23 Kasım 2010 Salı

Ben Bir Öğretmenim,Öğrenciliği Hiç Bitmeyen...

Dünyanın bütün nimetlerini alın
Bana çocuk gözleri verin
O eşsiz saflığın penceresinden
Naif bir tabloda hatırladığım
Şiirler boyu satırladığım
Eskitilmiş hayatlar öğrenirim
Ben bir öğretmenim
Öğrenciliği bitmeyen....

(Şiir : Sezen Aksu )

Bu kutsal ve yüce mesleği icra eden tüm değerli öğretmenlerimize saygı ve minnettarlıkla...

ÖĞRETMENLER GÜNÜ KUTLU OLSUN


BUGÜN 24 KASIM. BUGÜN: BÜYÜK ÖNDER MUSTAFA KEMAL ATATÜRK’ÜN MİLLET MEKTEPLERİ BAŞÖĞRETMENLİĞİNİ KABUL ETTİĞİ VE BAŞÖĞRETMEN UNVANINI ALDIĞI GÜNDÜR.


BU ÖNEMLİ GÜNÜ BEN VE ÖĞRETMEN ADAYI ARKADAŞLARIM BELKİ DE İLK KEZ BİR ÖĞRETMEN OLARAK KUTLAYACAĞIZ.


BÜYÜK DÜŞÜNÜR EFLATUN “TANRI, KENDİNE BİR MESLEK SEÇMEK İSTESEYDİ MUTLAKA ‘ÖĞRETMEN’ OLURDU.” DİYOR. EVET, ŞÜPHE YOK Kİ “ÖĞRETMENLİK” YANİ İNSANLARA BİR ŞEYLER ÖĞRETEBİLME VE SABIR GÖSTEREBİLME SANATI BU DÜNYADAKİ EN KUTSAL UĞRAŞLARDAN BİRİDİR.


ÖĞRETMENLER GÜNÜ DENİNCE AKLIMA İLKOKUL ÖĞRETMENİM GELİYOR. BÜYÜK BİR HEYECANLA ONA TOPLADIĞIMIZ KIR ÇİÇEKLERİNİ DÜŞÜNÜYORUM. SIRAYA GEÇİMİŞİZİ, HEDİYELERİMİZİ MASASINA SEVİNÇLE BIRAKIŞIMIZI TEBESSÜMLE ANIYORUM. GÜLÜMSEYİŞİ, MUTLU OLUŞU HİÇ ÇIKMIYOR AKLIMDAN. “KISITLI İMKALAR İÇİNDE NE BÜYÜK BİR ÖZENLE YETİŞTİRMİŞ BİZLERİ.” DİYEREK İÇ ÇEKİYORUM.

BUGÜN, ÖĞRETMENİMİN İÇİNDE KOPAN FIRTINALARI ÇOK DAHA İYİ ANLIYORUM. YANLIŞ BİR ŞEY YAPTIĞIMIZDA ÇATILAN KAŞLARINI, HER NE OLURSA OLSUN BİZLERE TOZ KONDURMAYIŞINI, BİR ANNE BİR BABA MİSALİ KANATLARI ALTINDA BİZLERE BİR YER ARAYIŞINI, ÇOK AMA ÇOK İYİ ANLIYORUM.


SON OLARAK BÜTÜN ÖĞRETMENLER ADINA BAŞTA BAŞÖĞRETMEN MUSTAFA KEMAL ATATÜRK OLMAK ÜZERE ONUN GİBİ ÖMÜRLERİNİ ÇAĞDAŞ, LAİK BİR TÜRKİYE UĞRUNDA FEDA EDEN BÜTÜN ÖĞRETMEN BÜYÜKLERİMİZE SESLENİYORUM:


“BİZLER YANİ BU YOLCULUĞUN İLK METRELERİNDE OLANLAR, TAŞIDIĞIMIZ YÜKÜN AĞIRLIĞINI OMUZLARIMIZDA HİSSEDİYORUZ. BIRAKTIĞINIZ YERDEN DEVRALDIĞIMIZ BU BAYRAĞI LAYIKIYLA TAŞIYACAĞIMIZDAN ŞÜPHENİZ OLMASIN. GELECEĞE UMUTLA BAKAN, KENDİ DEĞERLERİNİ ASLA UNUTMAYAN, ÇAĞDAŞ, LAİK, ATATÜRKÇÜ BİR GENÇLİK YETİŞTİRECEĞİMİZE SÖZ VERİYORUZ!

