İnci Dakikaları Sen bana yeni yılsın her dakikaHer dakika bir yaşıma daha giriyorum Sen benim üstüne titrediğim güzel ve yeni Saatim kadar saadetimin gözbebeği zamansın Ben bin parçaya bölündüm her parçasında Her parçasındayım kırkayak sesli boğuk arkadaşlığın Çalkantısız Üniversitenin yalnızlığın ve ağlamanın Erkek ağlar mı diyeceksin Hayberin kapısı ağlar mı erkek ağlar mı Ben yel gibi erkekler ağlar diyorum Bir dakika ağlar yılbaşı dakikasında Daha gözlerimin gerçek yaşları belirmeden Ağlamak diye bir şey yoktur diye bir şey Yüzme bilmeyen bir uyurgezer yüzer ya Çürük ve havada asılı tahtalar üstünde Hafif kedi ayaklarıyla yürür gerçekten yürür ya Sen benim ağlamamı erkeklığıme Uyanan ölmeyen yenilenen Azgın kışlar içinde keskin baharlar bulan Seni bulan yeniden bulan tekrar tekrar bulan erkekliğime say Bütün bir yıl bütün bir yaşama boyu Gizli heybelere binbir gece eşyası doldurduğuma say Ben otomobilleri böylesine yankısız sağır komam Öyle bir isyan şiiri var ki ben onu yakalayacağım Bu yunan şehrinin düzenini öper ve yalvarırım Şehrin ölümünü yanlış anlama Gözleri kör oldu doğrudur ama o kadar Ve şehrin gözlerini geri verme dakikalarıdır bu yılgın çanlar Senin odan günışığı en güzel müzik bana Farklılıklar odası Giden tren buharları içinde örümcek ağı Sen güzel örümcek ağı yaşamakla yaşamamak Doğduğumuz şüpheyle öldüğümüz şüphe arasına gerilmiş Garip bulut farklı müzik güzel örümcek ağı Ben bir yabancı buğunun kokusunu alıyorum Bu kokuyu alıyorsam onulmaz kıskançlık yaramdandır Benim garipliğime bakma benim kıskançlığıma bakma benim İncilerin ilk gerçek ve yeni yorumunu bulur gibi oluyorum Bu inciler denizlerin en karanlık noktalarında bile yoktur Benim ak ve kara kayalar içinde bulduğum inciler Bu inciler sen olmasan bende bile yoktur Oldukları yerde bile |
Sezai Karakoç |
30 Aralık 2010 Perşembe
HER YIL YİNELENEN BİR HEYECAN
28 Aralık 2010 Salı
22 Aralık 2010 Çarşamba
DOĞUM GÜNÜ ŞİİRİ
YENİ YAŞ NAZİRESİ
“Hayal meyal şeylerden ilk aşkımız;
Hatırası bile yabancı gelir
Hayata beraber başladığımız
Dostlarla da yollar ayrıldı bir bir;
Gittikçe artıyor yalnızlığımız”
Cahit Sıtkı Tarancı
Sanma hüzünle uzlaşmışım
Acı tatlı yaşananlardan
Bir adım daha uzaklaşmışım
Son diye koyduğum noktalarda
Yaşımla sarmaş dolaşmışım.
Her yaş onlara daha bir benziyorum
Şu disiplini başucu kitabı yapanlara
Aynı öğüdü vermekten beziyorum
Aynı şeyleri yapan çocuklara
Eski fotoğraflarımmış gibi bakıyorum.
Yirmi üç Aralık bin dokuz yüz seksen iki
Belirsizliğe çığlık attığım günde
Aşkları görseydim zulümleri belki
Gelmezdim değil ama durmazdım önde
Beklemezdim zalimleri
O kadar hızlı geçmiş ki günler
Daha dün gibi kadeh kaldırışım bahara
Bu en sevilen filmi izlemeye benzer
Bir çırpıda okunan romana
O kadar hızlı geçmiş ki günler
Bugün az daha yakınlaştım ebediyete
Dudaklarımda ne bir heyecan ne bir haz
Fazla sürmez diye girdim bu diyete
Acılar az olsundu derdim, kırgınlıklar az
Yıllar bakmıyor işte niyete.
BENİ KÖR KUYULARDA MERDİVENSİZ BIRAKTIN
Denizler ortasında bak yelkensiz bıraktın,
Öylesine yıktın ki bütün inançlarımı;
Beni bensiz bıraktın; beni sensiz bıraktın.
sen misin yoksa
neden bu limanda gemiler aglamaklı
kaldırın su masayı gozlerimden
bu ne cok deniz bu ne cok martı
en iyisi meyhane yoklugunda
belki durulur zaman bu calkantı
goturun su masayı gözüm gormesin
bu ne cok kadeh bu ne cok rakı
ne güzel ayaklardı ki hala unutmadım
ve elleri sarkı soylerken aglardı
susturun su sarkıları yeter artık
bu ne cok beste bu ne cok sarkı
batırın gemileri vurun zamana
ya bir hancer verin bana gümüş saplı
bırakmayın öldürün öldürün beni
bu ne cok keder bu ne cok acı
besbelli bir giden var
sen misin yoksa
neden bu limanda gemiler aglamaklı
kaldırın su masayı gozlerimden
bu ne cok deniz bu ne cok martı
ne güzel ayaklardı ki hala unutmadım
ve elleri sarkı soylerken aglardı
susturun su sarkıları yeter artık
bu ne cok beste bu ne cok sarkı
batırın gemileri vurun zamana
ya bir hancer verin bana gümüş saplı
bırakmayın öldürün öldürün beni
bu ne cok keder bu ne cok acı
bu ne cok deniz bu ne cok martı
bu ne cok kadeh bu ne cok rakı
bu ne cok keder bu ne cok acı
bu ne cok beste bu ne cok sarkı
21 Aralık 2010 Salı
CEMAL SÜREYA'YA DAİR...
