19 Ocak 2010 Salı

CİĞERDELEN


Üniversitedeki bir hocamız demişti hiç unutmuyorum. Dersleri pek de yakından takip etmeyip en arka sırada hayallere dalmayı yeğleyen biri olarak aklımda kalan ender sözlerden birini o ara kaydetmişim.Hocamız: "Safiye Erol'un Ciğerdelen adlı eserini mutlaka okumalısınız. Türk edebiyatının en iyi aşk romanıdır." demişti.

Çok zamandır aklımdaydı ama inanın 6-7 senedir fırsatını bulup da okuyamamıştım. Zaten kitapçılarda da sıkça rastlaşabileceğiniz bir kitap değildi Ciğerdelen. Geçenlerde netten ısmarladım ve okudum. Beklediğim gibi miydi? Şöyle söylemek daha doğru olacak:Çok daha farklı hayal etmiştim. Ancak şunu söylemekte yarar var, Safiye Hanım aşk ve hayat üzerine harika belirlemeler yapmış romanda. Romandaki aşk aslında yalnızca beşeri aşk olarak kalmamış. Vatan aşkı ve Tanrı sevgisini de harmanlamış yazarımız. Romanın dili ise harikulade. Yani yaşatmak istediği dönemi muhteşem bir şekilde gözlerinizin önüne seriyor. Turhan Bey'in Cangüzel Hanıma duyduğu deruni aşk ile ilgili bir küçük bölüm paylaşayım kitaptan ve okumak için tercihi size bırakayım.


"Hayat" denilen yapının biz sanatkarlar, orta katından ayrıldık, yedi kat göklere çıktık. Fakat cennetin bayıltıcı nur kaynaşmasında erimedik. Yedi kat yerin dibine geçtik,kanlı çekiler baskısında çürümedik. Katıksız öz mayamız varmış. Geri döndük, temelli yurdumuza. Orta kata yerleşmeye geliyoruz. Bizden, uzak diyarlar kokusunu alan orta katlılar yadırgar gibi duruyorlar."Bu gezginler katımızdan ne anlar?" yollu şüpheye düşüyorlar. Halbuki orta katı en iyi anlayanlar, oradan hiç ayrılmamış olanlar değil, altında, üstünde ne bulunduğunu gönülleriyle deneyip yaşamış olanlardır. Biz bu hayat yapısının taslağını çizdik,üzerinde kurulu durduğu toprak bucağının topografyasını çıkardık."

....

"Taş devrinin çıplak insanı idim. Yıldırımla tutuşmuş bir orman gördüm. Yekten öylesine vuruldum ki kendimi bu parlak kızıltıya attım. Canım nasıl yandı! Yalnız etim değil;canım,canım... Hatta bir canım olduğunu ben bu ilk acımda duydum anladım. Masum kafamda hayatımın ilk sorgusu uyandı: Bu kadar güzel parlak ısı olan şey nasıl olur da can yakar? Tecrübeme inanamadım, bir daha uzandım bir daha yandım. Bir daha, bir daha... Bu, benim ateş sınavımdı. Dayanılmaz güzelliğiyle beni çeken, el uzattıkça cana kıyan o kızıl ısıyı bir Tanrı sandım...



Evet gördüğünüz üzere aşkı ve aşığın durumunu harika betimlemelerle örneklerle anlatmış romanında Safiye Erol. Roman derinlerinde çok gizler saklıyor anladığım kadarıyla. Basit bir aşk mevzusunu ele almamış bu kitap. Entellektüel açıdan aşkı görmeyi amaçlayanlara hoş bir alternatif bana kalırsa...

günün bir yerlerinde


camların yandığı saat,

kuşkunun alev alev tutuştuğu..

ya tam sabahın yedisi

ya az çok beşi akşamın

ey benim güzel sevdalım

özlemin gerçek adı

bu bitmez kaygılar mıdır?

**

bu yoksunluk mudur?

sessiz içimizde durup duran

paslı bir çivi gibi,

bir tortu gibi ya da...

ne kadar olmaz desek

kolay kolay sökülmüyor yerinden

**

suların sustuğu saat,

zamanın boşluklara süzüldüğü

ya sabah sekize doğru

ya dokuza doğru akşam

ihanetin köpek gibi

kapımızda uluduğu saatler

ey benim güzel sevdalım

en çorak toprakta bile

mavisine bulandığım denizsin

Afşar TİMUÇİN