19 Kasım 2010 Cuma

BİR AKIM YARATMAK: GARİP


Hece dergisinin "Şiir Özel Sayısı"nı üniversite yıllarında didik didik etmişimdir. Bugün yeniden göz attım bu kalınca kitaba. 1940 sonrası Türk şiirinin gelişimini yeniden okuma ihtiyacı duydum.

Nazım Hikmet'in gerçek anlamda açtığı serbest şiir çığırı, Garip akımı ile anlam kazandı biliyorsunuz. Bu akımın temsilcileri Orhan Veli, Oktay Rifat ve Melih Cevdet'tir.

Edebiyatımızın bilinçli yani bir bildiri ile okur karşısına çıkan akımlarından biridir "Garip". Garip akımından önce Fecr-i Ati'yi, Genç Kalemlerle Milli Edebiyatçıları ve pek işe yaramayan girişimleriyle Yedi Meşalecileri bu bildiri sahibi akımlar listesine alabiliriz.

Bu sıkıcı bilgilerden sonra bu yazıyı neden kaleme almak gereğini duydum belirteyim: Bu insanlar dünya dertleri içinde boğuşurken hangi duygularla şiirin gelmesi gereken noktayı düşünüyorlar, bu mevzuyu tartışıyorlar ve eyleme geçiyorlardı. Hepsinden de öte bu insanlar nasıl oldu da yüzlerce sanatçı arasından sıyrılarak bugün adlarını saydığımız ve edebi dünyayı sarsan akımların yaratıcıları oldular.

Garip akımını incelediğim için bu sorulara bu üç kafadarın hikayesiyle cevap vereyim.

Orhan Veli, Melih Cevdet ve Oktay Rifat edebiyatta devrim denebilecek bir şey varsa onu gerçekleştiren 3 kafadardır. Bugün hayalini bile kuramayacağımız bir hareketin mimarlarıdır. Tabii bu gruba hükmettiği her halinden belli olan Orhan Veli'yi ayrı tutmalıyız.

Orhan Veli, 3 kafadar olarak ortak değerlere sahip bir şiir anlayışını haber vermek üzere oluşturacakları ve şiirlerinden izler taşıyan bir kitap hayal eder. Bu kitapta bu 3 arkadaş şiirlerinden örnekler sunacaklar kitabın önsözündeyse savundukları sanat anlayışını beyan edeceklerdir. Orhan Veli bu kitabın adının "Tahattur" (hatırlama) olabileceğini düşünmektedir. Yine de kafasında soru işareti kalmasın diye fikrini M.Kemal Kurşunoğlu'na açar. Kurşunoğlu bu kelimenin eski olduğunu başka bir şey denemeleri gerektiğini belirtir ve ekler: "Bence sizin şiirleriniz başkalarınca yadırganıyor, onlara farklı, garip geliyor buna göre bir isim seçmelisiniz."Der. Orhan Veli "Garip" adını benimsemiştir. Farklı anlamındaki sözcük aynı zamanda gurbet olgusunu yaşayan insan anlamındadır. Gerçekten de bu 3 kafadar o dönemlerin şiir dünyasında gurbeti yaşamaktadırlar.

Akımın adının nasıl ortaya çıktığını gördünüz. Dediğim gibi bugün hayalini dahi kuramayacağımız bir tanınma sürecinin ilk adımı böyle atılıyor. Düşünsenize tek başınıza ya da arkadaşlarınızla bugünkü edebiyat dünyasını sarsabilecek bir akım yaratma çabası içinde oluyorsunuz. Bütün imkanlarınız var (internet, iletişim,ulaşım,teknoloji vb.) Ne kadar başarılı olabilirdiniz?

Neyse bu 3 kafadar savundukları sanat anlayışlarını çok enteresan bir biçimde, yani adlarına yakışır bir biçimde yaymayı uygun görmüşlerdir.

Garip akımı Türk şiirinin 600 yıllık geçmişini topyekun reddeden, şiiri sanatlı söyleyişten ve beylik laflardan ve gelenekten koparmayı amaçlayan o döneme göre inanılmaz radikal özellikler taşıyan bir akımdır. Orhan Veli ve arkadaşları vezinsiz, sanatsız günlük yaşamın naif yanlarını ele alan böylesine farklı bir anlayışı yaymak için değişik yollar denemiştir. Orhan Veli sazlı sözlü sohbetlerde asla kendinden bahsetmeden arkadaşlarının şiirlerini seslendirmiş, kendini işin içine pek koymadan onların üsluplarını övmüş ve anlayışlarını onların ağzından dile getirmiştir.