sen el kadar bir kadınsındır
sabahlara kadar beyaz ve kirpikli
bazı ağaçlara kapı komşu
bazı çiçeklerin andırdığı
iş bu kadarla bitse iyi
bir insan edinmişsindir kendine
bir şarkı edinmişsindir, bir umut
güzelsindir de oldukça, çocuksundur da
saçlarınla beraber penceredeyken
besbelli arandığından haberli
gemiler eskirken, deniz eskirken limanda
sevgili
19 Aralık 2010 Pazar
NERGİS İLE YANKI
NERGİS ile YANKI
Nergis dünyaya geldiğinde
Su perisi olan anası
Ona baktı da uzun uzun
Ya bu dünya güzeli çocuk
Göze gelirse diye meraklandı,
Dar attı kendini falcının yanına,
“Oğlumun ömrü uzun mu falcı baba?”
Falcı mavi saçlı periye dedi ki,
“Evet, ama hiç görmezse kendini..”
Delikanlı Nergis on altısında,
Sevgilisiydi herkesin.
Ama hiçbiri bu talihsizlerin
Sokulamamıştı yanına,
Çünkü döndüğünü bilmiyordu dünya,
Büyümez gibi büyüyordu bervak otu,
Kunduz bilmeden acıkıyordu,
Görmeden bakıyordu geyik.
Güzelliðini bilmeyen güzellik,
Issızdı görkemi içinde,
Nergis büyüsü içinde donuk donuktu.
Hani öğle saati amfitrit
Sallanarak derin sularda
Uyur ya ağýr, kibirli, alıngan,
Hani kayalık dağın doruğundan
Göz açıp kapayıncaya kadar
Yürek oynatırcasına iniverir ya
Uçurum telaşsız ve yaban,
Hani kaldırır başını orman dinler
Gülümseme nedir bilmeyen yavru şahin,
Hani papağanları ürkütür
Tavşanları kovalar yavru kaplan..
Bir gün kurduğu ağlara doğru
Sürerken ürkek geyikleri
Söze ilk başlamayı bilmeyen Yankı
Onu görüp vurulu verdi.
Ardına düþtü Nergis’in gizlice,
Tutup yalvarmak isterdi,
Yalvarýp sarmak isterdi,
Ama Yankı’ydı o, biri söylerse ancak
Ancak son sözleri yinelerdi.
Çevresinde bir şeyler sezinleyen Nergis
Dedi ki “Kim var yanımda benim?”
Yankı mutlu, ses verdi:
“Ben’im”
Nergis bakınıp dört yanına,
Kimsecikler görmedi, şaştı.
Çünkü görünmek için en uygun sözü bekleyen
Ormana saklanmıştı.
Aldandı Nergis kendi sesine
Bağırdı, “Gel birleşelim!”
Yankı ses verdi gene,
“Birleşelim!”
Ve sarılmak için özlediğine,
Çıktı ormandan.
Ama aldatıldığını anlayan Nergis
Onu korku ile itti.
“Çek beni kucaklamak isteyen ellerini
Ölürüm de sana öyle yar olurum.”
Yankı da son olarak dedi ki,
“Yar olurum.”
Ve ormanın içlerine çekildi.
O günden beri ıssız mağaralarda
Kendini yakıp bitiren Yankı
İşittirir sesini bütün çağıranlara,
Söylemek istediği içinde saklı,
“O da sevsin dilerim Tanrım,
Sevsin de kavuşmasın derim Tanrım”
Oralarda bir akarsu vardı.
Ne dağlarda otlamayı seven keçiler,
Ne çobanlar, ne bir sürü, ne bir kuş
Bozabilmişti duruluğunu bu suyun.
Hiç güneþ görmeyen bir kuyunun
Serinliği gibi serin, ne bir yaprak yüzer
Yüzünde, ne bir küçük titreyiş.
İşte av yorgunu Nergis
Uzandı bir gün içmek için bu suya
Görünce yüzünü birden bire suda
Başkası sandı kendini,
Başkası diye vuruldu kendine,
Kalakaldı güzelliğinin önünde.
Mermer bir yonuttu sanki yüzü,
Bir çizgisi bile oynamıyordu.
Nergis kendini kucaklamak istiyordu,
Seven de kendi, sevilen de.
Kaç kez kollarını boş yere
Suya daldırdı tutmak için bu başı,
Açlık da ne, yorgunluk da ne,
Hiçbir şey onu bu yerden ayıramadı.
Niye direniyorsun, söylesene,
Kaçıcı bir görüntü yakalamak için?
Sen dönünce yok olacak sevdiğin,
Seninle gelir, seninle gider gördüğün,
Sen kendinsin arkasından koþtuğun,
Niye direniyorsun, söylesene!
Büyülenmiş, kendini seyrederken öyle,
Suya damladı gözyaşları,
Bir bulanıklık oldu suyun yüzünde.
Silinip uzaklaşmaya başladı Nergis,
Sağlıcakla kal dedi ta derinden Nergis,
Düştü bitkin başı çiçekli çimenlere.
Nergis’in ölüsü bulunamadı,
Düştüğü suda şimdi safran rengi,
Beyaz bir çiçektir artık adı…