30 Ekim 2009 Cuma

NEFES: VATAN SAĞ OLSUN!


Bravo Levent Semerci'ye. Dün gece izlediğim Nefes adlı filmi en çok etkilendiğim Türk filmleri sıralamasında ilk üçün içine yerleştirdim-diğerleri Eşkıya ve Hıçkırık-

O kadar etkileyici bir film olmuş ki salondaki hıçkırık sesleri filmin sonuna kadar kesilmedi. Filmi, konusundan ziyade sinema tekniği yönüyle izledim. Bu filmde kullanılan çekim teknikleri sanıyorum Türk sineması için birçok ilki de barındırıyor. Yönetmeni tebrik etmeli. Kusursuz bir çekim performansı olmuş.

Oyuncu kadrosunda tanıdığım tek bir isim vardı o da son günlerde Aşk-ı Memnu'da Bihter'in kardeşinin eşi rolündeki İlker Kızmaz. Onun dışındakilerin hepsi konservatuvar öğrencileriymiş. Vatansever bir yüzbaşıyı canlandıran başrol oyuncusu Mete Horozoğlu Er Ryan'ı Kurtarmak filmindeki çavuş Tom Hanks'ten daha kötü bir performans sergilememiş bana kalırsa.

Er Ryan demişken. İkisi de savaşı konu alan bir film. Gerçi biri topyekun bir savaş içinde birgrup askerin macerasını anlatırken diğeri terörizmle mücadele eden bir grup askerin kader ortaklığını gözler önüne seriyor. Er Ryan filmini tartışmaya dahi gerek yok. Dünyanın Metal Jacket ile en iyi savaş filmi belki de. Er Ryan filminde ne kadar koltuğuma çivilenip kıpırdamadan filmi tamamladımsa Nefes'te de aynı heyecanla filmi tamamladım diyebiliyorum.

Tabii anlatılanların çok yakın bir geçmişe, beni çocukluğuma götürmesi filmi izlerkenki duygularımı etkilemiştir. Bu durum oradaki herkesi de etkilemiştir, eminim. İnsanları, rahatlıkla en hassas yerinden yakalayacak bir konuyu işlemenin avantajı amenna; ancak şunu söyleyebilirim: Bu filmde kullanılan çekim teknikleri, oyuncuların samimiyeti ve müthiş oyunculukları olmasaydı, bu filmden tat alamazdık.

93-94 yıllarını bilinçli bir şekilde hatırlayan herkesin mutlaka izlemesi gereken bir film bana kalırsa Nefes. Ancak kalbime güvenmiyorum diyorsanız,aklınıza bile getirmeyin.

29 Ekim 2009 Perşembe

CUMHURİYET BAYRAMIMIZ KUTLU OLSUN

Bugünlerde çok daha büyük bir önem arz ediyor Cumhuriyet bizim için. Atamızın bizlere sunduğu bu güzel yönetim biçiminin değerini sanıyorum daha da iyi anlıyoruz yaşananları görünce. Sözü fazla uzatmadan hepimizin bayramı kutlu olsun.

Cumhuriyet'i, Atamızı ve biz Atatürkçü gençleri anlatan kısa bir klip...



26 Ekim 2009 Pazartesi

KÜFÜR VE PET ŞİŞE OLMASAYDI...



Başlığa bakarak "Yine bir Galatasaraylının bahaneleri" başlayacak diye düşünmeyin. Bütün stadyumlarımızı düşünerek beyin fırtınası yapıyorum.

Dünkü derbide futboldan öte maç öncesi arzu etmediğim olayları maçta tekrar yaşadık. Birçok arkadaşım gibi "dünyaya ne kadar da pembe gözlüklerle bakıyorsun" diyebilirsiniz. Hatta o arkadaşlarımın dediği gibi "bu tip şeyler olmasa derbinin zevki mi olur ağabey" de diyebilirsiniz.

Ben maç öncesinde FB TV izledim birkaç saat. Orada eski futbolcular Halit Kıvanç eşliğinde düşüncelerini söylüyorlardı. O eski derbilerden bahsediyorlardı. Ne kadar da güzel geldi bana. Eminim öyle bir kültür yozlaşması yaşıyoruz ki bu tip bir atmosferi birçok insan arzu etmiyor günümüzde. Arzu etmediği için de dünküne benzer olaylar yaşanıyor tüm stadyumlarda.

Halbuki ben dostluk içinde izlenecek maçların dünya ülkeleri içinde en çok bize yakışacağını düşünüyorum hala. Neden mi?

