30 Ağustos 2010 Pazartesi

KİTAP İNCELEMESİ: CARİYE

Okumadan önce önerdiğim kitapları okuduktan sonra değerlendirmeye çalışıyorum. Böylece kitabı önceden ya da önerimizden sonra okumuş arkadaşlarla tartışma fırsatı bulabiliriz diye düşünüyorum.

Gül İrepoğlu'nun Cariye adlı kitabını bir iki gün içerisinde okuyabildim. 144 sayfalık fazlaca hacimli olmayan bir roman Cariye.

Kitaptan nasıl haberdar olduğumu şöyle ifade etmeliyim: NTV'de adını hatırlayamadığım, daha çok tarihi meselelerin uzmanlarca konuşulduğu çok yararlı bir program var. O programda geçtiğimiz haftalarda Osmanlı'da Harem konusu konuşuluyordu. İlgiyle izledim. Bilmediğimiz ne çok şey varmış Harem'le ilgili.

Harem tarihten hoşlananlar için çok merak edilen bir konu başlığı. Topkapı Saray'ında bile Harem'i gezmek ekstra paraya tabi biliyorsunuz. Hayallerimizin aksine saltanat sahiplerinin hayatlarını idame ettikleri bu mekanın öyle inanılmaz erotik, egzotik bir ortam olmadığını öğrendim. Hatta çağdaşı birçok Avrupa medeniyetinin Haremleri yanında bizimkiler oldukça mütevazı kalıyormuş.

Neyse kitabı bu programda konuşmacı olan sanat tarihi profesörü Gül İrepoğlu'nun ağzından duydum. Kitabının tanıtımını Harem hayatı ile ilgili kah Türk kah yabancı yazarlarca yazılan birçok kitabı eleştirerek yapmıştı. İrepoğlu ve diğer konuklara göre Harem üzerine yazılan romanların tamamına yakını inanılmaz fantaziler içeriyor, romanlarda geçenlerin gerçekle yakından uzaktan ilişkisi olmuyordu. İrepoğlu'ysa romanında yazdıklarını çok uzun yıllar boyunca kaynak taraması yaptıktan sonra kaleme aldığını bildiriyor; Sultan I. Abdülhamit'in arşivlerde bulunan bir cariyesine yazdığı aşk mektuplarından yola çıktığını ifade ediyordu.

Bu sunumdan etkilenmedim dersem yalan olur. Keza tarihi romanları hele ki gerçeklik üzerine bina edilmiş olanları çok seven biri olarak derhal kitabı temin ettim.

Roman, romanın tanıtımında da belirtildiği üzere Aşkıdil adlı bir cariye, Sultan ve Haremağası üçgeninde geçmekte. Yazar romanını kahraman bakış açısı ile yazmış. Roman boyunca bu üç kahramanın iç konuşmalarına şahit oluyorsunuz. Günümüzde çok tercih edilen bir yöntem bu.

Özellikle Aşkıdil'in Sultan'a sunmayıp saklamayı tercih ettiği mektuplardaki aşk betimlemeleri bir harika.

Yazar bir sanat tarihçisi olduğundan mekan ve kıyafet tasvirlerini de gerçekten hakkını vererek yapıyor. Kullanılan dil zaman zaman Osmanlı Türkçesi'ne ait unsurları içerse de okuyucunun zihnini dağıtacak nitelikte değil bu kullanım.

Devrin tarihi gerçekliğinden kopmadan saray yaşantısı içine giriyorsunuz. Kitabı okurken belki de gerçekten olaylar böyle gelişmiştir diyorsunuz. Birebir olmasa da tarihte yaşananlarla büyük paralellik taşıdığına inanıyorum.

Bütün bunlara rağmen kitabın sığ kaldığına inanıyorum. Sanki olayları biraz daha çetrefil hale getirip okuru tatmin etmeliydi İrepoğlu. Bu anlamda romanın kurgusunun çok yeterli olmadığı kanısındayım. İçerik çok etkileyici iken bu kadar basit bir anlatım olmamalıydı diye düşünüyorum. Bunu da yazarın aslında tam bir yazar değil de akademisyen oluşuna bağlıyorum. Bu mesele bir Ahmet Ümit'in elinde olsaydı neler yapabileceğini tasavvur bile edemiyorum. Ne entrikalar ne maceralar katardı işin içine. Yazarlık da böyle bir şey aslında...

Her şeye rağmen bana dönemin havasını tattırmış bir roman oldu Cariye. Hani aperatif bir roman. 5 yıldız üzerinden değerlendirme yapabilseydim 3 derdim bu roman için.

Sevgiyle