Orhan Veli Kanık etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Orhan Veli Kanık etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

16 Mayıs 2019 Perşembe

ATTİLA İLHAN'IN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ

Attila İlhan, nâm-ı diğer Kaptan. Varlık'ta ölümünün ertesinde çok kapsamlı bir değerlendirme yazısı yayımlandı. Kasım 2005 sayısındaki bu hacimli yazının başında şair\yazar için şöyle soruyor Hasan Bülent Kahraman: "Attila İlhan'ın ölümüyle birlikte Türkiye'de bir devrin kapandığını söyleyenler oldu. Bu, doğru bir saptama. Gerçekten de bu ölüm, bundan sonrasını bilemeyiz ama, hiç değilse 1950'den bu yana 'son' kitlesel şairin ölümüne tekabül ediyor. Ölümünün ardından oluşan heyecan dalgası, televizyonların gösterdikleri duyarlılık, bir edebiyatçıya toplumsal olarak verilebilecek olanların da sınırını çiziyor. Ayrıca bugüne kadar karşılaşılmış bir şey değil bu 'tepki'. O zaman akla öncelikle başka bir soru geliyor: dışa vuran bu yaklaşım onun şair kimliğine midir, yoksa yazılarıyla çizdiği öteki kimliklerine mi ? Daha somutlaştırarak soracak olursak acaba Attila İlhan'ın düşünür yanı gerçekten de Türkiye'de bu derecede geniş bir ilgi uyandırmış mıydı, Türkiye'de kitleler gerçekten de onunla böylesi bir temas içinde miydi ?

Bu soru Türkiye'deki edebiyata ya da sanata yaklaşımı bunun yanında edebi yaklaşımları da sorgulatır cinsten olmuş. Kendi hesabıma yazının devamında Kahraman'ın verdiği yanıta katıldığımı söyleyebilirim. Kaptan'ın düşünür, eleştirmen, yazar, senarist gibi özelliklerinin ötesinde onu kitlelerle temas ettiren yönü pek tabii şair kimliğiydi. Halbuki onun Türk edebiyatında yaptığı belirlemeleri, sosyolojik ve siyasi tespitleri bugün benim diyen sanatçının yapamadığı aşikar. Hangi... serisinin "Hangi Edebiyat" sayısı Kaptan'ın edebiyat üzerine yaptığı belirlemelerin özeti niteliği taşıyor. Bu yapıtı okuduğumda Türkiye'de hüküm süren edebi yaklaşımları sorguladığımı ve pek çok noktada üstâdın yanında yer aldığımı gördüm.

Attila İlhan'ın özellikle I. ve II. Yeniciler'in şiir anlayışına nasıl tepki geliştirdiğini, bu tepkiyi nasıl temellendirdiğini görünce söylediklerini hemen kabullenmek kolay olmadı. Garip şiirini de İkinci Yeni şiirini de iyi örnekleri vasıtasıyla benimsemiş, sevmiş bir okur olarak söylüyorum tabii bunları. Bu akımlardaki öne çıkan birkaç sanatçıyı kenara koyduğumuzda İlhan'ın Hangi Edebiyat'ta üstüne basa basa söylediği köksüzleşmeyi, sentez oluşturamayışı, ne yazık ki bir ekol olmayı beceremeyişi daha iyi kavrıyorum bugünlerde. Peki insan soruyor neden Attila İlhan'ın savunduğu değerleri içinde barındıran bir edebi anlayış belli bir süre dışında edebiyatımıza hakim olamadı ? Hangi Edebiyat'ta her edebi akım için  bu soruların yanıtlarına ulaşmak mümkün dahası cevaplar gerçekten tatmin edici.

Attila İlhan'ı salt şiirleri ya da romanlarıyla değil edebi ve siyasi mülahazalarıyla düşünmenin ufuk açıcı olduğu ortada. Ülke genelinde Orhan Veli, Cemal Süreya, Attila İlhan gibi duayenler edebi ve siyasi düşüncelerinden azade benimsenmiştir. Kuyruklu Şiir'i okuyup hüzünlenirken, Üvercinka'da şairin aşkına ortak olurken sıradan okur Garip'in devlet politikasının ürünü, İkinci Yeni'nin altmış sonrası konjonktürünün zorlamasıyla doğduğunu düşünmeyecektir tabii.

Hangi Edebiyat son kertede şiir adına bana bunları düşündürdü. Düşündürdüğü daha bir sürü nokta var ki onlar da başka yazıların mayası olsun. 
 

