20 Ekim 2010 Çarşamba

Çirkin Çocuk Günceleri – 2


Üzerimden attığım yorganın aslında sandığımdan daha ağır olduğunu yatağın içine oturunca anlıyorum. Omuzlarımda ufak bir ağrı var. Ellerimle istemsizce ovuşturuyorum. Kirlenmeye başlamış çarşafa takılıyor gözüm, bir süre hiç kıpırdamadan duruyorum. Ne yapmalıyım şimdi. Dudaklarım aralanıyor ama ses çıkmadığını kulaklarımda ki boşluktan anlıyorum. Evet diyorum herkes gibi bir şeyler yapmalı. Uyanınca ne yapılıyorsa onu. Yüz numaraya uğramalı, elimi yüzümü yıkamalı. Onlar gibi olmalıyım. Ya sonra… Sonrasını da sonra düşünürüz diyorum.

Ayaklarımı sallandırıyorum yataktan. Sürüye sürüye geçiyorum odalardan. Yalandan bir su çarpıp suratıma geri dönüyorum başladığım yere. Yine bağdaş kuruyorum yatağın içinde. Sesler artmaya başlıyor ya öğlen oldu diyorum ya da ikindiye yaklaştık okuldan çıkıyorlar. Odanın karanlığını aralıyorum perdelerde ve anlıyorum öğlenin çoktan geçtiğini. Karnımdan gelen seslerde onaylıyor bunu. Giyinip kendimi dışarıya atıyorum.

Çocuklar öbek öbek geçiyor yanımdan. Bazıları iki kişi mahcup bir gülümseme takınmışlar dudaklarına. Belli ki ilk defa birinin eli değiyor ellerine. Yanakları al al. Nasıl da özeniyorum onlara. Lise de kimsenin elini tutmadığımı hatırlıyorum. Bana imalı bakan tüm kızlara düşmanca davranıp ağlattığımı. Neyin intikamıydı aldığım sanırım anımsamıyorum.

Adımlarımı hızlandırıyorum öğrenci kalabalıklarını yararak ve nereye gittiğimi bilmeyerek ilerliyorum. İstiyorum ki hava kararsın artık. Çocuklar çekilsin sokaklardan. Bizim gibi yaşlı bıkkın insanlara kalsın meydanlar. Baya zaman geçtiğini sızlamaya başlayan ayaklarım anlatmaya çalışıyor bana. Geçerken lokantalara bakıyorum yarı aydınlık bir yer arıyorum kendime. Kimsenin yüzünün seçilmediği amacın sadece yemek yemek olduğu bir yer. Sonun da sokağın dibine sıkışmış tavanı diğerlerine göre oldukça alçak bir yer buluyorum. Kapıda önlüğünün rengi grileşmiş, ellerinin üstünde ki kıl demetleri karanlığa rağmen seçilebilen orta yaşı geçmiş bir adam karşılıyor. Buyur abi diyor çorba sıcak, dönerde var. Midemin sesleri otur diyor bana. Oturuyorum köşeye. Sırtımı duvarın soğuğuna veriyorum. Kelle paça diyorum var mı olmaz mı abi diyor şivesinin tüm içtenliğiyle. Kap gel o zaman diyorum çok açım. Limonlu sirkeli dumanı üstünde tüten çorba az sonra geliyor masaya. İştahıma ben bile şaşıyorum, üçüncü sınıf bir lokanta da hem de böyle bir çorbayı bu denli açlıkla yiyişime şaşıyorum!

Yenen yemek, içilen çaydan sonra yine atıyorum kendimi sokağa. Ekim kasımın habercisi gibi, saat ilerlediğinden olsa gerek üşütmeye başlıyor. Gece yarısına az bir zaman var. Kimi evlerin ışıkları sönüyor, düzenli aile bunlar diyorum sabah sekiz akşam beş. On bir dedi de mi yatak. Aslında hiç de fena gelmiyor kulağa ama bana göre değil. Hâlâ kalabalıklığını koruyan sokaklardan geçiyorum. Arsız kadınlar, yılışık erkekler. Ne güzel diyorum orta da hiç çocuk yok. Görmüyorlar bunları. Nasılsa bir gün bunlarla tanışacaklar bu kadar erken olmasına gerek yok. Yılışan bir kadını tersleyip, adımlarımı hızlandırıp evime doğru gidiyorum. Her gün tekrarlanan ritüeli tamamlamak için.


BURCU AKKANLI