sanat etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
sanat etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

8 Eylül 2009 Salı

AYKIRI GAZEL


Aklımdasın mı neresinde çıkmıyorsun her dem
Alnımdasın bir keresinde böyle görmüştüm hem ben

Yani senden kalkıp da onlardan nasıl bahsederdim
Çünkü baktım da elmanın öbür yarısısın madem

Zaman neyce ne ince sır ve üstündedir hüda
Aşk, bende sen böyle bil hüsnündedir eda

Ben seni fi tarihinden beri beklerdim
Geldiğin günü olmadığın düne eklerdim!


Murat Gil

7 Eylül 2009 Pazartesi

FERİDUN DÜZAĞAÇ


Bazı şarkılar var ki şiirle iç içedir. Şiir mi şarkı mı olduğu konusunda kararsız kalırsınız. Feridun Düzağaç bu sanatçılardan biri. Şarkıları şiire yaklaştırmayı seven bir adam. Ya da şiiri şarkılara diyelim. FD'ye benzer birçok sanatçımız var tabii Sonraki günlerde onlara da blogumuzda değineceğim.

FD ile karşılaşmam Lavinia adlı şarkısıyla olmuştur. Gerçi fanatikleri onu çok daha öncesinden tanıyor olabilirler. Keza ilk şarkısı değil Lavinia. Grup Tını ile olan macerasından haberdar değilim diyelim. Neyse Lavinia'dan bahsediyordum. Bu bildiğiniz gibi Özdemir Asaf'ın muhteşem şiiridir:

sana gitme demeyeceğim.
üşüyorsun ceketimi al.
günün en güzel saatleri bunlar.
yanımda kal.

sana gitme demeyeceğim.
gene de sen bilirsin.
yalanlar istiyorsan yalanlar söyleyeyim,
incinirsin.

sana gitme demeyeceğim,
ama gitme, lavinia.
adını gizleyecegim
sen de bilme, lavinia.

Bu şiiri böylesine güzel bir besteye çeviren adamı merak etmiştim o yıllarda. Kendisine ait şarkıların da şiirden pek de geri kalacak şeyler olmadığının farkına varmıştım. Zaten biraz irdelerseniz FD'nin çok okuyan,şiirle,edebiyatla haşır neşir olan bir adam olduğunu da göreceksiniz. Diğer şarkılarından bahsediyorduk:



ADI SEVDA




Dokunduğum en sıcak Ağustos akşamısın
Gezindiğim avare bir deniz kıyısı
En güzel mehtap sensin denize dost
Aradığım bulunmayan haykırdığım duyulmayan
Sen asla dün olmayan bir yaşanmamış an
Saçların rüzgarsa gözlerin nerede
Sesin şarkılarda nerede
Yüreğin
Ellerimde sevdanın yanık kokusu
Ey adı sevda nerede
Ellerin
Aradığım bulunmayan haykırdığım duyulmayan
Sen asla dün olmayan bir yaşanmamış an.


AŞKIN E HALİ
Hiçbir şeyi senin kadar
istemedim ama yetmiyor
Ne kadar istesem de gözlerimdeki resmin gitmiyor
Yağmurlar içime içime yağıyor içimdeki kuraklık bitmiyor
Bitmez sandığım yollar aynı çıkmazda tükeniyor
Çünkü yoksun gelmiyorsun
Bir çığ gibi büyüyorsun
Aşk bu mu
Aşk acı mı acıtr mı incitir mi
Aşk bunu bana yapmaya mecbur mu.


İÇİMDEN ŞEHİRLER GEÇİYOR


Sonsuz yolculuğuma seni son durak sandım
Şarkılardan mirastı aşk: inandım
Ararsam bulurum sandım
Bulunca durulurum
Durulmuyor denizim
Gelirsen diner sandığım bu yalnızlık
Durulmuyor durulmuyor
Kaoslarım girdaplarım labirentlerim
Nice nice dertlerim var
İçimden şehirler geçiyor
Her durakta duruyor
İnmiyorsun
Seni en sıcak ben öperdim
Kim bilir ama sen bilmiyorsun.


BOŞ DERS ŞARKISI
Ben bir zaman kaybıyım, beni boş ver hocam
Düşlerimden geçenleri kitaplarda bulamayacağım
Hangi deniz nereye dökülüyor bana ne,
Ben içimde boğulurken...
Hala aşkın olduğu bir yer varsa söyle; dokunulmazsam öleceğim

Şu hayat bilgisi ne ağır dersmiş hocam
Düşündüm, kararlıyım;
Ben adam olamayacağım
Madem her şey basit bir formül, Mutluluğu söylesin kimya

Benim kimyam feci halde bozuldu;
Anlamsız geliyor bana dünya

Kendimi kendimden çıkartsam sıfır kalmaz
Bu matematik bizi kandırıyor hocam
Elde var sorular... gözyaşları... boş umutlar..
Hesaplar tutmaz..
Tutmaz hocam.


