23 Temmuz 2011 Cumartesi

MECNUN KADAR SEVEBİLİR MİSİNİZ?





Mende Mecnun'dan fûzun âşıklık istidâdı var
Âşık-ı sâdık menem Mecnun'un yalnız adı var




*Bende Mecnun'dan fazla aşıklık yeteneği vardır, sadık aşık benim, Mecnun'un yalnızca adı vardır


diyerek aşıklık mertebesinde Mecnun'dan daha ileride olduğunu iddia eden Fuzuli'nin kendi aşkını yüceltmeye çalışması hem anlaşılabilir hem de takdire şayandır. Burada üzerinde duracağım nokta edebiyatımızı derinden etkilemiş halk hikayeleri, bu hikayelerdeki tipler ve tabii ki Mecnun'un bu tipler arasındaki yeri olacak.


Bildiğiniz gibi Ferhat ve Şirin(Hüsrev ü Şirin), Kerem ile Aslı, Leyla ve Mecnun Türk edebiyatını derinden etkilemiş halk hikayeleridir. Bunun yanı sora W.Shakespeare'nin muhteşem eseri Romeo ve Juliet de dünyaya mal olmuş aşk hikayelerindendir. Bu hikayeler genel anlamda Arap ve Fars kökenli olup sadece Kerem ile Aslı kendi kültürümüzün ürünüdür.


Bu hikayeleri göz önüne alıp Mecnun'u düşünürken diğer halk hikayelerindeki erkek tiplerinden farklı özellikler taşıdığını fark ettim ve bunları yazmayı uygun gördüm.
Adını saydığım bütün hikayelerin aşık olan erkek tipleri, birer hareket adamıyken Mecnun'un pasifliği, içine dönüklüğü insanı ister istemez onun hakkında farklı düşündürüyor. Baştan belirtmeliyim ki buradaki amacım hangi tip daha çok sevmiştir, en büyük aşık hangisidir gibi bir tartışmaya yol açmak değildir.


Ferhat ve Şirin hikayesinde bildiğiniz gibi Ferhat, Sultan olan Şirin'in annesi Reba Sultan'ın "Şu dağdaki suyu ülkeye getirirsen kız senindir" vaadiyle dağı delmeye kalkışmış, Sultan'ın sözünden cayması ve yandaşı cadının işler karıştırmasıyla kaçırılan Şirin'in peşine düşmüştür. Ferhat hikayede aşkı için savaşmaktan korkmayan bir yiğit insan tipidir.


Kerem ile Aslı'da, Kerem'in beşik kertmesi olan ;fakat yüzünü ancak bir av sırasında yemyeşil bir çayırda gördüğü Aslı'sına kavuşma mücadelesi anlatılır. Bu iki aşığın arasında yine bir cadı büyüsü vardır. Adeta bir kara çalı girer araya ve aşıklar birbirlerine bir türlü kavuşamaz. Hikaye boyunca hem sanatçı kişiliği hem de mücadeleci kişiliği ile bir yiğit insan tipi çizilir. Kerem her türlü zorluğa karşı kavuşmak için çırpınmış, savaşmaktan kaçmamıştır.


Romeo ve Juliet, hikayesindeki Romeo, Juliet düşman ailenin bir ferdi olsa da kahramanca ailesine ve düşmanlarına karşı mücadele etmiş, rahibin önerisiyle ölü taklidi yapabilmek için aldığı iksiri içen Jüliet'in öldüğüne inanarak intihar edebilecek kadar kahramanca davranmıştır.


Bütün bu kahramanların ardından gelelim bizim hiçbir şey yapmayan Mecnun'umuza. Okul yıllarında tanıştığı Leyla'sına ilk görüşte aşık olan kahramanımız, ona öylesine bağlanır ki bir dakika bile yanından ayrılamaz bildiğiniz gibi. Her sözü Leyla'dır, her yaptığı Leyla'dan ötürüdür artık. O zamanlar Kays diye anılan Mecnun'un bu ilgisi Leyla'nın ailesinin Leyla'yı okuldan alması, yani toplumsal baskıdan, söz olur endişesinden boşa çıkmıştır.


Kays, Leyla'sını görmeden geçirdiği günlerde daha da tutulur aşkına ve her sözde onu araması, herkese Leyla'yı sormasıyla cinlenmiş manasına gelen Mecnun lakabıyla anılmaya başlar. Hikayeyi bilenler bu duruma üzülen babasının Leyla'yı oğluna istediğini, ancak Mecnun diye anılan bir gence kızını veremeyeceğini söyleyen zalim babayı hatırlarlar.


Diğer hikayeleri düşündüğümüzde Mecnun'un bu andan itibaren harekete geçmesini ve Leyla ile kavuşmak adına her şeyi yapmasını bekliyoruz. Belki de Mecnun Leyla'sına kavuşmayı çok arzulamıştır; ancak bir gerçek var ki asla harekete geçmemiştir. O, Leyla'nın aşkıyla mutludur. Onun aradığı Leyla'nın teni değildir. Babası bu aşktan kurtulsun diye onu Kabe'ye dua etmeye götürdüğünde bile ellerini semaya açarak : Ya Rab! Aşk belasıyla beni tanıdık eyle! Bir an beni aşk belasından ayırma! Sevgi belasında ağırbaşlılığımı bozdurma! Dostlar ayıplayıp bana vefasız demesinler! Sevgilimin güzelliğini gittikçe artır! Geldikçe derdine beni daha beter tutkun eyle" der ve dua eder. Baba şaşkındır tabii ve oğlundan ümidini keser. Belki de içinizden be adam böyle bir dua edeceğine kaçır işte kızı diyorsunuzdur.


Çöllere kendini vuran kahramanımız, derdini dağa taşa açar, Leyla'nın güzelliğine şiirlerini kuşlara, ceylanlara okur. Onlarda Leyla'nın güzelliğini görmektedir. Bu güzel şiirleri duyan Nevfel adında bir yiğit Mecnun'a acımış ve Leyla'sını almak için Mecnun'u da ikna ederek Leyla'nın kavmine savaş açmaya karar vermiştir. Fakat bu savaş sırasında kendisine danışman seçtiği Mecnun, Leyla'nın kabilesi kazansın diye dua etmektedir. O Leyla'sının içinde bulunduğu bir ordunun nasıl yenilmesini isteyebilir ki.


Mecnun, yeniden çöllerdedir. Sevdiğinin bir adamla İbn-i Selam'la evlendirileceğini duyduğunda ah ü zar eyler ama ne fayda. Mecnun'un tek yapabildiği sitem dolu bir mektup yazarak arkadaşı Zeyd aracılığı ile onu Leyla'ya iletmektir. Mecnun, aşkını ve sitemini içinde yaşayan aşk sarhoşu olmuş bir kahramandır.


Bir süre sonra İbn-i Selam'ın öldüğü haberi gelir Mecnun'un kulağına. Belki de bu çöl aşığının bu durumdan fayda umup göklere fırladığını düşünebilirsiniz ;ancak Mecnun kendisinden bekleneni yapar ve hüngür hüngür ağlamaya başlar. Kendisine haberi muştusunu isteyerek ileten Zeyd'e dönerek şunları söyler: Ey vefalı dostum, benim bu yolda ar ve namusum yok mudur? Sevgilisine canını veren ulaşmıştır. Canını vermeyen arada kaybolmuştur. O benim dostumdu, düşmanım değil. Ona hem o, hem de ben aşıktık. O, canını vererek kavuştu. Kendi derecesinde olgunluğa erişti. Benim noksanlığım tamamlanma halime ağlıyorum diye beni ayıplama! Canını sevgilisine feda kılan gerçek aşıktır. Canına kıymayı göze alamayan sevgili istemeye kalkışmasın. Canını vermeyen noksanlığını itiraf etmelidir."


Evet sonrası malum, kahramanımız çöllerde dolanmaya devam eder ve Leyla, Mecnun'u için çöllere düşer. Evet evet, bayan karakter harekete geçmiştir, yanlış anlamadınız. Mecnun, aşk şarabıyla öyle sarhoştur ki gözü artık Leyla'yı dahi görmemektedir.


Sözün özü şöyle ki ben Mecnun tipini daha canlı, daha bizden daha insancıl buluyorum. Mecnun, sevginin yalnızca tensellikte olmadığının dersini muhteşem bir şekilde vermiştir. Ayrıca hikaye diğerlerine göre kadın ve erkek eşitliğine daha uygundur ve bir anlamda törenin kadını kısıtlamasına bir başkaldırıdır. Sadece erkek karakter değil kadın karakter de aşkı için mücadele vermiştir. Yazının kilit noktası tabii ki İbn-i Selam'ın ölmesi üzerine Mecnun'un ağlamasıdır. Fuzuli hikayede durumu tasavvufi olarak değerlendirse de aşık olduğu insanı seven birini Mecnun'un sevmesi, onun ardından göz yaşı dökmesi belki de olgunlukların en üst noktasıdır. Bugünkü aşklara bakarak yorumu sizlere bırakıyorum.



"Bilmem seni kime bıraktım diye
Üzülmem
Seni seven beni de sevmeli"

Y.G