şair etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
şair etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

7 Kasım 2009 Cumartesi

KÖŞE


KÖŞE

1.

Saçlarını kimler için bölük bölük yapmışsın
Saçlarını ruhumun evliyalarınca örülen
Tarif edilmez güllerin yankısı gözlerin
Gözlerin kaç kişinin gözlerinde gezinir
Sen kaç köşeli yıldızsın

Fabrika dumanlarında resmin
Kirli ve temiz haritaları doldurmuşsun
Hatırasız ve geleceksiz bir iç deniz gibi
Aşka veda etmiş topraklarda durmuşsun

Benim geçmiş zaman içinde yan gelip yattığıma bakma
Ben geleceğin kara gözlü zalimlerindenim
Bir tek köşen bile ayrılmamışken bana
Var olan ve olacak olan bütün köşelerinin sahibi benim
Ben geleceğin kara gözlü zalimlerindenim
Sen kaç köşeli yıldızsın

2.

Evlerinin içi ayna döşeli
Ayna hatıra gözler ve sevmek
Benim aşkım binbir köşeli ah binbir köşeli
Bir köşe gidince bin köşe yeniden gelecek
Ayna hatıra gözler ve sevmek

Evlerinin içi kabartma bahar
Köşelerde keklik gibi bakıp duran saksılar
Halıları öpe öpe nakış yapar nakış gibi ayaklar
Siz söyleyin insan seve seve ölmez ne yapar
Köşelerde keklik gibi bakıp duran saksılar

Evlerinin içi yeni güllerden
Görülmemiş güneşleri görülmemiş gözlerine getiren
Sağ köşedeki entari sol köşedeki şapka
Beni katil suların ortasına bıraka
Katil sular güneşi gözlerinden götüren

Evlerinin içi gurur döşeli
Benim aşkım binbir köşeli ah binbir köşeli

3.

Sen geldin benim deli köşemde durdun
Bulutlar geldi üstünde durdu
Merhametin ta kendisiydi gözlerin
Merhamet saçlarını ıslatan sessiz bir yağmurdu
Bulutlar geldi altında durduk

Konuştun güneşi hatırlıyordum
Gariptin yepyeni bir sesin vardı
Bu ses öyle benim öyle yabancı
Bu ses saçlarımı ıslatan sessiz bir kardı

Dişlerin öpülen çocuk yüzleri
Güneşe açılan küçük aynalar
Sert içkiler keskin kokular dişlerin
İçinden geçilen küçük aynalar

Ve güldün rengarenk yağmurlar yağdı
İnsanı ağlatan yağmurlar yağdı
Yaralı bir ceylan gözleri kadar sıcak
Yaralı bir ceylan kalbi gibi içli bir sesin vardı

Sen geldin benim deli köşemde durdun
Bulutlar geldi üstünde durdu
Merhametin ta kendisiydi gözlerin

4.

Taşların ortasında Leylanın gözleri
Leyla köşe köşe göz göz şiirin ortasında
Ben Leylayı bulduğumdan yahut kaybettiğimden beri
Leyla ya o adamın bardağında ya o dağın ortasında

Ben Leyla gibi güneş doğarken uyanamam
Şehir gece gündüz benim içimde uyur
Leylayı götürüp Londranın ortasına bıraksam
Bir bülbül gibi yaşayışını değiştirmez çocuktur

Leyla diyorsam kesik yanaklarıyla Leyla
Üç köşeli dünyasıyla
Okuyla yayıyla yaylasıyla acımasıyla
Leyla diyorsam şu bizim gerçek Leyla

Biz seni işte böyle seviyoruz Leyla
O gitti bize ağlamak kaldı kala kala

5.

Beni yeraltı sularına karşı iyi savun
Tırnağını taşa sürten yitik keçilere karşı
Bu çeşmenin üç köşesinden hangisinden su içecek
Senin bahtsız ve mesut Eyyubun

Atların en güzel biçimini sessizce kalbime indiriyor
İçımde İstanbul çalkanırken bozbulanık çeşme
Bir dans için can vermeğe hazır bekliyorum
Sen orda gelirayak kuklalara insan gibi konuşmasını öğretme

Su akıyor birikiyor kan lekeleri
Kurtulsam diyorum bir eser buna engel
Öyle büyüyor öyle çoğalıyorsun
İstanbul kalmıyor

Hangi köşesinde huzur o köşesinde sen
Hangi köşesinde yeni çağlara uygun odalar
Ben bölünmez bir şairsem
Sen bölünmez bir anne
Bir çeşme


Sezai KARAKOÇ

6 Kasım 2009 Cuma

MASAL


MASAL


“Ne vakit geleceğin kesin değil

Bir gün geleceğin bile

Böyle görklü bir ihtimal üstüne

Yazıyorum”


Evvel zaman içinde

Kalbur saman içinde

Adını koyduk ilk

Bir sürü adın arasından

Develer tellal iken

Pireler berber,

İnanmıştık bu masala

İnan!


Ahir zaman aşkının meyvesisin sen

Çıkıp geleceksin işte,

Anneni ilk gördüğüm o yere

Alıp beni götüreceksin…


Kollarını kocaman açıp koşacaksın

Saçlarında altın sarısı bir kurdele

Kim bilir ben bir rüya sanacağım

Sen gerçek oğlu gerçek olsan bile…


Olsun varsın

Masallar mutlu sonu arzular

En sıcak yerimde kıpırdanan o karsın

Sen geleceksin diye

Bekleyeceğiz

Bekleyeceğiz işte

Masallar mutlu sonu arzular

Diyeceğiz!


Murat Gil

1 Kasım 2009 Pazar

SON İSTASYON


"iki rayı gibiyiz
bir tren yolunun
yakın olması
neyi degiştirir
son istasyonun”


Sunay AKIN

24 Ekim 2009 Cumartesi

KENARDA KÖŞEDE KALANLAR: BEHÇET AYSAN


KARASEVDA

ak bir yaban güvercini
gibiydin aşk
vişnelere
bulaştın kirlendi beyazın.

takılamayan
telli duvak

verilemeyen mendil

düşlerde
kaldın.

al üstüne mor giymiş
körkuyularda
körkuyularda

sevdadan delirmiş.

ah yüzüne bütün kapılar
kapanmış senin
ıtır
ve yasemin kokulu günah.

çıkılamayan yıldız
gidilemeyen iklim

kimbilir hangi limanda
hangi gemiye
yüklenmiş.
al üstüne mor giymiş
körkuyularda
körkuyularda

sevdadan delirmiş.

düşlerde
kaldın.

***"Çok seviyorum bu şiiri. Öyle hüzünlü geliyor ki bana. Aysan'ın en beğendiğim şiiri sanırım"

Behçet Aysan'ı "Ezginin Günlüğü" ile tanıdım diyebilirim. Bu güzel müzik grubu Behçet Aysan'ın birkaç şiirini bestelemişti. Bestelenen şiirlerinden biri "Kuşlar da Gitti"dir. Bunun üzerine diğer şiirlerini de merak ettim ve okudum.Tabii bunlar birkaç yıl evvel oluyor. İyi ki de okumuşum diyorum. Çok naif bir şiir dili var Behçet Aysan'ın. İnsanı yoran bir şair değil kesinlikle. Dizelerini bir hikaye dinler gibi çarçabuk algılayabiliyorsunuz. Bu basitlik onun şiirini koflaştırmamış aksine samimi ve güçlü kılmış. Öyle lirik sözler etmiş ki şaşırırsınız.

"sana neyi anlatayım
her sarnıç küflü bir yağmuru
her sevda bir ayrılığı yaşar"

Tabii birçok aydınımız, yazarımız, şairimiz gibi olması gerektiği yere gelememiş Aysan. Bu işle ilgilenenler dışında pek tanıyanı yok. Bu köşeden tanıtma gereği duydum. Böyle güzel şiirler yazan bir şairin adını tekrarlamalı diye düşündüm.

Özgeçmişi kısaca şöyle:1949 yılında Ankara'da doğdu. Selimiye Askeri Ortaokulu ve Kuleli Askeri Lisesi'nde okudu. 1968'de Ankara Tıp Fakültesi'ne askeri öğrenci olarak girdi.

12 Mart döneminden sonra politik nedenlerle ara vermek zorunda kaldığı tıp öğrenimi sırasında çeşitli işlerde çalıştı. Mezun olduktan sonra İzmit'e atandı. Ankara'da psikiyatri ihtisası yaptı. SSK Yenişehir Dispanseri'nde doktor olarak çalışmaktaydı.

2 Temmuz 1993 tarihinde Sivas'ta Madımak Oteli'nde yakılarak öldürülen 35 kişiyle birlikte can verdi. Ölümünden sonra Türk Tabipleri Birliği tarafından adına şiir ödülü verilmeye başlandı.


Evet okuduğunuz gibi Sivas katliyamında can veren sanatçılardan biri Behçet Aysan. O katliyamda yitip giden birçok sanatçı gibi yarattığı boşluk doldurulamayacak bir şair.En beğendiğim birkaç şiirini yazıyorum buraya, size kalan Düello adlı şiir kitabını alıp şairin bütün şiirlerini keyifle okumak


BİR EFLATUN AŞK

Benim o hep fırtınalarla boğuşan ruhum
Yorulmuyor yaşamaktan.

Midyat’lı bir gümüş ustasıdır, süryani
Ve yüzündeki çıban gibi
Yüreğinde yaralar
Taşımaktan.

Yorulmuyor yorulmuyor
Ağır işçi
Kedere ve aşka çalışmaktan

Kiminde peçeli bir gülüş çağırıyor
Kiminde kovuluyor kapılardan.

2.
bak sabah yaklaşıyor birazdan ufuk
moraracak
sevgilim çıplak sokaklarında
ayak seslerim dolaşsın
yasak
ırmaklarında yıkanayım
avuçlarına karlı öpüşler
bırakayım

rüzgar
unutulmuş
bir dağ çeşmesine
götürsün bizi.

Zamanın saatleri unuttuğu
Şavkıyan bir dağ çeşmesine.

3.
ey eflatun aşk
bana eflatun yağmurlar
yağdırabilir misin

getirebilir misin geçen günleri geri
tutup yıldızları yanıma oturtabilir misin

sana neyi anlatayım
her sarnıç küflü bir yağmuru
her sevda bir ayrılığı yaşar.


UNUTULMAYAN

durmadan taşırdım yanımda üç şeyi
iri çakıl tanelerini, çatlamış bir narı
bir öpüşün bıraktığı harlı lekeyi
ipekten
çalınmış
umutlarla taşırdım
ah sevgilim derdim, ölüm
ne kadar çoktu yaşadığımızda.

bize hep beyaz mendil
sallayan
ölüm ki,
iki kapısında
haki bir yalnızlık
dikilirdi

ve hatırlatırdı
bize, güz kuşlarının
uçup gittiği denizleri.

bense, yulaf kokan
dağlı ellerinde
dolaşmak gibi kolaydır
sanırdım yaşamak ve sana kansız
bir gökyüzü
getirirdim
getirebilsem ah,
- avlusunda çocukların
korkmadan oynadığı -
lalelerle
donanmış simli bir gökyüzü.

bir öpüşün bıraktığı harlı lekeyi

çatlamış bir narı, unutmadım.







9 Ekim 2009 Cuma

ÇUKURLARA RAĞMEN GÜZEL UYGULAMA


İzmir'deki metro ve yol çalışmalarından artık gına geldi. Belediye her geçen gün gözümüzde değer yitirse de hoşluklar da yapmıyor değil. Bugün otobüsün penceresinden bir durakta gözüme ilişti çok beğendim. Duraklarımızda İzmir şiirleri yükseliyor büyük şairlerden. Güzel olmuş,anlamlı olmuş. Boş boş bakınmaktansa her durakta farklı bir şiir okuma fırsatı buluyor artık İzmirli. Hem de şehrini anlatan...





İzmir'e Bir De 'Şair Gözüyle' Bakın !
İzmir'e Bir De 'Şair Gözüyle' Bakın !


Ünlü şairler, duraklarda şiirleriyle gülümsüyor.

Büyükşehir, kent kültürü ve kentlilik bilincinin pekiştirilmesi, kitselleştirilmesi için İzmir’e dair şiirler yazmış 15 sanatçının eserlerinden yararlandı. ‘Şiir durakları’ projesi kapsamında, kent merkezinde sirkülasyonun yoğun olduğu cadde ve bulvarlardaki duraklar, sanatçıların portreleri ve şiirlerinin yer aldığı afişler ile donatıldı.


İzmir’de ‘kültür-sanatın’ ve ‘kentlilik’ bilincinin gelişmesi için çok sayıda etkinlik gerçekleştiren Büyükşehir Belediyesi, ‘Şiir Durakları’ ile yeni bir projeyi yaşama geçirdi. İzmirlilerin, yaşadıkları kente bir de ‘sanat yoluyla’ bakmalarını sağlamayı amaçlaşan proje kapsamında, yaşamını yitirmiş 15 şairin portreleri ile birlikte İzmir’e dair yazdıkları şiirlerin yer aldığı afişler ile donatıldı. Projenin, ressamlar ve eserleri ile sürdürülmesi planlandı.


Daha önce seçkin kültür ve sanat yapıtlarının yer aldığı kartpostallar yoluyla kentlilik bilincinin sanat aracılığıyla oluşturulması hedefiyle önemli bir çalışma gerçekleştirdiklerini anımsatan Başkan Aziz Kocaoğlu, projeyle ilgili şunları söyledi:
“Sanat ve sanatçılar, kentlerin ve ulusların en değerli varlıklarıdır. Sanatçıların, toplumların gelişmesine, kentlilik bilincinin oluşmasına katkıları yadsınamaz. Bu düşünceyle yola çıkıp, İzmir’e dair önemli eserler bırakmış sanatçılarımızdan, İzmirlilik bilincinin pekişmesi, kitselleştirilmesinde yararlanmak istedik. Halen aramızda bulunmayan 15 sanatçımızın eserlerini kullandık. Hayatta olmamalarına rağmen, eserleriyle bizlere ışık tutmaya devam ediyorlar. Tüm sanatçılarımızı saygıyla, minnetle ve rahmetle anıyorum.”


‘Şir Durakları’ projesi kapsamında İzmirli Attila İlhan’ın iki şiirine yer verilirken, Necati Cumalı’dan, Nazım Hikmet ve Edip Cansever’e kadar uzanan 15 şairin 16 eserinden oluşan afişler, kent merkezindeki cadde ve bulvarlarda bulunan 75 durak raketine kondu. İzmirlilerin büyük bir ilgisiyle karşılanan projede eserlerine yer verilen sanatçılar şunlar;

NÂZIM HİKMET (1902-1963), İZMİRLİ TEĞMEN
BEDRİ RAHMİ EYUBOĞLU (1913 – 1975), KARABİBER
FAZIL HÜSNÜ DAĞLARCA ( 1914-2008 ), YURDU SEVERKEN DUYMAK
BEHÇET NECATİGİL (1916-1979), İZMİR, 1944
CAHİT KÜLEBİ (1917-20.6.1997), ŞİMDİ İZMİR’DE
SALÂH BİRSEL (1919-1999), İZMİR
CEYHUN ATUF KANSU (1919-1978), İZMİR ÖZLEMİ
ATTİLÂ iLHAN (1925-2006), 941’DE İZMİR, BELÂ ÇİÇEĞİ
EDİP CANSEVER (1928-1986), İZMİR’İN AKŞAMLARI
TURGUT UYAR (1927-1985), HADİ İZMİR’E
NAHİT ULVİ AKGÜN (1918 -1996), İZMİR’İN KAVAKLARI
NECATİ CUMALI (1921-2001), İTHAF
ALİ RIZA ERTAN (1944-1979), TÜMSEKTEPE
BEHÇET AYSAN ( 1949 – 1993 ), ÜÇ ANI ÜÇ ŞEHİR
SEYFETTİN ÖZDEMİR ( 1949 – 1998 ), İZMİR’DE NİLGÜN

Edip Cansever ve İzmirli Attila İlhan’ın, duraklarda yer alan şiirlerinden iki örnek:;


EDİP CANSEVER (1928-1986)
İZMİR’İN AKŞAMLARI

Denizlerin rüzgârı denizlerin,
Gelir vurur kızların bacaklarına.
İzmir’in akşamları İzmir’in,
Herkes saadetini düşünür.

Öpülmez ki denizlerin rüzgârı,
Kolay kolay öpülmez ki.
Bir kaçar bir de durur
Kadınlar gibi.

Denizlerin rüzgârı denizlerin,
İnsan unutur yalnızlığını.
Gemiler yelken açar uzaklarda,
Kim sevmez bu saatlerde yolculuğu.

İzmir’in denizleri koskocaman
Çocuklar uzatır ayaklarını denize.
Midye keser ayaklarını kaçarlar
Sevine sevine.

İzmir’in akşamları İzmir’in,
Nasıl sevilmez böyle akşamlar.
Bir yanar bir söner Karşıyaka’nın ışıkları,
Gün olur insanı deli eder.

İzmir’in ışıkları İzmir’in,
Barların, vitrinlerin önünde
Gemiler gelir rüzgârla dolu,
Gemiler gider ışıklar içinde.