AŞK ÇOK UZAK

Ne kadar yol gitsem de
Uzak hep uzak
Uzar gider bu hikaye
Enseme vur tak al lokmamı
Bir gülüver bak kalbim senin
Kullan… kullan… sonra bırak
Yok ne sahibim ol ne de benim
Aşk çok uzak
Aşk çok uzak
Ah ah çok uzak
O kadar dolmuşum ki
Şu boşluğun içinde
Bir eskici dükkanı var
Gözlerimin içinde.


KARA KARA


Haftayı yedi gün yılı dört mevsim sandığım zamanlar
Başımda kavak yelleri
Mutluluk diye düştüğüm yollar
Bana öğretilen iyilik için, kitaplar masallar filmler
Bir dost az ikisi çokmuş
Ortası yokmuş

Aşk sonunu severmiş
Çaresi yokmuş. Acısı çokmuş
Gönlümden koptu anlatıyorum sana
Hayal masal gibi
Bir varmış bir yokmuş

Gönlümden kopan kara kara parçalar
Karadan çok uzakta ada oldular
Yitirdiğim düşler kuş olup uçtular
Saçlarımda aklar için.


Evet yukarıya her albümünden beğendiğim FD şarkılarını aldım. Bu parçalarla sınırlandırmayın kendinizi; ancak en azından bu seçtiğim parçalara bir kulak verin , derim ben. FD'yi "Rahatta Dinleyin" derim:D

MONNA ROSA


Üniversite yıllarında tanıştım Sezai Karakoç'un şiirleriyle. Monna Rosa'yı Ayvaz adındaki bir hocamız derste mırıldanmıştı. O gün komik gelmişti şiir. Hocamız çok içten okumuştu aslında belli ki o şiirde çok şey buluyordu. Şiirin tamamını dinleyemedik tabii ki kendisinden. İlk 5'liğini okumuştu şiirin. Sonrasında edebiyatımızın en güzel akrostişlerinden birine sahip demişti. Orada ilgimi çekmişti şiir. Sonrasında birkaç şiirini daha buldum okudum. Gerçekten değişik bir üslubu vardı Karakoç'un. Gençlik yıllarında yazdığı şiirler müthiş bir müzikaliteye sahiptiler. Ayrıca çok içten yapıtlardı. Evet anlaşılması zordu ancak İkinci Yeni anlayışı içinde anlaşılır bile diyebilirdim. Kitabını almak istedim ardından ancak İzmir'de bulamadım. Bulamayacağımı söylediler. Gerçekten de kısıtlı sayıdaymış. Çok sevdiğim bir insan sayesinde İstanbul'dan temin etmiştim. Hediye olarak almıştım diyeyim.
Monna Rosa

Monna Rosa, siyah güller, ak güller
Geyvenin gülleri ve beyaz yatak
Kanadı kırık kuş merhamet ister
Ah, senin yüzünden kana batacak
Monna Rosa siyah güller, ak güller

Ulur aya karşı kirli çakallar
Ürkek ürkek bakar tavşanlar dağa
Monna Rosa, bugün bende bir hal var
Yağmur iğri iğri düşer toprağa
Ulur aya karşı kirli çakallar

Açma pencereni perdeleri çek
Monna Rosa seni görmemeliyim
Bir bakışın ölmem için yetecek
Anla Monna Rosa, ben bir deliyim
Açma pencereni perdeleri çek...

Zeytin ağaçları söğüt gölgesi
Bende çıkar güneş aydınlığa
Bir nişan yüzüğü, bir kapı sesi
Seni hatırlatıyor her zaman bana
Zeytin ağaçları, söğüt gölgesi

Zambaklar en ıssız yerlerde açar
Ve vardır her vahşi çiçekte gurur
Bir mumun ardında bekleyen rüzgar
Işıksız ruhumu sallar da durur
Zambaklar en ıssız yerlerde açar

Ellerin, ellerin ve parmakların
Bir nar çiçeğini eziyor gibi
Ellerinden belli oluyor bir kadın
Denizin dibinde geziyor gibi
Ellerin, ellerin ve parmakların

Zaman ne de çabuk geçiyor Monnaa
Saat onikidir söndü lambalar
Uyu da turnalar girsin rüyana
Bakma tuhaf tuhaf göğe bu kadar
Zaman ne de çabuk geçiyor Mona