Ben bir özel okulun öğretmeniyim. Bu okulun yatakhanesinde de görevliyim. Dün maçı Galatasaraylı, Fenerbahçeli büyük bir grup öğrenciyle bir mekanda izledik. Yaklaşık 50 kişiydik. Çocuklar maç boyunca bağırdılar çağırdılar. Gollerde havalara zıpladılar. Yanındaki arkadaşlarını kızdırdılar keyifle. Maç sonunda geldiğimiz gibi aynı coşkuyla yatakhanelerine döndüler. Bir Galatasaray formalı öğrencimin omzunda Fenerbahçeli öğrencimin kolunu gördüğümde duygulandım. Onlar maç ne olursa olsun arkadaştılar. Galatasaraylı olan eminim moral olarak çökmüştü. Arkadaşları belki de 1 hafta dalga geçeceklerdi onunla. Ancak arkadaştı onlar.

Buna benzer bir manzarayı Real-Barça derbisinde yaşayabilir mi bir İspanyol?Kanlı bıçaklı onlar? Hem de siyasal bir kavgayla nefret ediyorlar birbirlerinden. Ya da bir Glasgowlu? Atinalı? Southamptonlu? Ki biliyorsunuzdur bu saydığım şehirlerin takımını tutuyorsanız ailenizde bile rakibinizi tutan biri olamaz. Bizde öyle mi. Baba Fenerli çocuk Galatasaraylı kaç tane aile vardır kim bilir?

Bu potansiyel varken stadyumlardaki sinir harbini anlamlandırmanın tek bir açıklaması olabilir: Genlere işlemiş cehalet.

** Cehalet salt okumamışlıkla ilgili değildir.

Murat Gil

24 Ekim 2009 Cumartesi

GÜLECEĞİNİZİ GARANTİ EDİYORUM: BİR DAHA ÇAL SAM


Bu gece harika bir oyun daha izledim İzmir Karşıyaka Ragıp Haykır Sahnesi'nde. Geçenlerde size Rezervuar Kanişlerini tanıtmıştım. Bir Daha Çal Sam adlı oyunda inanın Rezervuar Kanişleri'nden 3 4 kat daha fazla güldüm.

Oyunun başrolünde Ozan Yıldırım var. Müthiş bir performans sergiledi. Oradan oraya koştu durdu. Böyle bir enerji, böyle bir hafıza ve böyle rolüne uyum her oyuncunun arzusudur. Ozan Yıldırım kendine eşlik eden 5 arkadaşından çok daha fazla konuştu. Oyunu sürükleyen adamdı.

Oyun meşhur Casablanca filminin belli bölümlerini tiye alıyor. Filmin başrolündeki Huphrey Bogart'ın canlandırdığı karakter Bir Daha Çal Sam oyunun başrolündeki Alan'ın hocası konumunda. Tabii Alan'ın şizofrenik halleri bu durumu açıklıyor. Karısı tarafından terk edilen Sam yeni bir kadını elde etme düşüncesiyle oradan oraya koşturuyor. Öyle ki oyun ilerledikçe Alan'ın azgın tavırları seyirciyi gülmekten kırıp geçiriyor.

Seyirciyi oyunun içine alan piyeslere bayılıyorum. Bu oyunda da buna tanık oluyoruz. Ozan Yıldırım öyle güzel katıyor ki seyirciyi oyuna izleyen olarak Yıldırım'ın taktığı seyirci olmak istemiyorsunuz. Oyunun sonuna kadar Ozan Yıldırım'ın kurbanlarından olmadım ancak son sahnede Mr. Bogart'ın dilinden nasiplendim:D Bu da farklı bir deneyimdi benim için.

Oyun ile ilgili fazla tiyo vermeyeceğim. İzmirli arkadaşlarımın kesinlikle görmesi gereken bir oyun "Bir Daha Çal Sam".

Güleceğinizi garanti ediyorum!!!(SON OYUN 31 EKİMDE)

KENARDA KÖŞEDE KALANLAR: BEHÇET AYSAN


KARASEVDA

ak bir yaban güvercini
gibiydin aşk
vişnelere
bulaştın kirlendi beyazın.

takılamayan
telli duvak

verilemeyen mendil

düşlerde
kaldın.

al üstüne mor giymiş
körkuyularda
körkuyularda

sevdadan delirmiş.

ah yüzüne bütün kapılar
kapanmış senin
ıtır
ve yasemin kokulu günah.

çıkılamayan yıldız
gidilemeyen iklim

kimbilir hangi limanda
hangi gemiye
yüklenmiş.
al üstüne mor giymiş
körkuyularda
körkuyularda

sevdadan delirmiş.

düşlerde
kaldın.

***"Çok seviyorum bu şiiri. Öyle hüzünlü geliyor ki bana. Aysan'ın en beğendiğim şiiri sanırım"

Behçet Aysan'ı "Ezginin Günlüğü" ile tanıdım diyebilirim. Bu güzel müzik grubu Behçet Aysan'ın birkaç şiirini bestelemişti. Bestelenen şiirlerinden biri "Kuşlar da Gitti"dir. Bunun üzerine diğer şiirlerini de merak ettim ve okudum.Tabii bunlar birkaç yıl evvel oluyor. İyi ki de okumuşum diyorum. Çok naif bir şiir dili var Behçet Aysan'ın. İnsanı yoran bir şair değil kesinlikle. Dizelerini bir hikaye dinler gibi çarçabuk algılayabiliyorsunuz. Bu basitlik onun şiirini koflaştırmamış aksine samimi ve güçlü kılmış. Öyle lirik sözler etmiş ki şaşırırsınız.

"sana neyi anlatayım
her sarnıç küflü bir yağmuru
her sevda bir ayrılığı yaşar"

Tabii birçok aydınımız, yazarımız, şairimiz gibi olması gerektiği yere gelememiş Aysan. Bu işle ilgilenenler dışında pek tanıyanı yok. Bu köşeden tanıtma gereği duydum. Böyle güzel şiirler yazan bir şairin adını tekrarlamalı diye düşündüm.

Özgeçmişi kısaca şöyle:1949 yılında Ankara'da doğdu. Selimiye Askeri Ortaokulu ve Kuleli Askeri Lisesi'nde okudu. 1968'de Ankara Tıp Fakültesi'ne askeri öğrenci olarak girdi.

12 Mart döneminden sonra politik nedenlerle ara vermek zorunda kaldığı tıp öğrenimi sırasında çeşitli işlerde çalıştı. Mezun olduktan sonra İzmit'e atandı. Ankara'da psikiyatri ihtisası yaptı. SSK Yenişehir Dispanseri'nde doktor olarak çalışmaktaydı.

2 Temmuz 1993 tarihinde Sivas'ta Madımak Oteli'nde yakılarak öldürülen 35 kişiyle birlikte can verdi. Ölümünden sonra Türk Tabipleri Birliği tarafından adına şiir ödülü verilmeye başlandı.


Evet okuduğunuz gibi Sivas katliyamında can veren sanatçılardan biri Behçet Aysan. O katliyamda yitip giden birçok sanatçı gibi yarattığı boşluk doldurulamayacak bir şair.En beğendiğim birkaç şiirini yazıyorum buraya, size kalan Düello adlı şiir kitabını alıp şairin bütün şiirlerini keyifle okumak


BİR EFLATUN AŞK

Benim o hep fırtınalarla boğuşan ruhum
Yorulmuyor yaşamaktan.

Midyat’lı bir gümüş ustasıdır, süryani
Ve yüzündeki çıban gibi
Yüreğinde yaralar
Taşımaktan.

Yorulmuyor yorulmuyor
Ağır işçi
Kedere ve aşka çalışmaktan

Kiminde peçeli bir gülüş çağırıyor
Kiminde kovuluyor kapılardan.

2.
bak sabah yaklaşıyor birazdan ufuk
moraracak
sevgilim çıplak sokaklarında
ayak seslerim dolaşsın
yasak
ırmaklarında yıkanayım
avuçlarına karlı öpüşler
bırakayım

rüzgar
unutulmuş
bir dağ çeşmesine
götürsün bizi.

Zamanın saatleri unuttuğu
Şavkıyan bir dağ çeşmesine.

3.
ey eflatun aşk
bana eflatun yağmurlar
yağdırabilir misin

getirebilir misin geçen günleri geri
tutup yıldızları yanıma oturtabilir misin

sana neyi anlatayım
her sarnıç küflü bir yağmuru
her sevda bir ayrılığı yaşar.


UNUTULMAYAN

durmadan taşırdım yanımda üç şeyi
iri çakıl tanelerini, çatlamış bir narı
bir öpüşün bıraktığı harlı lekeyi
ipekten
çalınmış
umutlarla taşırdım
ah sevgilim derdim, ölüm
ne kadar çoktu yaşadığımızda.

bize hep beyaz mendil
sallayan
ölüm ki,
iki kapısında
haki bir yalnızlık
dikilirdi

ve hatırlatırdı
bize, güz kuşlarının
uçup gittiği denizleri.

bense, yulaf kokan
dağlı ellerinde
dolaşmak gibi kolaydır
sanırdım yaşamak ve sana kansız
bir gökyüzü
getirirdim
getirebilsem ah,
- avlusunda çocukların
korkmadan oynadığı -
lalelerle
donanmış simli bir gökyüzü.

bir öpüşün bıraktığı harlı lekeyi

çatlamış bir narı, unutmadım.







23 Ekim 2009 Cuma

İÇİNDEKİLER











İÇİNDEKİLER


Şeytan ayrıntıda,

Ayrıntılar bende,

Ben senin içinde,

Sen evrende bir yerde,


Ben evrenin içinde,
Evren benim içimde...


Mert YÜKSEL

AÇIL SUSAM AÇIL


Son ayların meşhur konusu "Demokratik Açılım" oldu. Herkes bir şeyler söylüyor,yazıyor, çiziyor: Bir şeyler yazmazsam kendimi eksikli hissedecektim.


Doksanlı yıllarda, yanılmıyorsam 1993'te terör gerçeği ile tanışmıştım. Mahalledeki samimi arkadaşlarımdan biri ağabeyini bir çatışmada kaybetmişti. Askerdi ağabeyi. Küçücük yüreğim o günlerin izlerini taşıyor. Buna benzer bir iç sıkıntısını 1999 senesindeki depremde yaşamıştım, bir düşünün. Şunu demeye çalışıyorum deprem gibi bir felaket bizim için bu saçma sapan yitişler. Öyle ya da böyle bir şehit cenazesini ekranlarda gördüğümüzde vicdan sahibi her bireyin gözleri doluyor olmalı.
Her nedense çocukluk yıllarımın saflığıyla bile bu üzücü tablonun yaratıcısı olarak Kürt milletini görmedim. Herhangi bir nefretim olmadı ırki ya da bireysel anlamda. Dağda yitip gidenlerin de insan olduğunu düşündüm hep. "Şehit cenazelerindeki analar gibi yüreği yanan başka analar da var sanırım" diye düşündüm.


1993'ten beri uzunca bir zaman geçti. Bir sürü şey okudum, bir sürü haber izledim, bir sürü insan tanıdım. Öyle şeyler gördüm yanımdaki insanların öyle dolduruşa geldiğini gördüm ki. Böyle olmaması gerektiği fikri bende değişmesin diye oldukça mücadele ettim. Şunu fark ettim, biz ve siz fikri bir futbol maçı basitliğine indirgenen kültür farklılıkları öyle ince ince işleniyordu ki. Bir tarafta olma mecburiyeti doğuruyordu insana. Bir yanda şehit cenazelerinin görüntüleri öte yanda yapılan her operasyonun katliyam olarak adledilmesi iki tarafta da siz biz fikri öyle bilinçle aktarılıyordu ki. Şükür ki fikirlerim değişmedi! Hangi tarafta olduğum sorusunu düşündüm durdum. Sanırım iki tarafın da ortasında ellerini iki yana açıp saçma bir kavgayı ayırmaya çalışan-ki hayatta da böyleyimdir- adamdım ben.

Kafamda sorular var:

Bu kadar saçma bir çatışma başka bir coğrafyada var mı ki? Bizlere Baskları ve İrlandalıları örnek verenler bu iki halkın da baskın devletlerle ortak bir savaşta dahi yan yana savaşmadıkları gerçeğini bize söylediler mi?


Oysa bizim mazimiz büyük ortaklıklarla dolu değil mi? Hep aynı örnek ama bana kalırsa üstü kapatılmaya çalışılan bir ortaklık. Çanakkale ve Kurtuluş Savaşı! Bir düşünün!


Kafamdaki ikinci soru şu: Bu coğrafyanın insanları kendi aralarındaki bu anlamsız çatışma yerine sermayeye karşı bir hak savunusu gerçekleştirseydi neler değişebilirdi şimdiye nazaran? Düşünsenize tüm çalışan kitle daha iyi şartlarda yaşamak ve çalışmak için hakkını arıyor. Çok şey değişirdi değil mi? Fransa ve Yunanistan'daki hak arayışı gösterilerini bir düşünün. Birlikten kuvvetin doğuşunu.
Patronun Türk'e Türklüğünden 5 lira daha fazla vermeyişini, Kürtlüğünden dolayı bir hafta kafa izni vermeyişini.
Sermayenin millet anlayışı olur mu bir düşünün!


Bugüne kadar birçok Kürt arkadaşım oldu, eminim sizlerin de olmuştur. Ben hiçbir "yamuklarını" görmedim amiyane tabirle. Zaten görseydim de bunu bütün bir millete mal edemezdim. Hepsiyle de diğerleriyle nasıl arkadaşsam öyle arkadaştım. Eminim onlar da benimle öylece arkadaştılar. Tüm bunlar yaşanırken İspanya'da bir Katalanla İspanyol'un ya da İspanyolla Basklının birbirlerine nasıl baktıklarını düşünüyorum. Bir İskoç'un İngiliz'e sözgelimi. Onların böyle olmaları için bir sürü neden var. İspanyolların Franko dönemindeki uygulamaları, İngilizlerin yüzyıllar süren katliyamları... Böyle bir hava verilmeye çalışılmıyor mu bu topraklarda? Peki bu çapta şeyler yaşanmış mı? Hiç sanmıyorum.

Ben şöyle düşünüyorum. Bazı toplumlar var: Bu toplumlar kendi içlerinde didişmeli ki para babaları rahat etmeliler. İnsanlar haklarına odaklanarak yollara dökülememeli. İşte bunun acı meyvesi bu, tüm yaşananlar!

