30 Aralık 2010 Perşembe

HER YIL YİNELENEN BİR HEYECAN


Eski yılı devirip, sağlık ve mutluluk dolu olacağını umduğum yeni yıla geçeceğimiz bu haftada Edebiyat Meclisi'ni ikinci yılbaşı heyecanına taşıyor olmanın gururunu yaşıyorum. 2009 yılının yaz aylarında başlayan serüvenimiz ikinci yıl dönümüne yaklaşıyor.

Bugün hasbelkader karşılaştığım bir belgesel beni böyle bir yeni yıl yazısı yazmaya itti. İzlediğim belgeselin ilk parçasını burada sunuyorum ki merak edenler aynı adresten devamını izleyebilsinler diye.

Günümüzdeki edebi ürünlerin sunulma yöntemi ile 1950'lerin yöntemini karşılaştırmanın manasızlığını anlayabilirsiniz. O dönemde tek alternatif olan matbu malzemeler günümüzde miadını çoktan doldurmuştur kanımca. Devran dönmüş mis gibi kağıt kokusunun yerini dijital ortamlar almıştır. Bunu "Ah nerede o eski günler" havasında söylemediğime inanmanızı, bu tip değişimlerin dünya tarihinin her döneminde yaşandığının farkında olduğumu bilmenizi temenni ederim.

Bütün bunları üniversite yıllarımda, öykündüğüm yazar ve düşünce adamları gibi bir dergi çıkarma hayali içinde olduğum için yazıyorum. Gerçi bu emelime üniversite sonrası 5 sayı çıkarabildiğimiz "Sığınak" dergisi ile ulaşmışımdır ancak sanıyorum ki her noktasına rahatlıkla müdahale edebildiğim bir platforma Edebiyat Meclisi sayesinde sahip oldum. Bu anlamda Edebiyat Meclisi benim hayalini kurduğum, şiirleri hikayeleri ile büyüdüğüm büyük sanatçıların yuva olarak kabul ettikleri bir mekandır. İleriki dönemde domainden serverını almayı da düşündüğüm benim biricik dergim umuyorum ki daha nice yıl başları yaşar.


Her neyse yeni yıla yaklaştığımız bu saatlerde, gençliğimdeki dergi heyecanımı depreştiren belgesel "Gün Doğmadan" -Sezai Karakoç- belgeseli oldu. Şiirlerini hayranlıkla okuduğum üstadının kitaplardan okuduğum hayatı karşısında yeniden saygıyla eğildim. Özellikle onun hakkında, üniversite sıralarında kendisiyle aynı sırayı paylaşan ve uzun yıllar bürokratlık ve bakanlık yapan İlhan Evliyaoğlu'nun sözleri beni çok etkiledi.

"Bizler, yani o jenerasyon çok iyiydik içimizden bir sürü devlet adamı, tüccar ve bürokrat çıktı. Ancak o sıralardaki en şanslı insanlar iki kişidir. Biri Cemal Süreya diğeri Sezai Karakoç, bizler bir gün unutulacağız ancak onlar sonsuza dek yaşayacaklar."

Evet o yıllarda üniversitede iki yakın arkadaş olan Süreya ve Karakoç'un edebiyatı tercih etmeleri, fikir çilesine baş koymaları bir kader belki de. Bu iki büyük sanatçının dünyaya bakışları bambaşka pencerelerden olsa da çok yakın arkadaş olabilmeleri ise büyük bir lütuf. Lütuf'tan da öte bana kalırsa büyük bir örnek günümüze. Bu lütufu abarttığımı düşünenler iki sanatçının dünya görüşlerinin günümüzde nasıl da yan yana gelemeyecek ateş ile barut misali olduklarına dikkat etmeliler diye düşünüyorum.


Sözü uzatmayayım. Yeni yılınızın her şeyden önce sizlere "Sağlık" getirmesini diliyorum. Sanırım her işin başı o. Mutluluksa sağlığın arkasında bekleyen bir misafir.

Yenil yıla, Sezai Karakoç'un çok uzun zaman önce bir başka yılbaşına ithafen yazdığı şiiriyle merhaba demeyi uygun buldum. Hepinize mutlu seneler!!


İnci Dakikaları

Sen bana yeni yılsın her dakika
Her dakika bir yaşıma daha giriyorum

Sen benim üstüne titrediğim güzel ve yeni
Saatim kadar saadetimin gözbebeği zamansın
Ben bin parçaya bölündüm her parçasında
Her parçasındayım kırkayak sesli boğuk arkadaşlığın
Çalkantısız Üniversitenin yalnızlığın ve ağlamanın
Erkek ağlar mı diyeceksin
Hayberin kapısı ağlar mı erkek ağlar mı
Ben yel gibi erkekler ağlar diyorum
Bir dakika ağlar yılbaşı dakikasında
Daha gözlerimin gerçek yaşları belirmeden
Ağlamak diye bir şey yoktur diye bir şey
Yüzme bilmeyen bir uyurgezer yüzer ya
Çürük ve havada asılı tahtalar üstünde
Hafif kedi ayaklarıyla yürür gerçekten yürür ya
Sen benim ağlamamı erkeklığıme
Uyanan ölmeyen yenilenen
Azgın kışlar içinde keskin baharlar bulan
Seni bulan yeniden bulan tekrar tekrar bulan erkekliğime say

Bütün bir yıl bütün bir yaşama boyu
Gizli heybelere binbir gece eşyası doldurduğuma say

Ben otomobilleri böylesine yankısız sağır komam
Öyle bir isyan şiiri var ki ben onu yakalayacağım
Bu yunan şehrinin düzenini öper ve yalvarırım
Şehrin ölümünü yanlış anlama
Gözleri kör oldu doğrudur ama o kadar
Ve şehrin gözlerini geri verme dakikalarıdır bu yılgın çanlar

Senin odan günışığı en güzel müzik bana
Farklılıklar odası
Giden tren buharları içinde örümcek ağı
Sen güzel örümcek ağı yaşamakla yaşamamak
Doğduğumuz şüpheyle öldüğümüz şüphe arasına gerilmiş
Garip bulut farklı müzik güzel örümcek ağı

Ben bir yabancı buğunun kokusunu alıyorum
Bu kokuyu alıyorsam onulmaz kıskançlık yaramdandır
Benim garipliğime bakma benim kıskançlığıma bakma benim
İncilerin ilk gerçek ve yeni yorumunu bulur gibi oluyorum
Bu inciler denizlerin en karanlık noktalarında bile yoktur
Benim ak ve kara kayalar içinde bulduğum inciler
Bu inciler sen olmasan bende bile yoktur
Oldukları yerde bile

Sezai Karakoç






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder