24 Şubat 2016 Çarşamba

KIRMIZI SAÇLI KADIN

Orhan Pamuk'un üslubundan pek de hoşlanmayan ben, yazarın piyasaya çıkardığı son üç "roman"ını edinip okumaktan keyif aldığımı gizleyemiyorum. Masumiyet Müzesi, Kafamda Bir Tuhaflık ve son olarak Kırmızı Saçlı Kadın... Bu üç kitabın ortak özelliği Pamuk'un edebiyat dünyasında kendisini tanıttığı ilk eserlerden çok daha anlaşılır bir dile ve okuyucuyu yormayan bir üsluba sahip olması.
 
Diğer kitaplarla Kırmızı Saçlı Kadın'ı karşılaştırmak niyetinde değilim. Okur Pamuk'un son kitabını mutlaka edinmeli ve okumalı mı, bu sorulara dair naçizane fikirlerimi belirteyim.
 
Orhan Pamuk dili konusunda büyük eleştiriler alsa da romanlarının olay örgüsünü ustalıkla kurgulayan, adeta okuru romanın içinde yaşatabilen yazarlardan. Kırmızı Saçlı Kadın'ın da her an acaba şimdi ne olacak sorusunu sorduran bir roman olduğu ortada.  
 
Romanda babasının evi terk etmesinden sonra ekonomik anlamda zor dönemler geçiren Cem'in annesi tarafından bir kuyucuya çırak olarak emanet edilmesi ve sonrasında gelişen olaylar anlatılmakta. Pamuk, bir röportajında bu roman fikrinin otuz yıl evvel de kafasında olduğunu ve oturduğu evin yanındaki bahçede kuyu kazan bir usta ile çıraktan esinlendiğini ifade etti. Bunu dile getirirken romanlarında yer verdiği meslek gruplarına, insan tiplerine dair araştırmalar ve röportajlar yaptığını, bu çalışma ve gözlemlerin eserlerindeki gerçekliği artırdığını düşündüğünü belirtti. Salt röportaj ve gözlem yoluyla gerçekliğin artırılabileceğini düşünmesem de günümüzde mesela artık göremediğimiz bozacı, kuyucu, nakkaş gibi meslek erbâblarına dair derin araştırmaları ile o günlere ışık tutan Pamuk'un romanları, bu yönüyle de değer taşımakta.
 
Kırmızı Saçlı Kadın, salt bir kuyucu çırağı hikayesi değil elbette. Pamuk'un röportajında da belirttiği gibi Doğu'nun ve Batı'nın kişiye ve otoriteye bakışını karşılaştıran metaforları barındıran da bir kitap. Batı'da Sophokles'in meşhur Kral Oedipus'u ile Doğu'da Firdevsi'nin Rüstem ile Sührâb'ını modern bir hikayede harmanlayan, okura Doğu ve Batı'nın insana yaklaşımlarını gösteren bir roman Kırmızı Saçlı Kadın. Bahsettiğim erkek destanlarına kırmızı saçlarıyla bir kadının inceliğini katan bir roman.
 
Roman boyunca bir erkek çocuğunun baba figürünü algılayışını Pamuk'un gözünden göreceksiniz. Oedipus'un babasını, Rüstem'inse oğlu Sührâb'ı öldürdükten sonra yaşadığı büyük acıyı anlamaya çalışacak, Oedipus'la Batı'da bireye dönüşmenin, Rüstem'leyse Doğu'da otorite bekâsının önemini vurgulayan  metaforları bulacaksınız.
 
Murat Bardakçı'nın roman çıktıktan birkaç gün sonra kaleme aldığı "Çüş Orhan Pamuk çüş" ( yazı burada )yazısında bildirdiği ve romanın birkaç paragrafında geçen Türkiye'deki ensest vakalar ve bunların medyaya yansımaları üzerine ne düşünürsünüz bilemem ancak Bardakçı gibi hamasi bir yaklaşımla bir romana ve sanatçıya yaklaşmayı doğru bulmadığımı belirtmek isterim. Eserlerden cımbızla parçalar çekip eseri ve yazarı itibarsızlaştırmak yerine, edebe uygun sözcükler seçerek eserler hakkında gerekiyorsa sert edebi eleştiriler yazılmasını beklerim. Bardakçı'dan değil tabii ki.
 