Açılıma gelince, onun hakkında da şöyle düşünüyorum. Suni bir soruna suni bir çözüm bulunmalıydı. O çözüm süreci işliyor şimdi. Halk olarak gözümüzü açtığımız gün bu tip suni süreçler yerine doğallarını yaşayacağız. Ben fikir olarak ortadaki adam olmaya devam edeceğim. İki tarafın da hırçın çocuklarını provakatörleri göstererek uyaracağım. Ve hep şu topraklardaki insanların bir gün gözlerini açıp harekete geçecekleri günü bekleyeceğim. Umutla!






Elma Dersem Çık, Armut Dersem Çıkma



Yıllar önce birileri zor ile saklandı da biri bulamadı ve avazı çıktığı kadar bağırdı ebe; elma dersem çık armut dersem çıkma.

Armut nidalarıyla onca can verildi, onca madalya iliklendi yakalara ve onca isim yazıldı mezar taşlarına.
Nihayetinde,
Elmanın adını açılım koydular, bağırdılar, karşıdalar, kutladılar ve armut diyenlerin sesi daha bir duyulur oldu.

Ebe, hala tedirgin ve kaygı içinde…
Hakan Karabulut

22 Ekim 2009 Perşembe

PARA


PARA

"Nuray!" diyordu adam

Şu güne şu gün

İstedim mi senden para?

Ya da bir paket sigara

Aradım mı?


Adam avazı çıktığı kadar

Bağırıp çağırıyordu

Kadında yalanın biri bin para

"Nuray seni ortada bıraktım mı?"

Kadın ağlayıp duruyordu

İşi gücü inkar


Kadın para para diye paralandı

Bir kapı açıldı ardından

Adı para babası olan bir adam

Kapıdan baktı

Adam para babası kadar

Edemezdi Nuray’ı bahtiyar

Edemedi de zavallı.


Murat Gil

19 Ekim 2009 Pazartesi

Yaşar Ayna'nın Karşısında



Birçoğunuz belki de bazı sanatçılarımızın şair kimliğinden haberdar değil. Benim bildiklerim de eminin sizlerinki kadardır. Bir sürü sanatçı şarkılarının içinde şiirler kullanıyor. Kimi zaman kendi şiirlerini kimi zamansa başkalarının şiirlerini kullanıyorlar. Ben halihazırda şiir kitabı bulunan 2 sanatçımızdan örnekler vereceğim burada. Yaşar Günaçgün,Erhan Güleryüz,

BENDEN UZAKTA

Git içimden git
Gitmezsen dinmeyecek
Son sözüm bu olarak kalsın
Ağlamayacağım ölmeyeceğim hatta umursamayacağım
Seni unutacağım demiyorum
Unuttum bile
Git içimden git
Nasıl geldiysen öylece
Git içimden git
Birdenbire

Ellerini de al
O da sol tarafımda bir yerlerde olacak
Dinlediğim şarkıları da senin için
Uyuyamadığım geceleri de
Seninle gördüklerimi
Hepsini al
Götür benden götürebildiğince
Bilmiyorum sorma bütün cevaplar zor

Git içimden dışımdan her yerimden
Ağlamayacağım ölmeyeceğim hatta umursamayacağım
Git içimden git artık
Bir yalan daha söyleyemeyeceğim

Yaşar Günaçgün

**Şarkıcı Yaşar'ın Yalnızlık Dört Bin Perde adlı şiir kitabında güzel şiirler var. Bunlardan biri de Benden Uzakta. Ancak şunu rahatlıkla söyleyebiliyoruz: Yaşar şiirlerinde de besteci kimliğini bir kenara çıkarıp atamamış. Şiirlerindeki sözcükler, cümle kurguları oldukça basitçe seçilmiş. Sanki kolay anlaşılır bir şarkı sözü gibi kalmış kitaptaki şiirleri.



**Erhan Güleryüz'ü ilk defa gözlüksüz görüyorum bu arada:D

MERAKLISINA

Ben koşmaktan yoruldum,
beğenen alsın beni.
Ben seçmekten vazgeçtim,
kim seçerse buyursun.

Dünyaları verseler değişmez ki gözlerim.
Hep aynı, kararsız, doyumsuz
ve aynı maymun iştahla geçiyorum dünyadan.

Etimden, sütümden, tüyümden, derimden
alın toprak olmadan.

Sırtımda bir çuval dert var,
ucundan tutun azıcık.
Çok ahım var, ah edecekseniz
şimdiden değiştirin yolunuzu.
Genlerimde hata var.
Hatalarımı bağışlamak durumunda kalmayın.
Öyle görün, öyle sevin.
Yüreğimde bir melek, bir şeytan var.
Atsan atılmaz, satsan satılmaz.
Tam buldum derken huzuru, değişiverir her şey.
suyum berrak durmadı ki az bir zaman bile.
Dibi batak bir göl gibi.
Ben yürüdükçe
sarsılır, bulanır her şey.

