8 Ağustos 2010 Pazar

TARİH SAYFASINA ADINI KAZIMAK

Sizin de zaman zaman günleri boşa geçiyorum hissine kapıldığınız oluyor mu? Benim son dönemlerde fazlasıyla bu hisse kapılmamın birden çok nedeni var sanırım. Ancak en önemlisi belli bir yaşam standardında yaşama arzusu. Hayat öyle zorluyor ki bizleri,öylesine sorumluluklarımız var ki bunlara zaman harcamaktan yaşamımızı renklendirmeye; dolayısıyla en önemli vasıflarımızdan biri olan yaratıcılığımızı kullanmaya vakit bulamıyoruz.

İnsanlık sanayi devriminden bu yana refah seviyesini yükseltmiş gibi görünse de kazın ayağı hiç de öyle değil. Benim refahtan anladığım insanın her anlamda egolarını tatmin edebiliyor olmasıdır. Teknolojinin hızlı ilerleyişi ve kapitalist sistemin bu durumdan fazlasıyla yararlanmasıyla insanoğlu, insanlık dışı bir yaşayışa sürükleniyor. İnsanoğlu, insanı insan yapan dürtülerinin taleplerini yerine getiremiyor. Adeta biyolojik bir makineye dönüşüyor. Düşünün bir kere, iş yerlerinde tabi olunan mesai saatleri insanların sevdiklerine, aile üyelerine en önemlisi de kendilerine vakit ayırabilmelerine izin verebilir durumda mı? Siz kendinizden pay biçerek yanıtlayın bu soruyu.

Bütün bu zırvalarımı nereden yola çıkarak yazdım biliyor musunuz? Geçtiğimiz gün tekrar izlediğim Truva filminden tabii. İzleyenler ya da mitolojiyi okuyanlar bilir. Efsane, Yunan mitolojisinin en büyük savaşçısı Achiles'in öldükten binlerce yıl sonra da hatırlanma arzusu temel alınarak kurgulanmıştır. İnsanların en büyük dürtülerinden biri temel alınarak yani. Öldükten sonra hatırlanma fikri! Filmi izlerken bunu düşünmüştüm. Bizim bu insan öğüten çarkta böyle bir şansımız var mı?

Film içerisinde küçük bir çocuk Achiles'i bir düello konusunda uyarıyordu, hatırlarsanız. Çocuk ,Achiles'in savaşacağı adam için:"Hayatımda böyle büyük bir adam görmedim,onunla savaşmak istemezdim doğrusu" diyordu. Achiles'in de çocuğa cevabı: "İşte bu yüzden senin adını ölümünden sonra hiç kimse hatırlamayacak" oluyordu. Ne güzel bir cevap değil mi? Evet, dediğim gibi insanoğlunun en büyük dürtülerinden biri bu. İnsan yaşarken öyle şeyler yapabilmeli ki ölümünden binlerce yıl sonra bile adı saygıyla anılsın. Haydi şimdi kendinize itiraf edin, yaşamınızın bir döneminde böyle bir duyguya kapıldınız. Hatta içinizden birçoğu hala böyle bir insan olabileceğini düşünüyor. İtiraf etmek gerekirse küçükken öldükten sonra dünyanın adımı saygıyla anacağını hayal ederdim. Her insanda olduğu gibi bu dürtü bende de vardı. Ancak yaşım ilerledikçe anlıyorum ki, yaşam mücadelesi günümüz insanını kısır bir döngüye sürüklüyor. İnsan, rutine bağlandığı hayatta, bir robot misali aynı şeyleri tekrarlamak durumunda kalıyor. Bu da zamanla "boş yaşıyoruz" hissine kapılmamıza neden oluyor. Bir başka deyişle öldükten sonra unutulup gideceğimiz düşüncesi bizleri umutsuzluğa, karamsarlığa dolayısıyla bezginliğe itiyor.
Şartlar ne kadar ağır olursa olsun birilerinin adı yüzyıllar boyunca anılacak. Kim bilir belki bu bizlerden birinin adı olacak. Her ne kadar yüzyılımızın figüranları olma olasılığımız bu şartlar altında çok daha yüksek olsa da yaşamdan keyif alabilmek adına sanırım adımız yüzyıllar sonra anılacakmış gibi nefes almalıyız. Cesur olup sürekli bir şeyler yaratarak...

BEĞENDİĞİM SÖZLER # 4

Çoğu zaman üç beş kişi için yazdığımızı sanırız, onlar bizi okumazlar. Asıl seslendiklerimiz, hiçbir zaman tanıyamayacağımız, başka üç beş kişidir. "Attila İlhan"

BİR BAYANDAN İZDİVAÇ TEKLİFİ


Bernard Shaw genç bir kadından evlilik teklifi yapan şöyle bir mektup alır: "Bendeniz, dünyanın en güzel kadınlarından biriyim; sizse belki de dünyanın en zeki insanı. Beraberliğimizden dünyanın en güzel en zeki çocukları doğar. Ne dersiniz?" Shaw derhal cevap yazar:"İltifatınıza müteşekkirim bayan; fakat ya çocuklarımız güzellikte bana, zekada size benzerse?