Özetle kolayca bitirebileceğiniz diğer bir deyişle hacimsiz (200 sayfalık) bir kitap olan Kırmızı Saçlı Kadın'ı edinmeli ve okumalısınız. Salt bir hikayeden tad almayı ummak  için değil bir roman boyunca medeniyetleri karşılaştırmak, mazide kalanları öğrenmek için de. 

12 Şubat 2016 Cuma

HAYAL BİLGİSİ

Türkiye'de edebiyat dergiciliğinin zorluklarını bir dergi yayımlama macerasına girmemiş hiçbir kimse bilemez. Üniversitenin ardından  6 sayı okuyucu ile buluşabilen bir derginin, adına meftun olduğum Sığınak'ın hasbelkader de olsa edebiyat editörlüğü görevini üstlenmiştim. Derginin basımı için kaynak aramaktan, dergiyi ülkenin çapında okuyucuyla buluşturma sürecine kadar pek çok aşamada katkım olmuştu. Orada bizde edebiyat dergiciliğinin "deli işi" olduğunu daha iyi anlamış Papirüs, Yaprak, Büyük Doğu, Akbaba ve daha nicesine dair -yazarların dişinden tırnaklarından artırdıklarıyla çıkardıkları dergilerdir bunlar- bakışım değişmişti. Bazı yazar ve şairlerin kendi dergilerinin geleceği için mallarını sattıklarını, bazı varlıklarından vazgeçtiklerini okuduğumda eskisi gibi olumsuz bir tepki vermiyordum. Edebiyat dergiciliği her şeyden önce bir gönül işiydi elbet.
 
 
Burada birkaç okurla daha buluşturabilirsem mutlu olacağım yukarıda bahsettiğim "gönül işi ürünü" bir dergiden bahsetmek isterim: Hayal Bilgisi. Bu dergiden edebiyat dergileri ve fanzinleri dönem dönem ya da ay ay tanıtan bir blog sayesinde haberdar olmuştum. Derginin o yıllarda kendisini etraflıca tanıtabilecek bir mecrası yoktu. Derginin yalnızca Van-Erciş merkezli olduğunu öğrenebilmiş, yazı ve şiirlerimden yayımlanmasını arzu ettiklerimi belirtilen adresten kendilerine göndermiştim. Sağ olsunlar değer verip yazıları incelemişler ve birkaçını derginin 5. sayısında yayımlamışlardı. Van depremi dergiyi de sarsmış bir süre yayınlarına ara vermişlerdi. Bugün 20. sayısını raflarda beklediğimiz Hayal Bilgisi yanlış bilmiyorsam  koca yürekli sınıf öğretmeni bir çiftin alın terleriyle yücelen bir edebiyat okulu.  Dergi 5. yılını yaşarken hem muhteva hem biçim olarak kendisini geliştirdi. Öyle ki 2015 yılının ekim ayında önemli de bir ödüle layık görüldüler. Kendi sitelerinde bu güzel haberi şöyle sundular: İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve Türkiye Yazarlar Birliği'nin birlikte düzenlediği 7. İstanbul Edebiyat Festivali'nde (Edebiyat Mevsimi) Hayal Bilgisi Edebiyat Dergisi'ne Şeref Beratı Ödülü verildi. (24 Ekim 2015) 2011'de çıktığımız bu yolda, bu noktaya gelmiş olmak bizler için büyük mutluluk. Bizi biz yapan, hayallerimize ve çabamıza ortak olan tüm dostlarımız, bu ödül hepinizin!
 
Dergiyi edinebilmek önceden büyük işken artık tek bir tık ile elinize kadar ulaştırıyorlar. Böylece hem farklı yazarları okuma  hem de yeni kitaplardan haberdar olma imkanına sahip oluyorsunuz.
 
Dergi hakkında daha kapsamlı bilgi sahibi olmak için derginin linkini paylaşmak isterim: Hayal Bilgisi