Necip Fazıl Kısakürek etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Necip Fazıl Kısakürek etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

3 Temmuz 2013 Çarşamba

ŞAİRİN SESİNİ DUYMAK

Şiirde ses benim için çok önemlidir ama bu kez bahsedeceğim ses şiirin ahenk unsuru olan ses değil. Şairlerin kendi sesleri... Sizleri bilmem ama ben şairin sırlarına eriştikçe şiirini daha çok sevenlerdenim. Bu yüzden Haluk Oral'ın yazılarını çok severim mesela. Şairlere yazarlara onların hayatlarına ilişki ne güzel detaylar içerir onun yazıları. Şiir Hikayeleri de böyle bir kitaptır.
Durun durun asıl bahsetmek istediğim konudan uzaklaşmayayım daha fazla. Ne diyordum, şairlerin sesleri evet! İlla hayatlarına ilişkin şeylerle mi mutlu olacağım canım sanatçıların seslerini duymak da büyük keyif veriyor bana. Hele ki kendi şiirlerini bir banda okumuşlarsa değmeyin keyfime. Kütüphanemde ya da bilgisayarımda öyle aman aman bir külliyatım yok ne yazık ki, ama elimde olanlarla da mutlu olmayı biliyorum sanırım. Nazım Hikmet'in sesinden şiirler bilgisayarımda duruyor. Yanlış hatırlamıyorsam YKY basmıştık o önemli eseri. Attila İlhan'ın sağlığında şiirlerini profesyonel bir kayıt odasında müzik eşliğinde okuduğunu edebiyat meraklıları bilir. O seri DVD'lerin arasında. Çok kıymetli bir koleksiyon o. Hele Kaptan'ı okuyuşu yok mu? Hala tüylerimi diken diken ediyor. Bir yıl önce kitaplığımın en değerli koleksiyonlarından birine sahip oldum. YKY'nin Orhan Veli'nin kendi sesinden yayımladığı şiirler tabii ki bahsettiğim. Onun sesini duymuş olmak tüylerimi diken diken etmekle kalmamış gözlerimi yaşartmıştı. Necip Fazıl Kısakürek'in kendi sesinden şiirleri de bilgisayarımda durur mesela. Ve son olarak Behçet Necatigil'in sesinden şiirlerini dinleyebiliyorum artık. Onu da YKY Solgun Bir Gül Oluyor Dokununca ismiyle yayımlamış zamanında. Şiirlerini değil ama birkaç soru üzerine sesine ulaştığım şairlerden biri Cemal Süreya oldu. Kafamdaki gibiydi sesi çok ilginç. TRT'de katıldığı bir programda kaydetmişlerdi sesini. Bir dostumun önerisiyle Özdemir Asaf'ın da kendi sesinden Lavinia adlı şiirini dinleyebildim nasıl mutlu oldum anlatamam. Sanatçının r'leri söyleyemediğini de o kayıt sayesinde öğrendim. Şimdi Ahmed Arif'in kayıtlarını arıyorum. Varmış ve harika okuyormuş zaten muhteşem olan şiirlerini

Şiirde ses benim için çok önemlidir diyorum ya, ah keşke şiirlerini kendi sesinden dinleyebildiğim sanatçılar arasına şunlar da eklenebilseydi: Cahit Sıtkı Tarancı, Sezai Karakoç, Ahmed Haşim, Behçet Aysan...


2 Eylül 2010 Perşembe

DİNLEMEMİŞLER İÇİN: KALDIRIMLAR

Daha önce de yayımlamıştık bu videoyu. Ben Funda Arar'dan dinlemiştim Kaldırımlar şiirinin şarkı halini. Ne yalan söyleyeyim pek beğenmemiştim. Bu hali daha güzel sanki. Bilmeyenler için yeniden paylaşıyoruz...


Necip Fazıl Kısakürk_kaldırımlar | video.eksenim.mynet.com

28 Kasım 2009 Cumartesi

DÖNEMEÇ


Bir gündü hava ılık
Ve cadde kalabalık...

Bir kadın sapıverdi önümden dönemece;
Yalnız bir endam gördüm, arkasından, ipince.
Ve görmeden sevdiğim, işte bu kadın dedim,
Çarpıldım, sendeledim.

Bir gündü mevsim bayat
Ve esnemekte hayat...

Dönemeçten bir tabut çıktı ve üç beş adam;
Yalnız bir ahenk sezdim, çerçevede bir endam.
Ve tabutta, incecik, o kadın var, anladım;
Bir köşede ağladım...