Yine Orhan Veli dikkat çekmek için koca bir çelengi alarak dönemin ünlü edebiyatçılarının toplandıkları meclislere girmiş, bir başka gün eline bir sürü balon alıp aynı işi tekrarlamıştır.

Melih Cevdet'in anılarında belirttiği gibi bu üç kafadar farklı olduklarını ispat mecburiyetindedir. Bunu hem hayatlarındaki farklılıklarıyla hem de tavırlarıyla da göstermeyi amaçlarlar. Örneğin, Orhan Veli, dönemin ünlü şairleriyle edebiyat sohbetleri sırasında -pek çok devirdaşının para ve iş istemesinin aksine- getirmeyi planladıkları yeni anlayışı sakinlikle savunarak üstadları sinir eder, iş ya da para gibi isteklerini dile getirmediği içinse üstadların bu istekleri redderek intikam almalarına engel olur.

Evet bu makaleyi okuduğumda kafamdaki soru işaretleri de silinmiş oldu. Şiirleriyle beni gülümseten bu üç kafadar hakikaten şiir dünyasının gülen ve güldüren yüzleriymiş. Şiirleri ikinci yeniciler ve toplumsal gerçekçiler için bir "saçmalık" ve "basitlik" abidesi olarak görülmüşse de edebiyat dünyasındaki yerleri açıktır. Günümüzde böyle bir adımın atılabilmesi, devrin şartlarını düşününce mümkün görünmüyor. Keza şiiri, sanatı böylesine kendine dert edinmiş bir topluluğun olmayışı da buna zemin hazırlıyor.

Sıkıcı yazımı yine merakımın bir meyvesi ile bitireyim. pandora.com.tr adresinden dilerseniz yukarıda bahsettiğim 1941 yılında basılan o nadide eser "Garip" kitabına ulaşabilirsiniz. Orijinali değil tabii, tıpkı basımı. Ben almayı planlıyorum, böylesine eserler kitaplığımda bulunmalı diye bir rahatsızlığı olanlara duyurulur!

BAKİ'NİN BİR GAZELİ ÜZERİNE

Yine Divan'dan açacağım sözü. Bu nedenle amaaan gene mi eskiler yahu, " eskiye mazi, yeniye niyazi" haydi benden bu kadar diyenler varsa bu cümleden sonrasını boşversin:D

Şöyle bir Divan Şiiri Antolojisini dolaşırken, üniversitede öğretmenlerimizin bize okuduğu o harika gazelle karşılaştım ve paylaşmak istedim sizlerle. Bu bahsettiğim gazelin sahibi Baki. Aslına bakarsanız taa 16.yüzyıldan yani 1500'lü yıllardan günümüze toplumsal gerçeklerle ilgili harika işaretler göndermiş Baki bu gazelinde. Hani zaman çok kötüye gidiyor, nerede o eski aşklar vb. deriz ya aslında o yıllarda da durum günümüzdekinden pek farklı değilmiş. Şikayetler 400 yıl geçmesine rağmen aynı. Bakın beraber inceleyelim gazeli


*****Gazel******

Açıl bağun gül ü nesrini ol ruhsarı görsünler
Salın serv ü sanavber şive-i reftarı görsünler

*Bağın gülü sen yüzünü aç da o güzel yanağını görsünler;salın salın da servi ve çam senin o yürüyüşünü(çalımını) görsünler.

Kapında hasıl itdi bu devasuz derdi hep gönlüm
Ne derde mübtela oldı dil-i bimarı görsünler

*Gönlüm bu devasız derdi hep senin kapında kazandı;hasta gönlümün nasıl bir onulmaz derde tutulduğunu görsünler.

Açıldı dağlar sinemde çak itdüm giribanum
Muhabbet gülşeninde açılan gülnarı görsünler

*Göğsümde yaralar açıldı, yakamı parçaladım;sevginin gül bahçesinde açılan nar çiçeğini görsünler

Ten-i zarumda pehlüm üstühanı sayılur bir bir
Beni seyr itmeyen ahbab musikarı görsünler

*Zayıf bedenimdeki kaburga kemikleri bir bir sayılabilir; beni görmemiş olan dostlar aynen bana benzeyen musikarı (musikar, kayaların üzerinde durarak gagasını açan ve bu sayede ciğerine dolan rüzgarla sesler çıkaran oldukça zayıf bir kuş türüdür. musiki sözcüğü buradan gelir.) görsünler.




