2 Şubat 2010 Salı

" ERKEN BİR VAROLUŞÇU: AHMET HAMDİ TANPINAR"


Eserlerinde zaman var, kültür var, Doğu-Batı var, sürrealizm, psikolojik tahliller var. Ama aşk anlayışı kesinlikle varoluşçu. Huzur romanında Mümtaz'ın Nuran'a olan aşkı kendini eksik hisseden bir ruhun, kendini tamamlama çabası. Kadına kadar kültürde arıyor kurtuluşu. İstanbul'a, camilere, sokaklara, denize, eski müziğe ve şiire aşık ama eksiklik hissinden kurtulamıyor bir türlü. Biraz doğada kaybediyor kendini. Nereden geldiğini bilmeyen bir ruh suyun sesinde buluyor huzuru. Bunun dışında ıstırap ve kederli bir hava var yaşantısında. Nuran ile değişiyor her şey. Kadın vücudu ve ruhani bütünlük duygusu: " Bu evrende tekiz, bütünüz." Sözlerini söyletiyor Mümtaz'a. Ayrılık düşüncesi olmasa da hazırlıyor kendini arka planda ve ayrılıyorlar... Herkes ayrılmaz tabii ama ne yazık ki bir ve bütün olma hali azalır ve bir şeylerin eksik olduğu hissi yine yakalar insanı. Satre'ninkine değil, A.Camus'unkine benzer varoluşçuluğu. İsyan değil, hüzündür Tanpınar. Varoluş özden öncedir ve öz kendinden öncesini özler. Doğa ve aşk bu özleyişi bir an için sustursa da eksikliği yok edemez. Satre için bu kaçınılmazdır. Camus, insanların dayanışmacı bir toplum kurarak acıyı azaltabileceklerini söyler. Tanpınar, bilinmezden bir korku duysa da tasavvuf vardır onda, Şeyh Galip vardır. Hayatta hüzün olsa da ölümün ürkütücülüğünün ardında sevgiliye kavuşma vardır.

Kültür, doğa, aşk: Her şeyin özünde aynı gizemi görmekle, hepsinin aynı resmin parçaları olduğunu fark etmekle şölene dönüşmektedir. Tanpınar, hayat ve ölüm unsurlarında edindiği hüznü evrenin ve kültürün devamlılığı fikriyle ve her şeyin bir ve bütün olduğu fikriyle zevke ve umuda dönüştürmektedir.

İşin özü de budur. Batılı, varoluşçu romancıların eserlerinde bizleri kaplayan karamsarlık tıpkı bir İstanbul sabahı güneşin camiler,sokaklar,balıkçılar,deniz üzerinde doğması gibi Tanpınar'da şehrin üzerine doğan küçük bir umut ışığına dönüşmektedir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder