3 Ağustos 2010 Salı

Yaşar Kemal: Ezenin Düşmanı, Ezilenin Dostu

Güç ve şiddet. Kimisi, bu kelimelerden birini bile duysa vücudundaki izlere bakma ihtiyacı hisseder. Ama bakamaz..Çünkü yüreğindeki yaraların sızlayacağını bilir. Çünkü o yaralar ona çok şey hatırlatacaktır.Hiçbir zaman unutamayacağı şeyleri..O zaman da tırnaklamak ister yaralarını. Tırnağında kalacak her kabuğun, akan her kanın soracak soruları çoktur. Güç ve şiddet kimileri için vücudundaki izlerle eşdeğerdir.

Yaşar Kemal bir halk masalından yola çıkarak yazmış Filler Sultanı ile Kırmızı Sakallı Topal Karınca’yı. Güç ve haklılık arasındaki ilişkiyi. Bir fil tek adımıyla milyonlarca karıncayı öldürür. Karınca file itaat etmeye başlar. Fil, karıncayı kendisi için düşündürür, kendisi için çalıştırır. Ama fil bilir mi ki güç ve şiddet yeterli midir? Karıncalar baskının yenilmesiyle kazanılan zaferin mutluluğunu yaşayacaklardır.

Sanırım ustanın bu sözleri yeterli olacaktır;
‘’ Eğer insan soyunun bu en zalim simgesini, benzerini hayvanlar arasında arayacak olsaydım, belki timsahları bulurdum, boa yılanlarını bulurdum. Yok yok, sanmıyorum ki yeryüzünde bu zalimleri simgeleyecek korkunçlukta bir hayvan türü bulabilelim’’.

Ceyda Akkaya

BLOGLAR VE BLOG YAZARLARI

Bugünkü yazımın hemen başında şiir yarışmasında okur oylamasının 2. günü olmasına rağmen yaşanan büyük rekabete değineceğim. Şunu söylemeliyim ki aday şiirlerin hepsini çok beğendik hepsi de içimize sinen eserler oldular. Ancak iki eserin böylesine çekişeceğini düşünmüyorduk. Gelen oyların büyük bir bölümü Say Hadi ve Hüzzam Fasıl adlı şiirlere geldi. Buna rağmen diğer şiirlerin de 17 günlük süre içinde şansları devam ediyor belirtelim.

Bloglara değinmek istiyorum bugün. Canım blogçuluk ve blog yazarlığı hakkında yazmak istiyor. Öncelikle blog furyasının 2000'li yıllardan bu yana özellikle Amerika ve Avrupa'da çok bilindik bir şey olduğunu 2007, 2008 yıllarında Türkiye'de de dikkate değer biçimde görülmeye başladığını söylemeliyim. Blogçuluğun ülkemizde 2000'lerde Amerika ve Avrupa'yla paralel bir şekilde gelişememesinin sanıyorum ki en önemli sebebi ülkemize ADSL ve 3G sisteminin çok geç gelmesidir.

İyi hatırlıyorum diğer ülkelerde, özellikle ABD'de blog yazarlığı revaçtayken özellikle ünlüleri habersiz fotoğraflayan bir "blogger" oldukça dikkat çekmiş, yükselen blog kültürü tüm boyutlarıyla tartışılmıştı. Gerçi o dönemlerde ülkemizde bu kavram pek bilinmediğinden internet dünyasıyla arası olmayan birçok insan durumun ne olduğunu anlayamamıştı.

Bloglar zamanın bedava domainleriyle yapılan çok kısıtlı kapasitelere sahip sitelerin birkaç gömlek üstü olarak nitelendirilebilir. Günümüzde internet dünyasıyla çok daha yakın ilişkiler yaşayan özellikle de gençlerin kendilerini ifade platformu oldu bloglar. Çok da güzel oldular.

Bloglar işledikleri konulara göre kategorilere ayrılıyorlar. Ülkemizdeki bloglarda dikkatimi çeken kategoriler: Moda, Spor, Kadın ve Yaşam(yemek,takı) Kişisel (edebi)... Bunlarla sınırlı değil tabii ki kategoriler ancak dediğim gibi bunlar benim dikkatimi çeken ve sayılarının çok olduğunu düşündüğüm bloglar.

Özellikle moda bloglarının firmalarca ciddiye alındığını gözlemlemekteyim. Çok izleyiciye ulaşan bu tip bloglara bazı markalar sponsor oluyor ve blog yazarları yaptıkları bu keyifli işi paraya çevirebiliyorlar. Spor bloglarında da benzer şeylere şahit oluyorum ancak moda blogları seviyesine çıktıklarını sanmıyorum. Bu işi ranta çeviremediklerini düşünsem de itiraf etmeliyim ki içi boş yorumların gazete sütunlarını doldurduğu şu günlerde, gençlerin futbol yorumları çok daha keyif veriyor.

Kişisel bloglarsa anladığım kadarıyla en çok bloga sahip kategori. Özellikle üniversite gençliği-lise gençliği henüz konuya pek vakıf değil gibi- hayatlarını ortaya seren bloglarla karşımıza çıkıyorlar. Bazılarının düzmece hayatlar olduğu iddia edilse de kişisel blogların ülkemizdeki ilk blog teşebbüsleri olduğunu biliyoruz. Henüz bu tip bir platform ülkemizde meşhurlaşmamışken hatırlarsanız bir Türk gencinin yaptığı kişisel site bütün dünyanın ilgisini çekmişti. Hatırlayanlar bilir bu Türk genci sitesinin her yerine çat pat ingilizcesiyle bir şeyler yazmış, sempatik tarzıyla gündeme oturmuştu. Günümüzdeyse kişisel blogların edebi dünyada dahi ranta dönüştüğünü görüyorsunuz. PuCCa Günlük adlı blogun sahibesi yayın evlerinin dikkatini çekmiş ve yazdıklarını kitaplaştırmayı başarmıştı. Bu anlamda farklı hayatları takip edip keyif almak adına kişisel blogların yer başkadır.


Bizimkisi bir edebiyat-sanat blogu. Ülkede yazın dünyasının dahi pek popüler olmadığını düşündüğümüzde hitap ettiği çevrenin oldukça kısıtlı olduğu bir kategoride yazıyoruz. Ancak çok da önemli değil. Üniversite yıllarında bir dergi çıkarmayı düşleyen birkaç arkadaşın bir araya gelerek dergi kıvamında hazırladığı Edebiyat Meclisi sanal alem elverdiği müddetçe çizgisinden sapmayacaktır. İçimizdeki yazma aşkı sürdüğü yere kadar yazılarımızla buraları şenlendirmeye devam edeceğiz.

***Gelecekte blogların siyasi ve kültürel gündemi belirleyeceklerine yürekten inanıyor ve blogların ciddiye alınması gereken bir ses olduğunu düşünüyorum.

Sevgiyle

Blog: Ağ günlüğü