Necip Fazıl KISAKÜREK


*** Sizleri bilmem ama okuduğumda titrediğim, şaşkınlıkla donup kaldığım çok az şiir okuyabiliyorum artık. Lise yıllarımda okuduğum bu şiir beni titretmişti işte. Ölüm gibi trajik bir an bu kadar mı güzel resmedilirdi? Ya da şaşkınlığın fotoğrafını şiirle çekebilen kaç kişi var? En sevdiğim şiirler arasındadır. Yorumlarınızı bekliyorum

1 Ekim 2009 Perşembe

Hapishane Şiirleri





Şu günlerde haberlerde ne kadar da çok hapishane haberi görüyoruz. Bir sürü popüler dava görülüyor adliyelerde. Etiler cinayeti,Ergenekon, uyuşturucu çetesi baskını,Deniz Seki'nin aylardır hapiste oluşu her biri ayrı bir hapislik haberi.

Düşüncelerinden dolayı içeri girenlerin memleketiymişiz bir zamanlar. Bir zamanlar diyorum göreceli olarak azalsa da hala devam ediyor düşünceden dolayı yargılanmalar tabii. İki büyük şairimiz geldi yine aklıma ikisi de zindana defalarca girmiş. İkisi de bu ülkenin dehalarındanmış halbuki. Neler çekmişler mutlaka okumalısınız. Tabii öncelikle kendi dillerinden:



Hapiste Yatacak Olana Bazı Öğütler

Dünyadan, memleketinden, insandanumudum kesik değil diye
İpe çekilmeyip de
Atılırsan içeriye,
Yatarsan on yıl, on beş yıl
Daha da yatacağından başka,
'Sallansaydım ipin ucunda
Bir bayrak gibi keşke''
Demiyeceksin,
Yaşamakta ayak direyeceksin.
Belki bahtiyarlık değildir artık,
Boynunun borcudur fakat,
Düşmana inat
Bir gün fazla yaşamak.

İçerde bir tarafınla yapayalnız kalabilirsin,
Kuyunun dibindeki taş gibi.
Fakat öbür tarafın
Dünyanın kalabalığına
Öylesine karışmalı ki,
Sen ürpermelisin içerde,
Dışarda kırk günlük yerde yaprak kımıldasa.
İçerde mektup beklemek,
Yanık türküler söylemek bir de,
Bir de gözünü tavena dikip sabahlamak
Tatlıdır ama tehlikelidir.
Tıraştan tıraşa yüzüne bak,
Unut yaşını
Koru kendini bitten,
Bir de bahar akşamlarından;
Bir de ekmeği
Son lokmasına dek yemeği,
Bir de ağız dolusu gülmeyi unutma hiçbir zaman.
Bir de kimbilir,
Sevdiğin kadın sevmez olur,
Ufak bir iş deme,
Yemyeşil bir dal kırılmış gibi gelir,
İçerdeki adama.
İçerde gülü, bahçeyi düşünmek fena,
Dağları, deryaları düşünmek iyi.
Durup dinlenmeden yazmayı,
Bir de dokumacılığı tavsiye ederim sana,
Bir de ayna dökmeyi.
Yani içerde onyıl, on beş yıl,
Daha da fazla hatta
Geçirilmez değil,Geçirilir,
Kararmasın yeter ki
Sol memenin altındaki cevahir!

Nazım Hikmet RAN




Zindandan Mehmet'e Mektup

Zindan iki hece Mehmetim lafta !
Baba katiliyle baban bir safta!
Bir de geri adam boynunda yafta...
Halimi düşünüp yanma Mehmed' im!
Kavuşmak mı?...
Belki... Daha ölmedim!

Avlu... Bir uzun yol... Tuğla döşeli,
Kırmızı tuğlalar altı köşeli.
Bu yolda tutuktur hapse düşeli...
Git ve gel... Yüz adım... Bin yıllık konak.
Ne ayak dayanır buna, ne tırnak

Bir alem ki, gökler boru içinde!
Akıl almazların zoru içinde.
Üstüste sorular soru içinde:
Düşün mü, unut mu, sus mu, konuş mu?
Buradan insan mı çıkar, tabut mu?

Bir idamlık Ali vardı, asıldı
Kaydını düştüler, mühür basıldı.
Geçti gitti, bir kaç günlük fasıldı.
Ondan kalan, boynu bükük ve sefil;
Bahçeye diktiği üç beş karanfil...

Müdür bey dert dinler bu gün 'maruzat'!
Çatık kaş... Hükümet dedikleri zat...
Beni Allah tutmuş kim ede azat?
Anlamaz; yazısız, pulsuz dilekçem...
Anlamaz ruhuma geçti bilekçem!

Saat beş dedi mi, bir yırtıcı zil;
Sayım var, maltada hizaya dizil!
Tek yekün içinde yazıl ve çizil!
İnsanlar zindan da birer kemiyet
Urbalarla kemik, mintanlarla et.

Somurtuş ki bıçak, nara ki tokat;
Zift dolu gözlerde kat kat...
Yalnız seccademin yüzünde şefkat;
Beni kimsecikler okşamaz madem;
Öp beni anlımdan, sen öp seccadem!

Çaycı, getir ilaç kokulu çaydan!
Dakika düşelim senelik paydan!
Zindanda dakika farksızdır aydan.
Karıştır çayını zaman erisin;
Köpük köpük, Duman duman erisin!

Peykeler duvara mıhlı peykeler;
Duvarda, başlardan, yağlı lekeler,
Gömülmüş duvara, baş baş gölgeler
Duvar katil duvar, yolumu biçtin!
Kanla dolu sünger... beynimi içtin!


Sükut... kıvrım kıvrım uzaklık uzar;
Tek nokta seçemez Dünyadan nazar.
Yer yüzü boşaldı, habersiz miyiz?
Güneşe göç varda kalan biz miyiz?

Ses demir, su demir ve ekmek demir...
İstersen demirde muhali kemir,
Ne gelirki elde kader bu emir...
Garip pencerecik, küçük, daracık;
Dünyaya kapalı, Allah'a açık.

Dua dua, eller karıncalanmış;
Yıldızlar avuçta, gök parçalanmış.
Gözyaşı bir tarla, hep yoncalanmış...
Bir soluk, bir tütsü bir uçan buğu
İplik ki incecik, örer boşluğu.

Ana rahmi dahi şu bizim koğuş;
Karanlığındadır, yeniden doğuş...
Sesler duymaktayım: Davran ve boğuş!
Sen bir devsin yükü ağırdır devin!
Kalk ayağa dim dik doğrul ve sevin!

Mehmed'im sevinin başlar yüksekte!
Ölsekte sevinin, eve dönsek de!
Sanma bu teker kalır tümsekte!
Yarın, elbet bizim, elbet bizimdir!
Gün doğmuş, gün batmış, ebed bizimdir!

Necip Fazıl KISAKÜREK

19 Eylül 2009 Cumartesi

ÇİLE ŞAİRİ: NECİP FAZIL KISAKÜREK


Tam anlamıyla bir "Çile" şairi Necip Fazıl. Şiirlerini okursanız devrinin acı çekmiş bütün şairleriyle aynı duyguları paylaştığını görürsünüz. Öyle ki dünya görüşleri taban tabana zıt olduğu bilinen Nazım Hikmet'le bile aynı karakterde şiirler kaleme almıştır. Şiirimizin bu iki ustasını bir araya getiren belki de ilk nokta "çile"dir. Fikir çilesi...

İnsanlar birbirlerinden farklıdır. Farklı hikayelere sahiptirler. Necip Fazıl'ınki de diğerlerinden biraz farklı tabii. Öncelikle şunu belirtelim:Zengin bir ailenin,lüks bir konağın şımarık çocuğu olarak büyür küçük Necip. Dedesinin statüsü devrine göre oldukça yüksektir. Hayli haylaz bir çocuk olan Necip için babaaannesinin roman okutarak uslandırma politikası çok işe yaramıştır. O sayededir ki Necip Fazıl çok küçük yaşta Fransız klasiklerini tanımıştır. Çeşitli okullarda ilk öğrenimini tamamlar. Kız kardeşini erken yaşta kaybetmesi annesini de hasta kılar. Annesinin hastalığı Necip Fazıl'ı Heybeliada'ya orada da Bahriye Mektebi'ne sürükler. Üniversite çağı geldiğinde Darülfünun'da Felsefe okumayı tercih eder. Çok küçük yaşta üniversitenin yollarının arşınlayan genç adam, genç yaşına rağmen yazdığı şiirlerle Yahya Kemal ve Ahmet Haşim gibi devrinin "dev" diye kabul ettiği ustaların dikkatini çekmiştir. Başarılı bir üniversite hayatı sonrasında devlet belli öğrencileri Avrupa'ya yollayarak yüksek tahsil yapmalarını sağlayacaktır. Bunlardan biri de Necip'tir. Çocukluğundan bu yana marazi duyguların esiri olan genç Necip için Fransa ve Paris farklı bir deneyim olur. Bu yıllarda inanılmaz "bohem" bir hayat benimseyen Necip Fazıl'ın 30 yaşına değin yaşadığı hayatı ortaya koyarak şiirlerini değerlendirseydiniz bu şiirleri böyle bir hayatı yaşayan adamın yazamayacağını düşünürdünüz. Kumar belasına yakasını kaptıran Necip Fazıl için Paris'in en güzel yanı Türk Edebiyatı'na "Kaldırımlar" şiirini kazandırması olmuştur. Öyle ki büyük fikir çilesinden muzdarip genç Necip için Paris geceleri ve sokakları bir şiir olup dökülmüştür kalemden. Bütün bursunu kumara harcayan Necip Fazıl devletin de isteği ile ülkeye dönmek durumunda kalır.

