16 Ağustos 2011 Salı

HAYALLER...



Mezun olduktan bir iki sene sonra anlıyor insan. Belki daha öncesinde anlayanlarımız vardır;ancak kendi adıma söyleyebilirim ki üniversitelerin Türkiye'de işlevini yitirdiğini, okulu bitirip hayatla baş başa kalınca anladım.

Öncelikle şöyle soruyorum kendime: Üniversitelerin misyonu nedir?

Evrensel ölçütlerle değerlendirdiğinizde, üniversite kurumu: Yeni ve geçerli bilgiyi bulmayı amaçlayan, işleyişinde özerk bilim yuvalarıdır. Byu kurularda öncelikle işin erbabı öğretim üyelerinin rehberliğinde öğrencilerin belli bir disiplini kavramaları amaçlanır. Sonrasında yetişen öğrenciler araştırma gruplarına dahil olurlar ve yeni bilgiler üretmeye başlarlar. Çeşitli pozisyonlara gelerek yeni öğrenciler yetiştirirler. Dünyanın büyük üniversitelerinde durum budur.

Peki ülkemizde durum nedir? Ülkemizde evrensel niteliklere uygun eğitim veren üniversite sayısının -vakıf üniversiteleri dahil-bir elin parmaklarını geçtiğini sanmıyorum. Anadolunun hemen her şehrinde bugün üniversiteler olduğu düşünülürse oranı tahmin edebiliyorsunuzdur. Peki evrensel niteliklere sahip olmayan üniversitelerde neler oluyor?

Öncelikle olayın öğrenci boyutunu ele alalım. Öğrenci, işine yaramadığını düşündüğü bilgiler yığını ile lisesinden mezun oluyor. Lise hayatı boyunca girdiği her ders, öğrendiği her şey-zorla öğrendiği- ona zulm olarak geliyor. Eğitim sisteminin öğrenciyi gerçek hayata hazırlayamayışı, derslerin işlenişindeki materyal eksiklikleri,öğretmen yetiştiren kurumlardaki problemler ve bununla beraber türeyen binlerce yetersiz öğretmen, ne yazık ki temel eğitimini tamamlayan öğrencide söylediğim izleri bırakıyor. Lise hayatı boyunca üniversitenin tek çıkış yolu olduğunu düşünen öğrenciyse, salt bu hedefe kilitlenerek, asosyal bir kimliğe bürünüyor ve yarışı kazanabilirse üniversite sıralarını şereflendiriyor.
Peki öğrenci için üniversite günümüzde ne ifade ediyor?
Üniversite=Ortam \ Üniversite=Akademik Birikim \ Üniversite=İş
Üniversiteye giren öğrenci yazının başında belirttiğim evrensel niteliğe sahip üniversitelere yerleşmişse, büyük aksilikler olmadığı müddetçe hem uygun ortamla hem de eğitim sonrasında uygun işle tanışıyor. Peki geriye kalanlar?

Şunu belirtmeliyim ki üniversitelerde yer alan birçok bölümün günümüzde iş anlamında karşılığı kalmamıştır. Bütün hayalleri ceplerinde, liseden mezun olan öğrenci, büyük bir heyecanla üniversitesinin kapısından giriyor. Tahmin ettiğim kadarıyla büyük bir bölümü hiçbir araştırmaya girişmeden, sadece yuvarlakları doldurarak tercih ettiği bir fakülteye yerleşiyor. Dolayısıyla büyük bir bölümünün kafasındaki Üniversite=Güzel Ortam ümidi belki de şehre indiği ilk günden kırılıyor. Peki öğrenci eğitimi boyunca üniversitede neler yaşıyor?

Öğrenci, çoğu zaman azap çektiğini düşüne düşüne eğitim sürecini tamamlıyor. Hayal ettiklerinin çoğuyla karşılaşamıyor. Ki hayal eden öğrenci sayısının da az olduğunu düşünüyorum. -Yani lise yıllarında felsefe ile harmanlanmış, felsefe altyapısı sağlam, felsefe ile ilgili hayaller kuran kaç öğrenci felsefe bölümünü seçiyor ki değil mi? Çoğu puanı nereyi tutarsa giderim düşüncesini benimsemiş bir kere, bu da temel eğitimde yönlendirme problemini işaret ediyor-

Neyse, öğrencinin eğitim sürecinde nelerle karşılaştığını daha da irdeleyelim. Ne ile mi karşılaşıyor bir öğrenci? Örneğin:Bir tarih bölümü öğrencisi, bölümünü Topkapı sarayını bir kere bile hocaları ile dolaşamadan bitiriyor. Birçoğu Efes Antik Şehri'ni slaytta dahi göremiyor. Slayt aletini hiçbir şekilde göremeyen öğrenciler de oluyor tabii. Birçok edebiyat bölümü öğrencisi hayatta olan bir yazar ya da şairin söyleşisini dinleyemiyor eğitimi boyunca ya da eline bir yazma alıp onun sayfalarına dokunamıyor. Birçok iktisat fakültesi öğrencisi bir işletmenin kısa süreliğine bile olsa yönetimi içinde olamadan sadece ders notlarını okuyarak bitirebiliyor üniversiteyi. Örnekleri bölümlere göre çoğaltabiliriz. Anlayacağınız yüksek lise okumuş oluyor binlerce öğrenci. Dolayısıyla hayali akademik birikim yapmak , akademik çevreyle yoğrulmak olan binlercesi de hayal kırıklığına uğramış oluyor. Birçok öğrencinin liseden taşıdığı asosyalliği devam ediyor haliyle...

Gelelim mezuniyet sonrasına. Birçok şeyi üniversitesinde bulamayan, bazı şeylerin farkına erken varamayıp hayata hazırlıksız yakalanan binlerce genç işsizlik gerçeği ile karşı karşıya kalıyor. Birçoğu anlıyor ki üniversite=iş denklemi her ortamda geçerli değil. Eğitimi boyunca travmalar yaşayan ve çoğu zaman bir birey olmayı başaramayan gençler, en büyük şoku mezuniyet sonrasında yaşıyor. Birçok işletme yöneticiden ziyade iş peşinde koşacak ara eleman ihtiyacını karşılamaya çalıştığından; yönetici vasıflarıyla donatıldıkları kandırmacasına inanan deneyimsiz mezunlarımız haliyle ortada kalıyor. Çoğu zaman lise mezunu olup da mesleki beceri kazanmış yaşıtlarından daha kötü şartlarda çalışmaya mecbur kalıyorlar. Bu da travma üstüne travma demek oluyor.

Son olarak durumu üniversiteler pencerinden ortaya koyalım.

Üniversiteler bütün bu sorunların hiçbiri ile ilgilenmiyor bile. Üniversiteler dediğimde neyi kast ettiğimi anladınız. Her geçen gün dışarıda boşta kalan eleman sayısı şişiyor dahi olsa gereksiz bölümler hatta bu bölümlerin ikinci öğretimleri açılıyor. Üniversitelerdeki öğretim görevlilerinin büyük bir bölümü donanımsız, evrensel yayınlardan uzak, kendi saltanatını yaşar halde eğitim işlerini devam ettiriyorlar. Birçoğunun astığı astık,kestiği kestik oluyor. Saltanat öyle bir hal alıyor ki koridorlarda eş,dost,akraba trafiği yaşanıyor. Birçok üniversitenin fiziki şartları günden güne kötüleşirken, derslerde kullanılabilecek materyaller çağa inat eksiliyor,dersler yalnızca kitaplardan işlenir hale geliyor. Ve artan bir şey: Her yıl üniversiteye yerleşen öğrenci sayısı artıyor, tabii üniversitelere ödedikleri katkı paraları da!!
Bir düşünün beyler!