Erhan Güleryüz

** Ayna grubunun yanık sesli solisti neredeyse her duygusal şarkısının ardında bir şiir patlatırdı. Üniversite yıllarımda İstanbullu bir arkadaşım sınıfta Erhan Güleryüz'ün şiir kitabını okuyordu da o gün farkına varmıştım, sanatçının kitabı olan şairler arasında yer aldığının. Şiirlerini bir çırpıda okumuştum. Oldukça lirik şiirler vardı o kitapta. Bir tane edinemediğimden bütün şiirlerini defalarca okuma fırsatı bulamadım. Ancak şunu söyleyebilirim:Erhan Güleryüz'ün yanık sesinden aldığım hazzı şiirlerinden alamadım. Sanki bazı şarkılarının sonundaki arabeske kaçan şiirlerini okumayla yetinmeliymiş üstad!

17 Ekim 2009 Cumartesi

ÖZDEMİR ASAF


Şiirin bu deli çocuğu gerçekten felsefe eğitimi almış olduğunu gösteriyor şiirlerinde. Diğer şairlerden farkını ortaya koyan bir sürü yönü var. Şiirlerini zaman zaman tekerleme havasında yazmasından tutun da bazı sözcükleri daralmaya uğratmadan yazması gibi. "Bilemiyorum" değil de "bilemeyorum" yazıyor mesela sözcüğü. Bunun sebebini henüz bulabilmiş değilim. Sanırım daralma kuralına inanmıyor şair.

Nereden bakarsanız bakın Asaf özgün şiirler koyuyor ortaya. Onun aşk ile ilgili şiirlerine bayılıyorum. Bir Kapının Önünde kitabından birkaç tane şiirini sizlerle paylaşmak istedim.

Sensiz

Sensiz de denizi seyredebiliyorum.
Hem dalgaların dili seninkinden açık.
Ne kadar hatırlatsan kendini boş.
Sensiz de seni sevebiliyorum.

Hep boş konuşurduk hatırlar mısın, bula bula,
Karşılaştığımız zamanlarda.
Sen, sevgiden şımaran çocuk,
Ben şaşıran budala.

**Şiirde sevgisinin karşılık bulamayışından şikayet eden bir adamı ne kadar da güzel ifade etmiş şair. Buluşmalarını boş muhabbetten öteye taşıyamayan bir insan için yaptıklarının budalalık olduğunu anlayan herkes bu şiirden haz alacaktır.


Duvara Astığım

Ölünceye kadar seni bekleyecekmiş,
Sersem.
Ben seni beklerken ölmem ki..
Beklersem.

** Kıskançlığı Faruk Nafiz'in "Kıskanç" şiirinden sonra en iyi anlatan şiirdir, bana kalırsa.

Mesaj

Ölebilirim genç yaşımda,
En güzel şiirlerimi söylemeden götürebilirim.
Şimdi kavak yelleri esiyorken başımda,
Sevgilim,
Seni bir akşam-üstü düşündürebilirim.

** Her şairin en çok bilinen şiirleri vardır. Özdemir Asaf'ın Lavinia'dan sonra en bilinen şiiridir belki de mesaj. Bu şiirdeki mesajı alabilmiş midir sevgili;ancak Özdemir olacakları çok öz ifade etmiş karşısındakine.



Gurur

Çağırdığım balık
Yemi çıkar, dedi,
Oltayı görmeden gelmem.

Bu şiiri okuduğumda bir aşk şiiri olduğunu düşünmüştüm. Hala öyle düşünüyorum.

Ç

Ben uyurken
Duvarıma tırmandın
Güllerimi yoldun.

Ve bütün şikayetin
Sen uyurken
Bahçene girenlerden


** Yorumu sizlere bırakıyorum.






16 Ekim 2009 Cuma

MASA


masa

O masa şimdi uzak, alabildiğine uzak

Yolumda zikzaklar çiziyorum

Nasıl çıktığımı bilmiyorlar yukarı

Gözlerim ıslak yüreğim ıslak


Merdivenler şimdi önümde tırmanıyor

Uzanıyorum tek başıma ve o basamak

Nasıl oluyor da bayan “İyi değilim.” diyor

Sonradan düşününce seviniyorum


Usul usul ve yavaşça

Oturuyor işte yapbozun taşları

O gün bu gündür geldi çattı bak

Ben hala ahlarımı

Göğe yükselen bir meleğe benzetiyorum!


Şu gün yani ben

Burada ne arıyorum?

Neye yarar fellik fellik beni sormak?

Nasıl çıktığımı bilmiyorlar yukarı

Gözlerim ıslak yüreğim ıslak.


Kendimi bir kefene

Bir kefene

Çöldekini koyuyorum.

Bu sen olamazsın diyorum Leyla!