Necip Fazıl'ın şiir gücü 1930'lu yıllarda "Kaldırımlar" şiiriyle edebiyat dünyasına tanıtılmıştır diyebiliriz.. Necip Fazıl, devirdaşları gibi olup bitenlerden sıkılmış,aidiyet duygusunu yitirmiş, içgüdüleriyle yaşamayı arzulayan sanatçılardandır. Devirdaşlarından tek farkı yetiştiği ortamın ve tanıştığı bir adamın da etkisiyle geleneğe dönüşüdür.
Bu adam: Abdülhakim Arvasi'dir Dünya hayatı ve metafizik yaşam ile ilgili kafasında binlerce soruyla dolanan şair, rastladığı bu adamla çok daha büyük bir karmaşanın içine düşmüştür. Zamanında kazandığı her kuruşu keyfi için harcayan bu adam-yazdıklarından kazandığı parayla bir taksiye atlar ve bütün İstanbul'u aç kalma pahasına dolaşır,gerisini siz düşünün- adeta sarsılır. Bu derviş mizaclı adam, şairi inanılmaz etkilemiştir. Necip Fazıl bugünkü, onu tanıdığımız karakteristik şiir anlayışına o tarihlerde sahip olmaya başlamıştır.-içerik anlamında tabii-

Bütün bunları neden mi yazdım. Fikir çilesi, ikilemlerde kalmak birçoğmuza has değil mi? Birçoğumuz neyin doğru neyin yanlış olduğu konusunda çoğu zaman kararsız kalmıyor muyuz? Bunu yalnızca metafizik endişelerimiz olarak almayın. Her türlü çelişki, vicdan ile gerçeklik arasında kalış bizleri 1-2 sene yaşlandırıyor,bu kesin. Ama öyle ama böyle bir şeylerin muhakemesini yapa yapa bazen sabahı buluyoruz. İşte böylesi bir çırpınışı anlatan dahiyane bir şiir "Çile". Şiirdeki sesi alabilmek için şiiri sesli okuyun. Okuduğunuzda sarsılacağınız bir şiir "Çile".
Sonuna doğru dünyaya bakışınız ne olursa olsun bir insanın fikir çilesine bakarak,şairine karşı acıma duygusu besleyeceğiniz bir şiir!

ÇİLE

Gaiblerde bir ses geldi: Bu adam,
Gezdirsin boşluğu ense kökünde!
Ve uçtu tepemden birdenbire dam;
Gök devrildi, künde üstüne künde...

Pencereye koştum: Kızıl kıyamet!
Dediklerin çıktı, ihtiyar bacı!
Sonsuzluk, elinde bir mavi tülbent,
Ok çekti yukardan, üstüme avcı

Ateşten zehrini tattım bu okun,
Bir anda kül etti can elmasımı.
Sanki burnum, değdi burnuna (yok)un,
Kustum, öz ağzımdan kafatasımı

Bir bardak su gibi çalkalandı dünya;
Söndü istikamet, yıkıldı boşluk.
Al sana hakikat, al sana rüya!
İşte akıllılık, işte sarhoşluk!

Ensemin örsünde bir demir balyoz,
Kapandım yatağa son çare diye.
Bir kanlı şafakta, bana çil horoz,
Yepyeni bir dünya etti hediye

Bu nasıl bir dünya, hikayesi zor;
Makâni bir satıh, zamanı vehim.
Bütün bir kainat muşamba dekor,
Bütün bir insanlık yalana teslim.

Nesin sen, hakikat olsan da çekil!
Yetiş körlük, yetiş, takma gözde cam!
Otursun yerine bende her şekil;
Vatanım, sevgilim, dostum ve hocam!

Aylarca gezindim, yıkık ve şaşkın,
Benliğim bir kazan ve aklım kepçe,
Deliler köyünden bir menzil aşkın,
Her fikir içimde bir çift kelepçe.

Niçin küçülüyor eşya uzakta?
Gözsüz görüyorum rüyada, nasıl?
Zamanın raksı ne bir yuvarlakta?
Sonum varmış, onu ögrensem asıl?

Bir fikir ki sıcak yarada kezzap,
Bir fikir ki, beyin zarında sülük.
Selam sana haşmetli azap;
Yandıkça gelişen tılsımlı kütük.

Yalvardım: Gösterin bilmeceme yol!
Ey yedinci gök, esrarını aç!
Annemin duası, düş de perde ol!
Bir asâ kes bana, ihtiyar ağaç!

Uyku, katillerin bile çeşmesi;
Yorgan, Allahsıza kadar sığınak.
Teselli pınarı, sabır memesi;
Size şerbet, bana kum dolu çanak.

Bu mu, rüyalarda içtiğim cinnet,
Sırrını ararken patlayan gülle?
Yeşil asmalarda depreniş, şehvet;
Karınca sarayı, kupkuru kelle...

Akrep nokta nokta ruhumu sokmus,
Mevsimden mevsime girdim böylece.
Gördüm ki, ateşte, cımbızda yokmuş,
Fikir çilesinden büyük işkence.

Evet, her şey bende bir gizli düğüm;
Ne ölüm terleri döktüm, nelerden!
Dibi yok göklerden yeter ürktüğüm,
Yetişir çektiğim mesafelerden!

Ufuk bir tilkidir, kaçak ve kurnaz;
Yollar bir yumaktır, uzun ve dolaşık.
Her gece rüyamı yazan sihirbaz,
Tutuyor önümde bir mavi ışık.

Büyücü, büyücü ne bana hıncın?
Bu kükürtlü duman, nedir inimde?
Camdan keskin, kıldan ince kılıcın,
Bir zehir kıymak gibi, beynimde.

Lugat, bir isim ver bana halimden;
Herkesin bildiği dilden bir isim!
Eski esvaplarım, tutun elimden;
Aynalar söyleyin bana, ben kimim?

Söyleyin, söyleyin, ben miyim yoksa,
Arzı boynuzunda taşıyan öküz?
Belâ mimarının seçtiği arsa;
Hayattan mühacir; eşyadan öksüz?

Ben ki, toz kanatıi bir kelebeğim,
Minicik gövdeme yüklü Kafdağı,
Bir zerrecigim ki, Arş'a gebeyim,
Dev sancılarımın budur kaynağı!

Ne yalanlarda var, ne hakikatta,
Gözümü yumdukça gördüğüm nakış.
Boşuna gezmişim, yok tabiatta,
İçimdeki kadar iniş ve çıkış.

Gece bir hendeğe düşercesine,
Birden kucağına düştüm gerçeğin.
Sanki erdim çetin bilmecesine,
Hem geçmis zamanın, hem geleceğin.

Açıl susam, açıl! Açıldı kapı;
Atlas sedirinde mavera dede.
Yandı sırça saray, ilahi yapı,
Binbir avizeyle uçsuz maddede.

Atomlarda cümbüş, donanma, şenlik;
Ve çevre çevre nur, çevre çevre nur.
Içiçe mimari, içiçe benlik;
Bildim seni ey Rab, bilinmez bilinmez meşhur!

Nizam köpürüyor, med vakti deniz;
Nizam köpürüyor, ta çenemde su.
Suda bir gizli yol, pırılıtılı iz;
Suda ezel fikri, ebed duygusu.

Kaçır beni ahenk, al beni birlik;
Artık barınamam gölge varlıkta.
Ver cüceye, onun olsun şairlik,
Şimdi gözüm, büyük sanatkarlıkta.

Öteler öteler, gayemin malı;
Mesafe ekinim, zaman madenim.
Gökte saman yolu benim olmalı;
Dipsizlik gölünde, inciler benim.

Diz çök ey zorlu nefs, önümde diz çök!
Heybem hayat dolu, deste ve yumak.
Sen, bütün dalların birleştiği kök;
Biricik meselem, Sonsuza varmak...

N.Fazıl KISAKÜREK