26 Temmuz 2011 Salı

BENCE TÜRK ŞİİRİ VE ŞAİRİ...

Geçen gün dinlediğim 80'li yıllarda ilk gençliğini yaşamış bir şair, günümüz sanatçısının şanssızlığından dem vurarak: "Bizler Türk şiir dünyasının duayenleri kabul edilen pek çok şairin bu dünyadaki son dönemlerine yetiştik. Pek çoğu edebiyat dünyamız için vazgeçilmez sayılan ve farklı anlayışların şairleriydi. Günümüzde bu adamların hemen hemen hiçbiri kalmadı. Günümüz şairinin en büyük talihsizliklerinden biri bu" diye konuştu.

Adını anımsayamadığım bu şairin sözleri bana kalırsa çok doğru. Bu yazımda günümüz şairinin sıkıntılarından ya da günümüz şairinin bizzat kendisinden bahsetmeyeceğim. Böyle bir yazı yazmayı düşünüyorum ancak daha zamanı var. Bugün duayen diyebileceğimiz kişileri -haddim olmadan- kendi şiir penceremden değerlendireceğim. Bu değerlendirmeyi yaparken kendime sınır koymayı pek düşünmüyorum baştan belirtmeliyim.

Tanzimat sonrası şiirinden başlamak istiyorum -ki Divan sanatçılarını başka bir yazıda işin içine katarız- . Tanzimat ile Cumhuriyet dönemi arasında şiir zevkime yakın hissettiğim sanatçı sayısı çok değil. Abdülhak Hamit'in yürekten yakarışını yani Makber'i saymazsak şiir anlamında Tanzimat'ı neredeyse yok kabul ediyorum. Servet-i Fünun'da şiirin kulağa hitap etmesi ilkesine sadık kalan Cenap Şehabettin'i ve Türk şiirine düşünceyi, bilimi sokarak farklı bir soluk getiren Fikret'i keyifle okuduğumu söyleyebilirim. Tabii ki bu Türkiye öncesi dönemin en iyisinin Ahmet Haşim olduğunu, onun günümüz şiirini ve şairini dahi aşan bir yeteneğe sahip bir şair olarak tanımladığımı belirteyim. Bu saydığım sanatçıların tek talihsizlikleri 90 yıl evvelinin dilini anlayamayan bir neslin ecdadı olmalarıdır.

Türk şiirinin macerası pek tabii Cumhuriyet'ten sonra anlam kazanıyor bizim gibi genç kuşaklar için. Milli edebiyat akımının hamasi ruhunun beni hiç cezbetmediğini ve bu dönemde ürün veren pek çok sanatçının gerçek işlerinin düşünce üretmek olduğunu söylemeliyim. Bu dönemde eser veren Beş Hececiler akımının baş temsilcisi Faruk Nafiz Çamlıbel'i belirttiğim sanatçıların dışında tutmalıyım. Hece gibi günümüz için demode diyebileceğimiz bir tarzın mükemmel örneklerini vermiş bir zaat Çamlıbel. Hece'yle sözü altın gibi işleyen Necip Fazıl'ın bir gömlek altında görsem de şiirlerindeki lirizm ve söz ustalığı onun bendeki yerini sağlamlaştırıyor.

Garipçilere geçmeden önce büyük üstadlar oldukları her şiirlerinden belli olan M.Akif ve Yahya Kemal'e bir parantez açmalıyım. Bu büyük söz üstadları da sanırım kendilerini dil ve düşünce anlamında anlayamayan yeni neslin kurbanlarıdır.

Orhan Veli ve arkadaşlarının getirdikleri, günümüz şiiri için her ne kadar yüzeysellik, basitlik, tekerleme gibi algılansa da geliştiği dönem çerçevesinden bakıldığında bu adamların yaptıkları büyük bir iştir dedirtiyor. Orhan Veli'nin söze getirdiği rahatlığın ve mizahi unsurların günümüz şiirinin de büyük bir ihtiyacı olduğu ortadadır. Türk şiiri bir başka Garip hareketine günümüzde mecbur kalmıştır.

Şiirin ölüm meleği Cahit Sıtkı Tarancı Türk şiirinin özgün bir örneğidir. Onun şiirine basit ya da kötü demek ahmaklığın ötesinde olacaktır.

Nazım Hikmet ve Necip Fazıl'ın Türkçenin iki büyük üstadı olduklarını anlatmak için makaleler, denemeler yetmez tabii. Her ikisinin de sözcüklere adeta dans ettirdikleri, ne kadar büyük bir yeteneğe sahip olduklarını gösteriyor. Dünya görüşlerine iman edercesine bağlı kalan bu iki söz efendisini Türk edebiyatının cins şairleri arasında görüyorum pek çok kişi gibi. Haşim, Nazım, Kısakürek...

Garipçilerin etkisi oldukça uzun sürüyor malumunuz. Bu dönemde çıkan pek çok şair ne yazık ki asıllarının kötü birer kopyasıdır.

Felsefeyi şiire getiren şair Fazıl Hüsnü'ye saygım sonsuz olsa da şiirlerinden keyif almadığımı itiraf etmeliyim.

Bu dönemde Garipçilere karşı çıkan ve Mavi akımının kurucusu kabul edilen Attila İlhan'ın önemli ancak hakkı hakkınca verilmemiş bir şair olduğunu düşünmekteyim. Attila İlhan yalnızca şiir değil pek çok dalda ürünler vermiş bir sanatçı oluşu belki de onun şiirinin aleyhine olmuştur.

"İkinci Yeni", şiirimiz ve sanırım günümüz şiiri için bir dönüm noktası. Varoluşçuluk, gerçeküstücülük, post-modernizm gibi akımların egemenliğini hissettirdiği bir dünyada sırtını tamamiyle imgelere yaslayan bu şiir anlayışı en iyi temsilcilerini pek tabii o günlerde yetiştirmiş ancak ne yazık ki günümüze İkinci Yeni akımına özenen kötü taklitçileri kalmıştır.

Cemal Süreya ve Sezai Karakoç'un haricinde İkinci Yeni akımına dahil edilen şairlerin şiirlerinden büyük keyif aldığımı söyleyemem.

Cahit Külebi'nin ve Behçet Necatigil'in kendilerine has bir tarzları olduğu kesindir. Cahit Külebi'yi samimiyetinden ötürü, Necatigil'i ise anlaşılmazlığı sevimleştirdiği için seviyorum diyebilirim. Tabii Necatigil'de evimin sıcaklığını bulduğum da doğru. Bu iki sanatçının şiirimize önemli değerler kattığına inanıyorum.

Son dönem sanatçılarından Sunay Akın'ın oldukça önemli bir şair olduğu görüşünde olsam da kaderini Attila İlhan'a benzettiğim sanatçının kıymeti pek bilinmiyor gibi. Şiirlerinde şiirimizin yeniden muhtaç olduğu Garip izlerini rahatlıkla bulabiliyor ve sıcacık gülümsüyorsunuz. Tabii anlaşılmazlığı ve soğukluğu tercih eden günümüz şiiri için üvey evlattır onun şiiri.

Başta da belirttiğim gibi ne hissediyorsam onu yazacaktım ve öyle de yaptım. Kısa bir değerlendirmeydi sonrasında belki daha uzun uzadıya anlatırım düşündüklerimi....