Güzeller mihriban olmaz dimek yanlışdur ey Baki
Olur vallahi billahi heman yalvarı görsünler

*Ey Baki! Güzeller acımaz, şefkat göstermez demek yanlıştır; vallahi billahi gösterirler hele biraz yalvarı görsünler.


Evet gazel böylece sonlanıyor. Dikkat ettiyseniz son beyitle, diğerlerini biraz ayrı tuttum. İlk dört beyitte, klasik mazmunlarla sevgiliye duyulan hasret, sevgilinin güzelliği gibi unsurlar anlatılıyordu. Ancak son beyitte bu yazıyı yazmama neden olan sözcüklerin sıralandığını görüyoruz. Şair güzellerin şefkat, merhamet göstermeyen bir insan olmadıklarını söylüyor bütün bir Divan geleneğine karşı çıkarak. Tabii niyeti ikinci dizede belli oluyor. Şair sözünü "Yeter ki biraz yalvarı görsünler"cümlesi ile tamamlıyor. "Yalvar" tahmin edeceğiniz gibi günümüzdeki "yalvarmak" eylemidir. Biraz yalvardığınızda, yalvarı gördüğünüzde yani yalvarıverdiğinizde o hırçın güzellerin şefkat ve merhametle yaklaşacaklarını belirtiyor Baki. Öyle mi diyor gerçekten acaba:D ??? Hayır tabii ki böyle büyük bir şairin bu kadar basit, cezbedici hiçbir yanının olmadığı bir beyit oluşturması beklenemez. Baki burada yalvar sözcüğünü tevriyeli bir biçimde kullanıyor. "Yalvar" bir para birimidir. Hindistan bölgesinde kullanılmaktadır. Yani biz okurlar öncelikle "yalvarmak" eylemini düşünüyoruz; ancak sözcüğü irdeleyince aslında devrinin belki de bütün devirlerin şikayetini dillendirmiş olduğunu anlıyoruz Baki'nin. Para her kapıyı o devirde de açıyormuş.

Demiştim, ah nerede o eskiler diye ağlayanlara inanmayın!:D Bakın 500 yıl evvelinde de aynı şeylerden şikayet ediliyormuş:D Sevgiyle...


18 Kasım 2010 Perşembe

LÜGAT


doğum gününü tanımlayabilirim
bir şairin şiir yazması gibi
alın yazısı en etkileyici sözlerle
yazılmıştır kara kaplı bir deftere

çocukluk yaşamın oyun bahçesidir
dalından yeni koparılmış bir çiçek gibi kokar
insan yüzündeki yapraklar artsa bile
bu dikenli çiçeği sımsıkı tutar.

aşkı tanımlayabilirim
aşksızlığı bir de
aşksızlık ölüme ağlamaklı bakmak
sonsuzu sonlu sanmaktır
aşk sonsuzu ölümüne yaşayıp
bir sonluya aldanmaktır

yalnızlığı tanımlayabilirim
tanımlayabilirim ki yalnızlık
fırlama ve arsız bir adamı
gözü görür kulağı duyarken bile
kör ve sağır bırakan bir karanlık

ölüm, tanımlamaların bittiği andır
yolculuğa benzetirim bir de
bir şiirin bitişi gibi
bir yağmurun ansızın indirişi gibi
toprak kokusu gibidir bir de
ölüm, damardaki son damla kandır.

Murat Gil

SESSİZ MÜZİK

Uzun süredir herhangi bir şiir güzel gelmiyordu bana. Oldukça fazla şiir okuduğumu sanıyorum ve olağanüstü olduğunu düşündüğüm bütün şiirleri (Türk) okumuşumdur diye düşünürdüm. Meğer henüz hiçbir şey okumamışım. Çok beğendiğim bir şiir daha oldu:


Sen kış güneşi misin
Yakarsın ısıtmazsın

Bir ırmağın ortası yoksa
Seni mi hatırlayacağım

Bu dünyada olup bitenlerin
Olup bitmemiş olması için
Ne yapıyorsun

Sizin evin duvarları taştan
Dumanı da mı taştan

Seni kız arkadaşlarından
Sevinç gözyaşları içinde
Öpen olmayacak mı

Ezberlediğin şiir

Beklediğin adam



(1955,Ocak) Sezai Karakoç

16 Kasım 2010 Salı

TİTANLARIN SAVAŞI


Bu filmin senaristin hayal gücüne bağlı bir yapım olduğunu düşündüğümden uzun süre izlememiştim. Oysa "Titan" kavramının Yunan mitolojisinde "Tanrı" kavramıyla örtüştüğünü Sunay Akın'ın "Önce Kadınlar ve Çocuklar" adlı güzel kitabından öğrenmiştim. Buna rağmen niçin mitolojik bir hikaye olduğunu çıkaramadım anlayamadım.