Bodur bir ağacın altında dişlerimi sıkıyorum

Sonrası kefene kalıyor gönlümü sarmak,

Ben hala inanmak istemeyen bir adamım


Dehşete düşmüş bir göç kuşu gibi

Yalvarıyorum arkasından uçmak

Kanat çırpmak devreye giriyor sonra

İmkansız hale geliyor

Zihnimdeki masayı yakmak…


Başımı sokuyorum bir damın altına

Bu sen olamazsın diyorum Leyla!

Kendime baktıkça burkuluyorum

Üzülme kıyamam diyenleri bana

Hasta ziyaretçilerine benzetiyorum…


O adam şimdi uzak alabildiğine uzak

Ruhum nazik çöldekine nazaran

Nasıl çıktığımı bilmiyorlar yukarı

Gözlerim ıslak yüreğim ıslak!


Murat Gil

15 Ekim 2009 Perşembe

POST-MODERNİST


POST-MODERNİST

Canan ki Degüstasyon’a gelmez

Balıkpazarı’na hiç gelmez

(Orhan Veli)


Gittim konuştum o kızla

Eğnimde post-modernist sandığım bir acı

Boynumdaki yağlı ipi henüz bağlamadım.


Tevekkeli, çay alıyordu, gelirim, dedi

Oysa hatırladım Degüstasyon’da bulamadığını

Balıkpazarına da uğramıyordu Orhan’dan beri


Vardım , bakındım sağa sola

Post-modernist bir sevgiye muhtaçtım

İki melankoli kattım çayıma.


Bungunluk ve hararet,

Çöpleştim, keyfim kaçtı

Sonraki vakti yakın mıydı aşkın

Ve mutluluğun saati kaçtı ?



Murat Gil

14 Ekim 2009 Çarşamba

"Hasret"ler


Yüz yıl oldu yüzünü görmeyeli,

belini sarmayalı,

gözünün içinde durmayalı,

aklının aydınlığına sorular sormayalı,

dokunmayalı sıcaklığına karnının.


Yüz yıldır bekliyor beni bir şehirde bir kadın.

Aynı daldaydık, aynı daldaydık.

Aynı daldan düşüp ayrıldık.

Aramızda yüz yıllık zaman,

yol yüz yıllık.

Yüz yıldır alacakaranlıkta,

koşuyorum ardından.


Nazım Hikmet Ran

-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.

Sevgimi unutmak için seyrederim bir tabloyu,bir mermeri,

Ki ne kadar dalsa ruhum yeniden döner geriye:

Okurum düşüne düşüne okuduğun şiirleri,

Senin düşüncen geçerken üzerlerinde bir sıcaklık kalmıştır diye


Fazıl Hüsnü Dağlarca

13 Ekim 2009 Salı

REZERVUAR KANİŞLERİ


Bugün oldukça keyifli bir oyun izledim Melek Ökte Sahnesi'nde. Rezervuar Köpekleri filmini izlemiş ya da duymuşsunuzdur. O filmin hastası 3 kafadar yeraltı adamının komik hikayesini anlatıyor Rezervuar Kanişleri. Filmdekilerden çok daha sempatik 3 mafyavari tip.

Kahramanlarımız sözde örgütlerinin bekası adına oldukça fedakarca davranıyor. Uzunca bir müddet kaldıkları hücre evleri de zaten dekoru oluşturuyor. Her grupta olduğu üzre grubun reisi,grubun sağduyusu ve haylazı mevcut. Özellikle karakterlerden Pembe rolündeki Şuayip Ünsal'ın performansı beni son derece etkiledi. İdeolojisine bağlı;ama yine de hayalleri ve ideolojisi arasında gel-gitler yaşayan, asla bir gerilla olmayı beceremeyen, naif yeraltı insanını harika oynadı Ünsal. Diğer kahraman Sarı yani Musa Zindan'ın farklı oyunlarını hatırlıyorum. Bu oyunda diğer oyuncularla bir sıralamaya soksaydık kendisini üçüncü olurdu diye düşünüyorum. Pek motive göremedim kendisini.

Fatih Paşalı kanımca ışığı olan bir oyuncu. Başrolü paylaşan 3 oyuncunun en küçüğü olmasına rağmen ustalarından hiç de geri kalmayacak hatta zaman zaman onların önüne çıkacak bir performans sergiledi. Grubun saf, içgüdülerinin esiri, zıpır gencini harika oynadı diye düşünüyorum. Şansı yaver giderse önümüzdeki yıllarda birçoğumuz adını sıklıkla duyacağız.

Son sözüm dekor ve diğer tiyatral malzeme ile ilgili olacak. Özellikle önemli düşünme sahnelerindeki zil sesi çok hoş bir hava katmış oyuna. Tek kusur bana kalırsa oyunun bir yerinde kullanılan Love Story müziği idi. Uygun olmadığı kanaatindeyim.

