEN SUÇ OLARAK KABUL EDİLMESİNİ & TÜRK CEZA KANUNU KAPSAMINDA cezalandırılmasını talep ediyoruz. Bu yüzyılda ülkemizde halen bu gibi SUÇLARIN kabahatten sayılmasını ve böylesine psikopatların aramızda elini kolunu sallayarak dolaşmasını kınıyoruz. Saygılarımızla |
ORHAN GENCEBAY-FUZULİ
*Ya Rab aşk belasıyla içli dışlı kıl beni, bir an bile ayırma aşk belasından beni
10 Ekim 2010 Pazar
INDECENT PROPOSAL
8 Ekim 2010 Cuma
KİTAP ÖNERİSİ: KÜRK MANTOLU MADONNA
6 Ekim 2010 Çarşamba
AŞK
ÖMRÜMDE SÜKUT
İpekli mallarını kimseye göstermeden
Sonu gelmez kumlara uzanırsa muttasıl
Ömrüm öyle esrarlı geçecek ses vermeden
Ve böylece bu ömür, bu ömür her dakika
Bir buz parçası gibi kendinden eriyecek
Semada yıldızlardan, yerde kurtlardan başka
Yaşayıp öldüğümü kimseler bilmeyecek