Neyse geç de olsa bu güzel yapımı izleme fırsatı buldum. Holywood'un en iyi yanı dünyaya mal olmuş birçok olayı harika efektler yardımıyla izleyicinin önüne sunması. Bundan evvel mitolojik olayların yer aldığı birçok film izledik. Bunların en etkileyicisi tabii ki meşhur Troya Savaşlarının ve Achilles'in kahramanlıklarının anlatıldığı "Truva" filmiydi.

Yunan mitolojisinin o fantastik yanı sanırım birçok insanı etkilemiştir. Günümüzde benim diyen yazarın kurgulayamayacağım hikayeleri fantastik karakterler eşliğinde bulabilirsiniz bu mitolojide. Her şey bir yana çok güzel bir şekilde kurgulanmış Türk mitolojisinin ülkemizde aynı değeri bulmuyor olması beni üzmüyor değil. Bir ara Türk mitolojisinden hikayeler almayı planlıyorum Edebiyat Meclisi'ne.

Sözü uzatmayalım. Filmde mitolojinin yarıtanrılar grubunda yer alan Perseus'un ölüm tanrısı olan Hades ile olan mücadelesi anatılmakta. Filmin yorumlarını okuduğumda pek çok izleyicinin "Pek bir şey anlamamdım yaa!" diyerek serzenişte bulunduklarını gördüm. Film dediğim gibi mitolojik unsurlarla çevrili ve filmden keyif alabilmek için sadece görsel efektlerle yetinen biri olmamalısınız. Yunan mitolojisinin belli karakterlerini de biliyor olmanız gerekmekte. Filmde yılan saçlı "Medusa" ve yeraltı dünyasının büyük canavarı "Kraken"i çok başarılı buldum. Zaten Amerikan film endüstrisi pek problem yaşamıyor böyle uyarlamalarda. Yine çok başarılıydı. Baştan aşağı 3 boyut teknolojisi ile hazırlanan İngiliz destanı Beowolf''ta da aynı keyfi almıştım hatırlıyorum. Filmi oldukça başarılı buldum.

Perseus rolündeki Sam Worthington bu role çok yakışmış. Avustralya'lı aktörde Akdenizli tipi oluşu rolünde başarılı olmasını sağlamış bana kalırsa. İo rolünü başarıyla yerine getiren Gemma Arterton da filmde dikkat çekiyor.Liam Neeson ise olabilecek en iyi Zeus olmuş.

Neyse bu filmi şiddetle tavsiye ediyorum. Mitoloji meraklıları kaçırmışsa mutlaka edinsinler. Keyifli seyirler

15 Kasım 2010 Pazartesi

KURBAN BAYRAMINIZ KUTLU OLSUN

SERE SERPE


Uzanıp yatıvermiş, sere serpe;
Entarisi sıyrılmış, hafiften;
Kolunu kaldırmış, koltuğu görünüyor;
Bir eliyle de göğsünü tutmuş.
İçinde kötülüğü yok, biliyorum;
Yok, benim de yok ama...
Olmaz ki!
Böyle de yatılmaz ki!

Orhan Veli Kanık

14 Kasım 2010 Pazar

SAKATIN RÜYASI


Bazen rüyamda, hiç yorulmadan koştuğumu görürüm. Durmadan; nefes nefese bile kalmadan. Bir adımımla kilometreleri aşabilirim bazen. Bazen bir arabanın yanında, bazen birilerinden kaçarken görürüm kendimi. Beni hiç yakalayamazlar. Dün geceki rüyamda da kaçıyordum yine. Hayatımda küçük ya da büyük yeri olan bütün insanlarla dolu bir gemideydim. Bilmediğim bir nedenden ötürü, beni gördükleri anda peşime düşüyorlar, ama asla bana yetişemiyorlardı. İnsanların ve eşyaların arasından yılan gibi sıyrılıyor, her seferinde izimi kaybettiriyordum. Hiç yorulmuyor, uyandığım ana kadar koşuyordum hala…

Ben koşmayı bilmem, yorulmayı da; belki de bu yüzden hiç yorulmam rüyalarımda.



YAZAN: PIRIL SESLİ