Tüm bunları kefelere koyduğumda sit-com tadında çok eğlendiğim bir oyun izledim. Verdiğim paranın hakkını aldım diyebiliyorum. İzmir'deyseniz ve yolunuz Konak'ta Melek Ökte Sahnesi'ne düşerse bu oyunu mutlaka izleyin. Unutmadan son oyun 17 Ekim Cumartesi akşamı oynanacak. O güne kadar izlediniz izlediniz:D

12 Ekim 2009 Pazartesi

MUSTAFA BELGESELİ TV'DE YAYIMLANMASA MIYDI?


Ne düşündüğünüzü bilmiyorum; ancak bana kalırsa Mustafa belgeselinin bugün televizyonda yayımlanacak olması birçok çocuğun fikirlerini değiştirecektir. Bu da pek hayırlı bir durum değildir kanaatimce.

Benim yaşımdakiler ve sonrasının fikirlerinde değişim yaşandığını düşünmüyorum, Mustafa'dan sonra. Belli noktalarıyla yeni bir anlayışla sunulduğunu bile düşündüğüm belgeseli minikler için zararlı buluyorum.

Mustafa'yı ilk izlediğimde belgelere vakıf olmamama rağmen araştırıcının insafına sığınarak sunduklarının gerçek belgelere dayandığını var saymış ve fena araştırma olmamış demiştim. Atatürk'ün bizzat kaleme aldığı günlüğünün yayımlandığını ya da bir şekilde araştırmacıların elinde olduğunu bilmiyordum. Aslında hala böyle bir kitap var mı onu da bilmiyorum. Belgesel boyunca Mustafa Kemal'in de bir insan olduğunu vurgulamak amacıyla o günlüklerden yararlanmış Can Dündar kendince. Tabii iyimser olduğunu var saysak bile istediğinden başka bir şeyleri işaret etmiş.

Beni belgeselde rahatsız eden tek nokta da bu oldu. Yani kasıtlı olmadığını düşünsem de farklı düşüncelere hizmet eden noktalar! Bunca esere ve görülenlere rağmen belgeselin bir bölümünde Batılıların o dönemde sunduğu şekliyle Atamızın diktatör hareketlerinin olduğunu ileri sürmesi Can Dündar'ın eksisiydi. Bunu alanen yapmamıştı ancak örneğin heykel meselesini ön plana çıkararak o düşünceleri destekler durmuştu yazar. Devrin şartlarıyla bir değerlendirme yapmayışı Ulu Önder hakkında atılıp tutulanarı destekler niteliğe büründürmüştü belgeseli.

Bunların dışında pek de olumsuz yaklaşmadığım, belli şeylerin daha şeffafça sunulması gerektiğini düşündüğüm bu belgesel-filmin televizyonda yayımlanmasını yine de arzu etmezdim. Çünkü milli bilinç kavramını yeni yeni öğrenen miniklerimiz için çağdaşlığın ve modernizmin en önemli karakteri Ulu Önder'dir. Henüz hayal ile gerçeği tartma yetisine sahip olmayan bu taze beyinlerin karşısına kurucumuzu karanlıktan korkan, her yere heykeller diktiren, sürekli alkol alan, sevilmiyormuşçasına yalnız bırakılan bir adam olarak çıkarmak her şeyden önce milli bilinç olgusunu zedeleyecektir.

Tabii sizlerin de düşüncelerini merak etmiyor değilim.

benlikten nesneye

Belki bir peygamber edasıyla, kurgusal açlığın pençesinde, Varoluştan ya da içgüdesel yönelimlerin belirlediği birbirinden farklı mutlaklık arayışlarının hüküm sürdüğü zamanlardan bu yana, bir mükafatandırıcı yaratma çabası içinde olan insanoğlu hiçliğin hüküm sürdüğü bir mekanın hayali ile yaşadı.

Tahayyül edilen veyahut bir masala konu olan hali ile her şeyin yerini en yenisine bıraktığı ebedi bir istirahat hane..

Bu durum, “birey” olma çabası içinde kibri ve türlü zafiyetleriyle nam salmış bir varlığın kendisine biçtiği bir ceza mıydı?

Hakan Karabulut

DEDİKODU




DEDİKODU

Kim söylemiş beni
Süheyla'ya vurulmuşum diye?
Kim görmüş, ama kim,
Eleni'yi öptüğümü,
Yüksek kaldırımda, güpegündüz?
Melahat'i almışım da sonra
Alemdar'a gitmişim, öyle mi?
Onu sonra anlatırım, fakat
Kimin bacağını sıkmışım tramvayda?
Güya bir de Galata'ya dadanmışız;
Kafaları çekip çekip
Orada alıyormuşuz soluğu;
Geç bunları, anam babam, geç;
Geç bunları bir kalem;
Bilirim ben yaptığımı.

"Ya o, Mualla'yı sandala atıp,
'Ruhumda hicranın'ı söyletme hikayesi?"