Yine bir yazı dizisi ile karşınızdayım. Üniversite yıllarında üzerinde konuştuğumuz bir konuyu birkaç bölümde burada yayımlayacağım. Şeyh Galib'in muhteşem eseri Hüsn ü Aşk'ı tanıtmaya ve bu büyük eserin etkilediği günümüzün önemli eserlerinde bahsetmeye çalışacağım.
Divan şairlerinde aşk teması hususunda inceleme yaparken, insan kavramının dışına çıkmadan; "aşk" temini tek boyutta ele almak, aşkın farklı hallerini sözcüklerin ikinci hatta üçüncü anlamlarında farklı farklı sezdirebilen geleneksel Türk şiirine haksızlık olacaktır. Keza şiiri hakkında söz açacağımız şair; tekke geleneği içinde yetişmiş ve sonraları söz söyleme hususundaki gücü ile nam salmış Şeyh Galib ise bu temaya dar bir açıdan bakmak büyük bir hata olur.
Doğuda şiir Batıya nazaran daha fazla mistisizm içerir. Lirik unsurlar salt beşeri değil aynı zamanda ilahidir de. Bu anlamda klasik şiirin aşkı tek boyutuyla ele alan şair sayısı da oldukça azdır. Şeyh Galib de aşkı beşeriden ilahiye götürerek şiirine yudum yudum yedirmiş Divan geleneğinin son büyük şairidir.
Aşk hiç kuşkusuz edebiyatın her türünde özellikle de şiirde en çok işlenen konulardan biridir. Buna rağmen aşkı tanımlamaya çalışmak göreceliliği kanıtlanmış bir konuda ahkam kesmek olacaktır. Yine de Hüsn ü Aşk incelemesine geçmeden "aşk" meselesine biraz değinelim.
Bir şair aşk için: " Kadınla erkeğin... Hayır, hayır... İki insanın birbirini ya da bir insanın birini önüne geçilemez bir biçimde istemesidir ve bunun sevilme gereksinimiyle birleşmesidir diyor."
Aşk Arapça bir sözcüktür. Kelime anlamı olarak "Sarmaşık" anlamına gelmektedir. Araplar kuvvetle muhtemel bir başka bitkiyi sarıp sarmalayarak için için çürüten, sarındığı bitkinin adeta dış dünya ile ilişkisini kesen sarmaşık ile aşk duygusu arasında bir benzetme ilgisi kurmuş ve sözcüğün zaman içinde yan anlam kazanmasını sağlamışlardır.
Başta da belirttiğimiz gibi klasik şiirin hemen bütün temsilcileri aşkı tasavvufi boyutta ele almışlardır. Bu şiirlerde sevgi duyulan, arzu edilen"kadın"ya da "erkek" ilahi aşka yönelmede bir aracıdır sadece.
Divan edebiyatının bilinen son büyük temsilcisi Şeyh Galib H.1171'de İstanbul'da, Mevlihane Kapısı civarındaki bir evde doğmuştur. Doğumuna düşülen "Eser-i Aşk" terkibi dahi onun "aşk" ürünü eserler verecek olduğunu muştular gibidir. Bilindiği üzere şairlerin doğum ya da ölüm tarihleri bir başka şair tarafından düşülen küçük bir terkip ile günümüze ulaşmaktadır.
1195'te , yani 24 yaşını doldurduğunda bütün şiirlerini bir divanda toplayabilen bu genç dahi için o yaşta divan sahibi olmak, onun eriştiği fikir derinliğine ve güzel üsluba sahip olmak o güne dek kimsenin erişemediği bir mutluluktur.
Bir anda ünü Osmanlı topraklarına yayılan Galib'in etrafı hayranlarıyla dolup taşmaya başlar. İşte bugünlerden birinde günün edebi olaylarının tartışıldığı bir mecliste söz dönüp dolaşıp bir kuşak önce yaşamış öğretici şiirde üstad kabul edilen Nabi'ye gelir. Bir edebiyat ehli Nabi'nin Hayrabat eserini övmeye başlar. Övgü dolu sözleri tartışıla tartışıla önemli bir iddiaya dönüşür. Bu edebiyat ehli en sonunda " Nabi'nin Hayrabat'ı gibi bir mesnevi bir daha yazılamaz" der. Şeyh Galib dayanamaz ve söze dahil olur. Hayrabat adlı bu eserin çok abartıldığını beyan eder. Galib'e karşılık vermek isteyen bir başkası ise " Madem böyle konuşuyorsun, sen yazabilir misin?" diye sorar. Gururu incinen Galib "Elbette, hem de daha güzelini" diyerek cevap verir. Galip dediğini altı ay içerisinde gerçekleştirir ve Nabi'inin Hayrabat'ını gölgede bırakan o muhteşem eserini kaleme alır. "Hüsn ü Aşk".....
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder