Calud etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Calud etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

9 Aralık 2009 Çarşamba

bir gün bir acı bir soru


İnsanlığımız sınanır oldu.
Her kötü an, panik ve acıma hissi ile yapışıveriyor insanın yakasına da ister istemez, zor ile düşünüveriyor insan. Acaba?

Ne çetin oldu şu ortak yaşama alanımız.
Biri gözünün önünde yere yığılıveriyor ve ne yapacağını bilemiyorsun. Ayağa kaldırıp iki kelam etmesini bekliyorsun umut ile. Bir iki söz dökülüveriyor; çok açım! iki gündür bir şey yemedim.
Koca İzmir, memleket hasretini bir kez daha perçinliyor.
”iş bulma umudu ile geldim. Burası nasıl memleket be abi?”
Kendisine hediye misali iki kap yemek, yoluna yetecek kadar yol parası veriliyor.
ve,
Geri dönmesi telkin ediliyor da sonrasında, ne acı ki, yardımseverliğin ardından “acaba?” sorusu takılıveriyor insanın kafasına utanma duygusu ile.
Bu, bir oyun muydu oyun içinde?

12 Ekim 2009 Pazartesi

benlikten nesneye

Belki bir peygamber edasıyla, kurgusal açlığın pençesinde, Varoluştan ya da içgüdesel yönelimlerin belirlediği birbirinden farklı mutlaklık arayışlarının hüküm sürdüğü zamanlardan bu yana, bir mükafatandırıcı yaratma çabası içinde olan insanoğlu hiçliğin hüküm sürdüğü bir mekanın hayali ile yaşadı.

Tahayyül edilen veyahut bir masala konu olan hali ile her şeyin yerini en yenisine bıraktığı ebedi bir istirahat hane..

Bu durum, “birey” olma çabası içinde kibri ve türlü zafiyetleriyle nam salmış bir varlığın kendisine biçtiği bir ceza mıydı?

Hakan Karabulut

6 Ekim 2009 Salı

daha kac yasanmis hikaye okuyacagiz


acılarını harmanlayıp yeryüzüne salan insanoğlu, her uzatılan dalı, her avaz avaz susuşu ne zaman duyacak, ne zaman görecek.
sevgiyi, merhameti, huzuru yeşertmeyi unutan beyinlerine ne zaman dur diyecekler. sürüler halinde yalnızlık kol geziyor sokaklarda. piç olmuş duyguları bir kadehte yere çalmak istercesine. sürüler halinde gezen boş, mutsuz, kaygı dolu yürekler sanki hiç kapağı açılmamış, okunmaya değmez kitaplar gibi... birgün birinin çıkıp derinlerde bulunan küf tutan yalnızlıklarına, o gizemli benliği tünelin ucunda görünen ışık gibi bulmalarına, sahip çıkmalarına, yalnızlıklarına sarılmalarına ister gibi.. neler gizli kim bilir? kaç kişi çabalar, uğraşmaya değer bulur senin benliğini? içine gizleyip büyüttüğün o küçük yaramazı kim dışarı çıkartacak kadar bağlanır ki? yorgun, çökmüş gözlerin derinliklerinde mana konmasını beklediğin özlemlere kim yüreğiyle dokunur? artık kim kapılarımızı aralayarak girer oldu hayatımıza. destursuz, amansız, sadakatsiz sahte girişler... sadece istediği bir oyun. gerçek olmayanı tüketip öncekiler gibi kanından bir damla daha emip gitmeler... hayatın neresinde gerçekten seninle yosun kokusunu içine çekmek istiyor, ya da dinlediğin parçada hüznünü seninle senin gibi yaşıyor. hükümleri bozulmuş kurallara uymayan umarsız sürüler bunlar. istediğin herşeyi alabilirsin yalnızlığın dışında. o hep seninle tek yakanı bırakmayan belki de tek dürüst duygun...

hüzün yüklü koynuna daha kaç yabancı bedeni sığdıracak bu beden? daha kaç yabancı destursuz ve amansız girecek bu kapıdan?

kendi acılarını siper almış gölgelerin arkasına sığınmış benlikler daha kaç yüreğe oturacak?
kaç can yakıp, kaç benliğin huzurunu kaçıracak?
ne zaman içtenlikle kendime yapılmasına izin vermeyeceğim çürümüşlükleri sana neden reva göreyim diyebilecek.
uyanabilecekler mi riyakar tutkularından, duyacaklar mı sesini?


Duygu Sahibi : Hatice Yeşilkır
Alıntı Yapan : Calud

Kendisine nezaketinden ötürü çok teşekkür ederim.

11 Eylül 2009 Cuma

BİR SAZIN BAKIŞINDAKİ İNSAN


sözgelimi, insan bir müzik aletidir.

faniye ayak bastığında çıkardığı manasız, anlam yüklenemeyen sesleri bir şekilde anlamlı kılmak adına bir anahtara ihtiyacı vardı. kendisine bahşedilen duygu ve akıl tellerinin rahatsız edici anlamsızlığından kurtulmak adına…
böylelikle doğadaki sesleri taklit edebilecek,duygu ve akıl tellerine vurulduğunda bir saz gibi ahvalini anlatabilecekti. iletişimin, iletişimsizliğe dönüşebilme olasılığını göz ardı ederek..

Nitekim, kendi çapında anlamlı, anlam yüklenebilen işaretler bütününü yaratmayı başardı. kulağa daha hoş,anlamlı gelir şekilde müzik yaşantısı da sekillenmeye başladı.farklı bir boyuta taşımak istedi,kendi keşfi olan dilini kullanarak ‘’müzik’’ kavramını anlamlı kıldı. doğa susmuyordu, buna dembedem kendisi sebep oluyor, dembedem mevcut dillere eşlik ediyordu.

Dembedem kopuyordu anlamlı olduğu yerden, farklı şekillere bürünüyor,büründürüyordu.bir müzik aleti olarak evrensel boyutta iletişimsizliğe sebep oluyor, kavramlaştırdığı müzik ise ona nazire yaparcasına ‘’ortak iletişim’’ dili oluveriyordu.

Hakan Karabulut

8 Eylül 2009 Salı

EVRENSEL OLAN NEDİR?


Müziğin “müzik evrenseldir” ile evrene mal edilmesi beklentiler ile mi alakalı yoksa beğenilerden mi ibaret bilemiyorum ama bazı ortamlarda dile getirildiğinde labirent misali farklı fikirlerin farklı yönlerden çıkış kapısı aradığı bir gerçek.

Evrensel olmak evrene mal olmak veya etkisinin daha doğrusu “ses”inin kitlelerce duyulmasından mı ibaret veyahut hissedilmesinden mi?

“Müzik evrenseldir”, “Ortak dildir” yargıları ses ile vücudun farklı figürler sergilemesi midir?

Veya

Yarım yamalak hissedilen duygular mı?

Veya

Kendimize tınılardan biçtiklerimiz mi?

Kanımca bu, müzik kavramına bakış ile alakalı ve o çerçevede şekillenen bir durum. Bu “bakış”, yaşanılanlara atılan bir bakış olabileceği gibi yaratılan yerel değerlere atılan bir bakış da olabilir. Bunun farklı coğrafyalarda hangi hislere gebe olduğu tamamıyla içeriğinden ibarettir.

İçeriğinde para ve ego olan bittabi evrensel durur müziği kavrayamamış kitlelere.

Deşifre edilene ise ses verilir enstrüman adabı ile.

ve sebep olanlara sadık bir biçimde eşlik eder durur..

Evrensel olmaktan ziyade farklı hayatların ortak notası olmayı yeğler.
Hakan Karabulut