3 Temmuz 2013 Çarşamba

ŞAİRİN SESİNİ DUYMAK

Şiirde ses benim için çok önemlidir ama bu kez bahsedeceğim ses şiirin ahenk unsuru olan ses değil. Şairlerin kendi sesleri... Sizleri bilmem ama ben şairin sırlarına eriştikçe şiirini daha çok sevenlerdenim. Bu yüzden Haluk Oral'ın yazılarını çok severim mesela. Şairlere yazarlara onların hayatlarına ilişki ne güzel detaylar içerir onun yazıları. Şiir Hikayeleri de böyle bir kitaptır.
Durun durun asıl bahsetmek istediğim konudan uzaklaşmayayım daha fazla. Ne diyordum, şairlerin sesleri evet! İlla hayatlarına ilişkin şeylerle mi mutlu olacağım canım sanatçıların seslerini duymak da büyük keyif veriyor bana. Hele ki kendi şiirlerini bir banda okumuşlarsa değmeyin keyfime. Kütüphanemde ya da bilgisayarımda öyle aman aman bir külliyatım yok ne yazık ki, ama elimde olanlarla da mutlu olmayı biliyorum sanırım. Nazım Hikmet'in sesinden şiirler bilgisayarımda duruyor. Yanlış hatırlamıyorsam YKY basmıştık o önemli eseri. Attila İlhan'ın sağlığında şiirlerini profesyonel bir kayıt odasında müzik eşliğinde okuduğunu edebiyat meraklıları bilir. O seri DVD'lerin arasında. Çok kıymetli bir koleksiyon o. Hele Kaptan'ı okuyuşu yok mu? Hala tüylerimi diken diken ediyor. Bir yıl önce kitaplığımın en değerli koleksiyonlarından birine sahip oldum. YKY'nin Orhan Veli'nin kendi sesinden yayımladığı şiirler tabii ki bahsettiğim. Onun sesini duymuş olmak tüylerimi diken diken etmekle kalmamış gözlerimi yaşartmıştı. Necip Fazıl Kısakürek'in kendi sesinden şiirleri de bilgisayarımda durur mesela. Ve son olarak Behçet Necatigil'in sesinden şiirlerini dinleyebiliyorum artık. Onu da YKY Solgun Bir Gül Oluyor Dokununca ismiyle yayımlamış zamanında. Şiirlerini değil ama birkaç soru üzerine sesine ulaştığım şairlerden biri Cemal Süreya oldu. Kafamdaki gibiydi sesi çok ilginç. TRT'de katıldığı bir programda kaydetmişlerdi sesini. Bir dostumun önerisiyle Özdemir Asaf'ın da kendi sesinden Lavinia adlı şiirini dinleyebildim nasıl mutlu oldum anlatamam. Sanatçının r'leri söyleyemediğini de o kayıt sayesinde öğrendim. Şimdi Ahmed Arif'in kayıtlarını arıyorum. Varmış ve harika okuyormuş zaten muhteşem olan şiirlerini

Şiirde ses benim için çok önemlidir diyorum ya, ah keşke şiirlerini kendi sesinden dinleyebildiğim sanatçılar arasına şunlar da eklenebilseydi: Cahit Sıtkı Tarancı, Sezai Karakoç, Ahmed Haşim, Behçet Aysan...


19 Kasım 2010 Cuma

BİR AKIM YARATMAK: GARİP


Hece dergisinin "Şiir Özel Sayısı"nı üniversite yıllarında didik didik etmişimdir. Bugün yeniden göz attım bu kalınca kitaba. 1940 sonrası Türk şiirinin gelişimini yeniden okuma ihtiyacı duydum.

Nazım Hikmet'in gerçek anlamda açtığı serbest şiir çığırı, Garip akımı ile anlam kazandı biliyorsunuz. Bu akımın temsilcileri Orhan Veli, Oktay Rifat ve Melih Cevdet'tir.

Edebiyatımızın bilinçli yani bir bildiri ile okur karşısına çıkan akımlarından biridir "Garip". Garip akımından önce Fecr-i Ati'yi, Genç Kalemlerle Milli Edebiyatçıları ve pek işe yaramayan girişimleriyle Yedi Meşalecileri bu bildiri sahibi akımlar listesine alabiliriz.

Bu sıkıcı bilgilerden sonra bu yazıyı neden kaleme almak gereğini duydum belirteyim: Bu insanlar dünya dertleri içinde boğuşurken hangi duygularla şiirin gelmesi gereken noktayı düşünüyorlar, bu mevzuyu tartışıyorlar ve eyleme geçiyorlardı. Hepsinden de öte bu insanlar nasıl oldu da yüzlerce sanatçı arasından sıyrılarak bugün adlarını saydığımız ve edebi dünyayı sarsan akımların yaratıcıları oldular.

Garip akımını incelediğim için bu sorulara bu üç kafadarın hikayesiyle cevap vereyim.

Orhan Veli, Melih Cevdet ve Oktay Rifat edebiyatta devrim denebilecek bir şey varsa onu gerçekleştiren 3 kafadardır. Bugün hayalini bile kuramayacağımız bir hareketin mimarlarıdır. Tabii bu gruba hükmettiği her halinden belli olan Orhan Veli'yi ayrı tutmalıyız.

