12 Aralık 2010 Pazar

İSTANBUL ÜZERİNE...

Sait Faik Abasıyanık'ın hikayelerinden alıp çıkardım İstanbul'u önce. O zamanlar sadece kartpostallardan ve televizyondaki anlık görüntülerden kafamda tasarladığım bir şehirdi 600 yıllık pay-i taht.
İlk gençlik dönemlerimde Orhan Veli'nin şiirlerindeki sıcaklık kadar her yolu düşene bir yuva diye düşünüyordum burayı. Ahmet Ümit'in öykülerinde anlattığı arka sokakları beni biraz tedirgin etti.
"Süper Baba" diye bir diziyle boğazının bir yakasına aşık oldum. Her mekanını o sıcacık sahil kavhehanesi gibi düşledim. İstanbul'u Çengelköy'den ibaret sanıyordum.
Öğretmenim Kız Kulesi'nin hikayesini anlattığında Binbir Gece Masalları'nın yaşandığı tılsımlı bir şehir olarak göründü gözümde. Topkapı Sarayı'nın ihtişamlı kubbeleri öylesine etkileyiciydi ki bir prensesin hala içinde geziyor olabileceğini hayal ettim.
Tarih öğretmenim Haliç denen yerin karadan gemiler yürütülmek suretiyle onca kuşatmadan sonra zaptedildiğini söylediğinde erişilmesi güç bir insan gibi saygım bir kat daha arttı.
Yahya Kemal nasıl bakıyorsa tepeden Aziz İstanbul'una ben de öyle bakmayı denedim defalarca. Kendi Gökkubbem'de o gizemli havayı soludum.
Yıllar geçti.
Tevfik Fikret'in "Örtün ey felaket sahnesi, örtün artık ey şehir, örtün ve sonsuz uyu ey dünyanın koca kahbesi" dizeleriyle karşılaştığımda afalladım. Kafamda böylesine yücelttiğim bir şehri düşünceleriyle beni mest eden bir adamın böylesine yerin dibine sokması şaşırttı. Attila İlhan'ın şiirlerinde anlattığı sokaklar beni ürküttü. Birileri bir şeylerden pek de hoşnut değildi anlaşılan.
Zaman gelmişti, şehri görme zamanıydı artık.
Şehir hayallerimdeki peri masallarında rastlanmayacak kadar büyük ;ama bir o kadar taş'tı. Neredeydi hayalimdeki o kubbeler, neredeydi Orhan Veli'nin çığlık çığlığa martıları. Önümde yalnızca yanıp sönen ve kilometrelerce uzaklara kadar görülebilen bir lale tarlasını andıran otomobillerin park lambaları...
Bekleyiş ve telaştan başka ne vardı?
Bir de ayaz tabii ki, soğuktu buralar Sait Faik'in hikayelerinin aksine...
Süper Baba'daki gibi gülen yüzler, sıcacık kahvehaneler arayan ben, yüzümü adeta kırbaçlayan yağmurun altında, sırılsıklam olmuş bir halde , telaşım burnumda hayalimdeki o kartpostalı yırtıp attım.