30 Mayıs 2010 Pazar

OKUNMAK ya da OKUNMAMAK aslında bütün mesele bu değilmiş


Yazıyorum çünkü buna ihtiyaç duyuyorum. Orta okulun sonundan beri ya şekiller karalıyorum ya da sözcükleri arka arkaya getiriyorum kağıtlarda. Bunları birileri görsün diye yapmıyorum. Birileri görüp aa çok güzel olmuş dediğindeyse kusurlarını bildiğimden övgülere "şaşırıyorum".

Rahmetli Aziz Nesin'in güzel bir lafını hatırlarım. "Bu ülkede 3 kişiden 5'i şairdir" der. Haksız sayılmaz üstad. Onlardan biriyim ben de 5 kişiden biriyim. Üniversitede amacım ilk üçe girebilmekti. Yani birçoğu gibi 5. olmak istemiyordum. Bu işi sıkılarak bırakanlardan yani...

Ülkemizdeki okuma oranına bakarak toplumumuz hakkında kesin hükümler vermemeli. Belli yaş gruplarında ama öyle ama böyle yazan bir kitleye sahibiz aslında. Lise yılları ile üniversitenin bitimi arasına tekabül eden süre zarfında pek çok genç kah çaktırmadan kah inkar ederek bir şeyler karalamıştır. Büyük çoğunluğu durumu içselleştiremediğinden-utanç, gereksiz bulma, belli şeylere yönelme- yazmayı bırakmıştır. Yazmayı bırakmalarının bir diğer sebebi de yazmanın olmazsa olmazı okuma alışkanlığının eksikliğidir. Okumayan birinden harika sözcükler harika tümceler beklemek safdillik olacaktır. Böyle bir gerçekle yüzleşen çoğunluk yaptığı işi gereksiz görerek yazmaktan vazgeçer.

1960'larda gençlik dönemimi yaşasaydım; eminim bir edebiyat dergisinde "yazma dürtüsü"nü tatmin etmek için uğraşıyor olurdum. Belki de ülke sorunlarına kafayı takmış bir aydın olarak sefalet içinde yaşardım. Bunu bilemem; bildiğim bir şey var ki o da : yaşadığımız devir 1960'lara hiç benzemiyor artık. Sanatsal anlamda yazarlığın, şairliğin dergiciliğin neredeyse olmadığı bir devri yaşıyoruz. İletişimin dergi sayfalarının ötesine geçtiği bir devir bu. Modern çağın dergileri gördüğünüz üzere bloglar olmuştur. Aslına bakarsanız blogları milyonlarca yazarı olan bir dergi olarak da düşünebiliriz. Keza az sayıda da olsa okur, bir derginin ortalama 40 sayfasına bağlanırken, bloglar sayesinde bir sürü farklı konuyu bir sürü yazarın dilinden okuyabilme şansına erişiyor. Bu anlamda her blogu bu büyük derginin sayfaları olarak düşünmeliyiz.


Bu büyük derginin bir sayfasını karaladığımı düşünerek gençlik hayalim olan yazma işini sürdüreceğim. Toplumun entellektüel gerçekliği ne olursa olsun, "maymun iştahım" elverdiği sürece yazacağım. Ki maymun iştahım ve çabuk kırılan nazik hevesim "Edebiyat Meclisi"nde 9 aydır bana pek bir sıkıntı çıkarmadı. Aslına bakarsanız çok da şaşırıyor ve seviniyorum bu duruma.

Sevgiyle...

4 yorum:

  1. aslında bakarsan eeyore, aynı kelimelerle aynı şeyleri yazsak bile; peçeteye, bir kitabın arka sayfasına, tertemiz bir a4'e ya da arkası kullanılmış kenarı yırtık kağıtlara, ve hatta bloglara, twitterlara ya da sadece uğrayıp da bir blogda mesela yorum yazasak sadece, o bile yeter diyorum ben. çünkü inanıyorum ki insan yazarken tıkanıyorsa, dönüp bakabilir kendine, beslemediği kendini belsyebilri o zaman kitapla, gazeyle, dergiyle ya da bir bloggerın elinden çıkma bir şiirle, öyküyle, anıyla ve alıntıyla...

    hevesin hiç kırılmasın, yazmasan da bir gün blogta, yazmaya devam edeceksin gibi geliyor.

    YanıtlaSil
  2. yorumun için teşekkürler evren hanım

    ara ara içimden gelenleri karalıyorum bu bloga. diğer yazar arkadaşlar için de burası ortak bir günlük kıvamında aslında. bazen haberler veriyoruz, bazen beğenilerimizi paylaşıyoruz insanlarla. okuyan oluyor okumayan. herkes sağ olsun tabii. her şeyden öte eğlenceli bir şey bloga yazmak. biraz da bir kağıda yazıp şişeye koymaya onu da okyanusa bırakmaya benziyor bazen bir adanın bizimle aynı dili konuşan bir sakini buluyor o şişeyi ve bize cevap yazıyor. bu da ümitli bir şey işte nazım'ın dediği gibi.

    yazmaya devam:)

    YanıtlaSil
  3. bir de yaşamaya hani şairi de anmışken :)

    YanıtlaSil