ATTİLÂ iLHAN (1925-2006)
941’DE İZMİR

941’de izmir, bela çiçeği
sahil boyu karanlık
sevdalı bulutların hali
yağmur da ne kadar tembel yağıyor
kendimizi akan suya bıraktık
serseriler misali

941’de izmir
izmir şehrinin ışıkları yanıyor
çıktı şair namzedi attilâ ilhan
çıktı yelken gibi sokaktan
banyolar’a doğru şöyle uzanıyor
bir cebinde kiralık ihtiyar bir kitap
bir cebinde kehribar kuru üzüm ve incir
sahilde iki ahbap

kardeşim ihsan ahmed
izmir şehri yağmurlu bir şehirdir
yağmur çilerken çocuk gibi içlenir
yum gözlerini hele bir tahayyül et
hani – derd-üt gam içre perişan – yıldızlar gökte
hani her akşam bostanlı’dan öte

kardeşim cemşid hun
hoş geldin hayırlı akşamlar
gözlerinden mi yaktın söyle cigaranı
tütün değil ya dünyalar dağıtamaz efkârını
hem sabahtan çarşıda yoktun
ekmek alabildin mi fırından
yine galiba kıyamet kopmuş
yine pîr aşkına kırılmış camlar

941’de izmir
her şey nasıl geçmiş nasıl kaybolmuş
rüyada gibi hiç farkına varmadan
şimdi ben burdayım sen izmir’de o bağdat’ta
ve daha başımızdan neler geçer kimbilir
kimbilir kardeşim hayatta

4 Ekim 2009 Pazar

MELİH CEVDET ANDAY'DAN İKİ ŞİİR

RAHATI KAÇAN AĞAÇ
Tanıdığım bir ağaç var
Etlik bağlarına yakın
Saadetin adını bile duymamış
Tanrının işine bakın.

Geceyi gündüzü biliyor
Dört mevsimi, rüzgarı, karı
Ay ışığına bayılıyor
Ama kötülemiyor karanlığı.

Ona bir kitap vereceğim
Rahatını kaçırmak için
Bir öğrenegörsün aşkı
Ağacı o vakit seyredin


KOŞTUM GELDİM

Koştum geldim ta sınırına değin.
Burdan ötesi suskunluk, zaman

Ve gözlerin. Delilik denizlerim benim.
Yitişimin inatçı gömütleri.

Boşalmış bir dünyada senin sessizliğini
Derleyen kayırmasız saat.

Hadi dönüyorum eski yerime hiç,
Belki senden, belki başka şeylerden.



Melih Cevdet Anday


21 Eylül 2009 Pazartesi

KAPTAN: ATTİLA İLHAN



Bu şiiri okumalısınız!


Uzun şiirleri aslında sevmem. Okumaya üşenirim çoğu zaman. Zaten lafı dolandıran, çok kıymetli zamanımı alan düz yazıya karşı şiiri tercih etme sebebim de biraz bundandır. Türk milletinin şiirde gelişip düzyazıda önderliği Batı'ya kaptırmasının da sebebi budur bence. Tezcanlı insanlarız, her şey hemen olsun bitsin istiyoruz.

Ancak bu şiiri okuduğumda deyim yerindeyse sarsılmıştım. Attila İlhan'ın Fransa'da yaşadığı yıllarda yazdığı bir şiir. Öyle güzel kurgulanmış ki. Daha doğrusu kurgulanmamış ki:D Şiir kel alaka geçişlere sahip,ancak onun güzelliği bu kopukluğunda. Bir insanın bir şehirde yaşadığı dramı gözler önüne seriyor. Şiirde aşkı sunan dizeler çok içten. Şair,arkadaşlarını, sevdiği kadınları,sevmediklerini kısacası etrafındaki herkesi her mekanı şiire sokmuş. Modern şehri şiire sokan adam Attila İlhan, taa Fransalarda yazıp bizi en ince yerimizden yakalamış. Şiiri okurken o adamın haline üzülüyorsunuz, acıyorsunuz ona. Kendinizi onun yerine koyuyorsunuz. Şunu söyleyebilirim ki bu şiire çok öykünmüşümdür. Hani sorarlar ya : "Bir şiir olsun onu şairi değil de siz yazmış olsaydınız, bu hangisi olsun isterdiniz?". Hiç düşünmeden:"Kaptan serisi." derdim. Son olarak bir dipnot : Şiirin içinde geçen iki dize beni özellikle etkilemiştir: ben ki yaşadıklarımı büyük dinler gibi yaşıyorum\sen artık bir din değilsin bunu biliyorsun.



kaptan 1
eflatun gözlerin olduğunu bilmiyordum
gece yarısını yaşamaktan yorgunum

ayazın avucunda unutmuştun ellerini
önünden geçtiğim halde beni tanımadın
ben değiştim biliyorum hem sakal bıraktım
şiirlerim külrengi kumrular gibi uçuyorlar
bakır çalığı göklere katiyen tahammülüm yok
hele paris’in gökleri aklımı başımdan alıyor
bana seni senden evvelki poitiers’li kızı hatırlatıyor

ayazın avucunda unutmuştun ellerini

karanlığın arkasında kıvılcım gözlü xxxxxxlar
gölgelerine yaslanmış evliya gibi bekliyorlar

ışıklar kırmızı yandığı zaman duracaksın

ben değiştim biliyorum hem sakal bıraktım
soğuk gözlerinde buğulanmıştı ölsen tanıyamazdın
hatta ricardo bile hani vatansız ricardo
burnumun dibinden geçti geçen gün beni tanıyamadı
oysa au vieux châtelet’de akşam sabah beraberdik
üçümüz viyana kahvesi ve sıcak rom içerdik
üstelik o krapfen severdi güzel olurmuş rivayet
neden ve nasıl sevdiğini anlayamadım gitti

yalnızlıktan da kurtulup yalnız kalmak isterim

montmartre metrosu civarında seni gözden kaybettim
o zenci yine arkanda mıydı hiç dikkat etmedim
ağzında yoksul bir ıslık ıslak bir cıgara gibi
sidney bichet’nin caz havalarını çiğneyip tüküren
o saklasın varsın seni sevdiğini biliyorum ben
yüzünün renginden geliyor bütün üzüntüsü

bir gazete aldım ama evde okuyacağım

kahvelerden birine girip bir grog ısmarlasam
seni öldürmek için çareler tasarlasam
sükût bembeyaz buz tutsa bıyıklarımda
mağrur bir totem gibi sussam konuşmasam
ve türküm kaybolsa sessizliğin hırçın türküsü
ve ben unutulsam yazdığım şiirler
senin için yazdıklarım herkes için yazdıklarım
eski padişahlar gibi unutulsa birer birer
ve ben seni unutsam hiç hatırlamasam hiç mi hiç
ihanetini hatırlamasam şehvetini hatırlamasam
ellerim oldum olasıya seni unutsalar

yarı gecenin içinden bir zenci süt beyaz bakıyor
rue lafayette’de dünden bugüne geçiyorum

eflâtun gözlerini bir grog kadehinde unuttum

kaptan 2
bu geminin yelkenlerine herifin biri paris yazmış

luxembourg garı’nın dirseğindeki çiçekçiyi bileceksin
yeşil muşamba ceketli sarışın küskün kızcağız
en dokunulmaz kızı en temizi fikrimce paris’in
pablo’ya sorsanız bir taksi şoförüyle yatıyor
pablo!.. ah pablo!.. onunla bir tanışsanız
önüne gelene salamança’dan bir şeyler anlatıyor
babasını orda bir duvar dibinde bırakmış
halbuki konuştuğu zaman fransız sanırsınız
saint-michel’de bir talebe kahvesindeyim
gündüz olduğu halde bütün ışıkları yakmışlar
bir cumartesi günü saat dört buçuğa beş var

ellerim kırılsa ben senin için bu şiirleri yazmasam
dinamit taşırmış gibi gözlerini taşımasam
avanue vagram’da bir akşam yeter bana ağustos’ta
yapraklara serilmiş yirmi beş franklık yıldızlar
bir mısra yeter geceleyin bir tren gibi pırıl pırıl
sen kendine yetmiyorsun hiç kimse sana yetmiyor
birini bitirmeden aklın öteki yolculukta

dün gece chatelet’de metro’nun yanı başında durdum
yağmur bilmediğim başka bir gökten yağıyordu
yağmur saint-jacques kulesine doğru yağıyordu

yanımda olduğun zaman her zamankinden yalnızım

şimdi bir nefeste café de l’écluse’ü hatırladım
seine kıyısındaki küçük nehir kahvesini
kapısında bir gemici feneri asılmış duruyor
seine gemicileri her akşam burada toplanırlar
onlar için birtakım maceralar düşünürüm
sine sanki petrolmüş gibi iştahlı ve obur akıyor
dupont’daki kızlar yalnız cıgara içerek yaşıyorlar

utrillo’nun bir sokağından seni çektim çıkardım
elin yüzün kirlenmiş üstün başın toz içinde
sana mardi gras için bir japon maskesi aldım
sen bana kaptan diyorsun herkes bana kaptan diyor
sahici bir kaptanmışım gibi tükürüyorum

kaptan 3
yalın kılıç bir kasım sabahını paris’te yaşadım
sokaklarda sonbahar şiirleri salkım salkım
faubourg saint-denis’de işte yine pazar kurulmuş
beş franga çorba içtiğimiz julien’in kapısı önünde
kırmızı ve siyah ve sarı saçlı bir kadın durmuş
muzaffer patatesler satıyor üç renkli neşesi içinde
camların arkasında ekmekçi kızlar mavi beyaz
raflarda uzun uzun herifler gibi taze ekmekler
üstüne bir yağmur yağdırmak hevesi uyanır içinde
ben bu mısraları yazarım tout-va-bien kahvesinde

concorde’da bütün fıskiyeler birden ayaklanacak
gri bir demir gibi ensende hissedeceksin ebemkuşağını

paris’in göklerinden uzanıp bir yıldız kopardım
kırmızı bir karanfilmiş gibi yıldızı saçlarına taktım
on beş dakika sonra bordeux’ya bir tren kalkacak
garın merdivenlerinde benim için ağlayacaksın
ellerim yağmura açılmış sakallarım ıslak

ben ki cehennemde bir allah gibi yalnızım
st-vincent de paul kilisesi benim otelin arkasına düşer
saat kulesi her gece uyur uykumdan uyandırıyor
her seferinde seni tekrar bordeaux’ya yolcu ediyorum

saadetin ıstırap çekmek olduğunu ben keşfettim
çarmıhta bir isa gibi ben ıstırap çektim
bir sulfat acılığı sinerse parmaklarına şiirlerimden
gözyaşları sinerse eğer küstahça kafiyeli
anla ki ölümle hayat arasında zaman gibi mesudum
kendimi öldürecek haldeyim seni öldürecek saadetimden
dona-maria! bir kahvede isyan halinde bulduğum
çekik gözleriyle ermenice küfürler yazıp çizen çocuk
sen! bordeaux’ya yorgun bir flamingo gibi yolladığım
geceleri benim için dua etmelisiniz

renault’daki grevciler toptan sokağa atıldılar
paris’in duvarlarını boydan boya afişler kapladı

seni hatırladıkça bir kadeh armagnac içerim
armagnac demek yirmi beş damla gözyaşı demekmiş
demek her akşam yirmi beş damla gözyaşı içerim
senin dağlardan ve sarhoşlardan korktuğunu bilirim
bebn sarhoş olduğum zaman korkmuyorsun hiç korkmuyorsun
gözlüklerim kırılmasın diye sakladığını bilirim

kalbim bakır bir mangır gibi boynuma asılmış
ondan kurtulmak için sürgünlere gitmeye razıyım
nehir gemilerinde muçoluk etmeye ölmeye
seni terk etmeye razıyım parasız pulsuz çekip gitmeye
kur’andaki bütün belalara tevrattaki bütün belalara
ibranice öğrenmeye razıyım hapis yatmaya
kalbim yüzünden madem ki ellerimi parçaladım
kalemimi kırdım hayatımı çiğnedim ağladım
madem ki en büyük düşmanım kalbim benim kendimim
onu inkar ediyorum kalbimi inkar ediyorum
geceleri benim için dua etmelisiniz

üçüncü paralelde eski bir dünya gibi batacağım
malgaş halkı birkaç yüzyıl hikâyemi anlatacak

kaptan 4
cenova’ya indiğim zaman seni katiyen göremezdim
aklım başımda değildi küfür gibi huzursuzdum
herkes beni unutmuştu ben kimseyi unutmamıştım
zehra’yı unutmamıştım allahsız gözlerini unutmamıştım
sol böğrüme sanki çıplak bir hançer saplamışlardı

şimdi benim gözlerim paris’te marivaux sinemasında
bir çift kara maça gibi yorgun ve uykusuz
ellerim derseniz marsilya’da garsonla hesaplaşıyor
martini-cin seksen frank on frank da servis
kalbim derseniz onun nerede olduğunu bilmiyorum
ağlıyorum onun nerede olduğunu bilmiyorum
hiç kimse kalbimin nerede olduğunu bilmiyor
nihayet seni terk edip gitti diyebilirsiniz

benim acılarım ilahlar gibi şiirlerimi doğuruyorlar
onları karanlıkta bembeyaz izleriyle görüyorum
karanlıkta seni görüyorum dudaklarına ellerimi sürüyorum
seni kollarımın arasında tutuyorum ağzından öpüyorum
ikimiz birden bire austerlitz garı’na gidiyoruz
austerlitz garı önüne bakıyor bizden utanıyor
bir trene binmek ve rastgele defolup gitmek istiyorum
trenin barında alnımı yağmurlu camlara dayamak
küstah bir duble birayla karşılıklı oturup ağlamak
kalemimde mürekkep kalmıyor insanlar beni görmüyorlar
insanlar kendilerini kaybetmişler onlara acıyorum
ümitsiz bir akrep gibi ben aynı zamanda mağrurum

samaritain’in ışıkları ocağıma düşmüş yalvarıyor
bir roman için fevkalade oldukları düşünülebilir

sen bir paket gauloise aldın bir paket mavi gauloise
bense on frangımı amerikan bilardosuna kaptırdım
seine kıyısında mırç büyük bir hayal kuruyordu
seine kıyısında üçümüz sarhoş bir hayal kuruyorduk
mavi bir ışık vardı işte ben onu kaybettim
ben gölgemi kaybettim max jacob’un şiirlerini
sen avucunda bir lokma rüzgar tutuyordun
bu rüzgar için şairliğimi hınzırlığımı kaybettim
aklımdan sen geçiyorsun bir bulut gibi geçiyorsun
dün gece ezberimden çehreni defterime çizdim
sen belki hakikaten bir bulut gibi yolcusun

marsilya’da bir akşam soğuktan tir tir titredim
p. cheyney’in bir kitabını bir kahvede soluksuz bitirdim
vapur ertesi gün saat beşte kalkacaktı

ölümüm herkesinkinden başka türlü olacak
bunu allahım gibi aşikar biliyorum
kim ne derse desin biliyorum içime gün gibi doğuyor
on bir gün aç ve sususz gözlerinin içine bakacağım
on ikinci gün jiletle damarlarımı keseceğim

kaptan 5
hep aynı manzarayı kullanmaktan bıktım usandım
bir yumruk vurdum dünden kalma bir şarkıyı dağıttım
van gogh bana bakıyordu deli gözleriyle bakıyordu
ellerim titriyordu bir dakar yolculuğu kuruyordum
güya bir şilebin kıç güvertesinde durmuştum
nabızlarım bir deniz fenerinin gözlerinde atıyordu
asor adalarında on sekiz mısraımı unutmuşum
onlar beni terk etmişlerdi yalnız kalmıştım mahvolmuştum
sen beni terk etmiştin bunu yalnız serdümen biliyordu
geceleyin ışıkları söndürüp senden bahsediyorduk

seine kitapçılarında villon’un şiirlerini buldum
nehir yürek gibi kabarmıştı rüzgar esiyordu
bir hafta her gece villon’dan bir şeyler okudum

sen benim şiirlerimi okudukça ağlayacaksın

seni hiç görmeseydim seni keşke hiç görmeseydim
şu benim iki gözüm aksalardı kıpkızıl kör olsaydım
sacré-coeur’de armonik çalsaydım dilenseydim
seni hiç görmeseydim ismini hiç duymasaydım
belki kendime göre rezilce saadetlerim olurdu
kaldırımlara renkli tebeşirlerle katedral resimleri çizerdim
kaldırımlara senin resimlerini çizerdim herkes seni çiğnerdi
bistroya yıkılır çırılçıplak bir quandro içerdim
lucie-anne yine gelir yine bana senden bahsederdi
lucie-anne neden gelir neden bana senden bahsederdi

benim şu çektiklerimi bir çocuk var ki anlıyor
kendimi yerden yere vuruşumu içimdeki zehri
bir çocuk var ki anlıyor benim gibi kahroluyor
odasında şiirlerim fukara mumlar gibi yanıyorlar
sen o çocuk değilsin sen artık çocuk değilsin
dudakların eskisi gibi beyaz değiller biliyorsun
ben ki yaşadıklarımı büyük dinler gibi yaşıyorum
sen artık bir din değilsin bunu biliyorsun

eifel’in dibinde durduk ben bir cıgara yaktım
saint-dominique sokağında şehir ışıklarını yaktı
içim büyük karanlıktı ellerimi göğe uzattım

soluk bir sisin arkasından yüzün gözüküyordu
gece inmişti takım takım yıldızlar gözüküyordu
şimdi sen başka bir şehirdeydin saçlarını kesmiştin
dudaklarını boyamıştın bu seni tamamen değiştirmişti
rüyana erkekler giriyordu hem çıplak giriyordu
aklına ben geldiğim zaman utanıyordun
onların arasında değildim çünkü ben yoktum
ben paris’te kalmıştım adresim ezberindeydi
her cumartesi istesen bir kart gönderebilirdin
ne var ki bunu hiçbir zaman yapmayacaksın

kendimden kurtulmak için gölgemi koridora astım

pazar günü sözleşmiştik beni mutlaka bekleyecekti
simdi kalkıp gitsem mırç’ı bulacağım malum
sonra vini-prix’ten üç litre şarap alacağımız
sarhoş olacağımız malum şarkı söyleyeceğimiz
sonra mırç zehra’dan bahsedecek ben susacağım
camlardan bakınca paris’in damlarını göreceğiz

bana ancak sabahları telefon edebilirsiniz