Orhan Veli, 3 kafadar olarak ortak değerlere sahip bir şiir anlayışını haber vermek üzere oluşturacakları ve şiirlerinden izler taşıyan bir kitap hayal eder. Bu kitapta bu 3 arkadaş şiirlerinden örnekler sunacaklar kitabın önsözündeyse savundukları sanat anlayışını beyan edeceklerdir. Orhan Veli bu kitabın adının "Tahattur" (hatırlama) olabileceğini düşünmektedir. Yine de kafasında soru işareti kalmasın diye fikrini M.Kemal Kurşunoğlu'na açar. Kurşunoğlu bu kelimenin eski olduğunu başka bir şey denemeleri gerektiğini belirtir ve ekler: "Bence sizin şiirleriniz başkalarınca yadırganıyor, onlara farklı, garip geliyor buna göre bir isim seçmelisiniz."Der. Orhan Veli "Garip" adını benimsemiştir. Farklı anlamındaki sözcük aynı zamanda gurbet olgusunu yaşayan insan anlamındadır. Gerçekten de bu 3 kafadar o dönemlerin şiir dünyasında gurbeti yaşamaktadırlar.

Akımın adının nasıl ortaya çıktığını gördünüz. Dediğim gibi bugün hayalini dahi kuramayacağımız bir tanınma sürecinin ilk adımı böyle atılıyor. Düşünsenize tek başınıza ya da arkadaşlarınızla bugünkü edebiyat dünyasını sarsabilecek bir akım yaratma çabası içinde oluyorsunuz. Bütün imkanlarınız var (internet, iletişim,ulaşım,teknoloji vb.) Ne kadar başarılı olabilirdiniz?

Neyse bu 3 kafadar savundukları sanat anlayışlarını çok enteresan bir biçimde, yani adlarına yakışır bir biçimde yaymayı uygun görmüşlerdir.

Garip akımı Türk şiirinin 600 yıllık geçmişini topyekun reddeden, şiiri sanatlı söyleyişten ve beylik laflardan ve gelenekten koparmayı amaçlayan o döneme göre inanılmaz radikal özellikler taşıyan bir akımdır. Orhan Veli ve arkadaşları vezinsiz, sanatsız günlük yaşamın naif yanlarını ele alan böylesine farklı bir anlayışı yaymak için değişik yollar denemiştir. Orhan Veli sazlı sözlü sohbetlerde asla kendinden bahsetmeden arkadaşlarının şiirlerini seslendirmiş, kendini işin içine pek koymadan onların üsluplarını övmüş ve anlayışlarını onların ağzından dile getirmiştir.

Yine Orhan Veli dikkat çekmek için koca bir çelengi alarak dönemin ünlü edebiyatçılarının toplandıkları meclislere girmiş, bir başka gün eline bir sürü balon alıp aynı işi tekrarlamıştır.

Melih Cevdet'in anılarında belirttiği gibi bu üç kafadar farklı olduklarını ispat mecburiyetindedir. Bunu hem hayatlarındaki farklılıklarıyla hem de tavırlarıyla da göstermeyi amaçlarlar. Örneğin, Orhan Veli, dönemin ünlü şairleriyle edebiyat sohbetleri sırasında -pek çok devirdaşının para ve iş istemesinin aksine- getirmeyi planladıkları yeni anlayışı sakinlikle savunarak üstadları sinir eder, iş ya da para gibi isteklerini dile getirmediği içinse üstadların bu istekleri redderek intikam almalarına engel olur.

Evet bu makaleyi okuduğumda kafamdaki soru işaretleri de silinmiş oldu. Şiirleriyle beni gülümseten bu üç kafadar hakikaten şiir dünyasının gülen ve güldüren yüzleriymiş. Şiirleri ikinci yeniciler ve toplumsal gerçekçiler için bir "saçmalık" ve "basitlik" abidesi olarak görülmüşse de edebiyat dünyasındaki yerleri açıktır. Günümüzde böyle bir adımın atılabilmesi, devrin şartlarını düşününce mümkün görünmüyor. Keza şiiri, sanatı böylesine kendine dert edinmiş bir topluluğun olmayışı da buna zemin hazırlıyor.

Sıkıcı yazımı yine merakımın bir meyvesi ile bitireyim. pandora.com.tr adresinden dilerseniz yukarıda bahsettiğim 1941 yılında basılan o nadide eser "Garip" kitabına ulaşabilirsiniz. Orijinali değil tabii, tıpkı basımı. Ben almayı planlıyorum, böylesine eserler kitaplığımda bulunmalı diye bir rahatsızlığı olanlara duyurulur!

12 Ekim 2009 Pazartesi

DEDİKODU




DEDİKODU

Kim söylemiş beni
Süheyla'ya vurulmuşum diye?
Kim görmüş, ama kim,
Eleni'yi öptüğümü,
Yüksek kaldırımda, güpegündüz?
Melahat'i almışım da sonra
Alemdar'a gitmişim, öyle mi?
Onu sonra anlatırım, fakat
Kimin bacağını sıkmışım tramvayda?
Güya bir de Galata'ya dadanmışız;
Kafaları çekip çekip
Orada alıyormuşuz soluğu;
Geç bunları, anam babam, geç;
Geç bunları bir kalem;
Bilirim ben yaptığımı.

"Ya o, Mualla'yı sandala atıp,
'Ruhumda hicranın'ı söyletme hikayesi?"