Akşamları gelir incir kuşları
Konar bahçenin incirlerine
Kiminin rengi ak, kimisi sarı
Ahh! beni vursalar bir kuş yerine
Akşamları gelir incir kuşları

Ki ben Monna Rosa bulurum seni
İncir kuşlarının bakışlarında
Hayatla doldurur bu boş yelkeni
O masum bakışlar su kenarında
Ki ben Monna Rosa bulurum seni

Kırgın kırgın bakma yüzüme Rosa
Henüz dinlemedin benden türküler
Benim aşkım uymaz öyle her saza
En güzel şarkıyı bir kurşun söyler
Kırgın kırgın bakma yüzüme Rosa

Artık inan bana muhacir kızı
Dinle ve kabul et itirafımı
Bir soğuk, bir garip, bir mavi sızı
Alev alev sardı her tarafımı
Artık inan bana muhacir kızı

Yağmurlardan sonra büyürmüş başak
Meyvalar sabırla olgunlaşırmış
Bir gün gözlerimin ta içine bak
Anlarsın ölüler niçin yaşarmış
Yağmurlardan sonra büyürmüş başak

Altın bilezikler o kokulu ten
Cevap versin bu kanlı kuş tüyüne
Bir tüy ki can verir bir gülümsesen
Bir tüy ki kapalı gece ve güne
Altın bilezikler o kokulu ten

Monna Rosa siyah güller, ak güller
Geyve'nin gülleri ve beyaz yatak
Kanadı kırık kuş merhamet ister
Aaahhh! senin yüzünden kana batacak!
Monna Rosa siyah güller, ak güller

ŞAİR VE ŞİİR ÜZERİNE



       Geçen gece Cemal Süreya’nın “Şapkam Dolu Çiçekle” kitabını okurken aklıma bir soru takıldı. Bu kitap-okuyanlar bilir- yazarın düşünce yazılarının bir araya getirildiği bir eser. “Cins şair”, güzel Türkçesini, bu defa şiir yerine meslektaşlarını eleştirmek için kullanmış. Öyle ki aklıma takılan soru şuydu: Şimdilerde eleştirilebilecek şair var mı? Ya da eleştirileri keyifle takip edecek bir kitle ?

“Bizler varız ya, daha ne olsun!” diyen bir topluluğun sesini duyar gibi oluyorum; ancak 60’larda ve 70’lerde çıkan sesle bugünkünü karşılaştırabilseydik, bugünkü bir hayli kısık kalırdı gibi geliyor bana. Öncelikle ilk sorumuza kafa yoralım.

Eleştirilebilecek şair var mı meselesi:

Hepinizin bildiği gibi Batılılaşma sürecinde, Türk şiiri müthiş bir değişim yaşadı. Tanzimat’tan bu yana olanları, ilgilenenler çok iyi biliyor zaten. Yakın geçmişin büyük şairlerini, dememe gerek yok sanırım. Akımlar yaratan, süreçleri değiştirme yetisine sahip olan şairlerdi birçoğu. Mesela üç arkadaş bir araya gelerek şiir geleneğini sarsan bir hareket geliştirebildi. Garip’ten bahsediyorum. Öncesinde Nazım’ın biçime ve söyleyişe getirdiği yepyeni soluk da öyle. Yine Necip Fazıl’ın aslında eskiyi çağrıştıran; ama asla eski olmayan mistizmi. Sonrasında tek başına “Mavi” ışığını yaymaya çalışan Attila İlhan… Cemal Süreya, Edip Cansever, Sezai Karakoç, Fazıl Hüsnü, Behçet Necatigil ve daha sayamadığım birçok önemli isim, şiirimizin dolayısıyla dilimizin temellerini güçlendirdiler. Ancak özellikle 90’lardan itibaren bir sessizlik var gibi. Şiir, bir bekleyişte sanki, İkinci Yeni’nin kötü bir taklidi var gibi sadece elimizde.Post-modernist, içine kapanık, büyük şair yetiştiremeyen bir şiir… Kimsenin, kimsenin dediğinden bir şey anlamadığı…

Oysa çok değil, yarım yüzyıl önce şairler tek başlarına damga vurabilmiş edebiyata. Acaba böyle isimler var mı artık şiir dünyasında? Kaç kişi sayabiliriz? Elle tutulabilir hangi akımdan bahsedebiliriz şu yıllarda? Şundan bahsediyorum: Halkın da ilgisini çekebilmiş “Evet, budur!” dedirten kaç şiir var şimdi kitaplarda ? Son dönemde aklımıza bir çırpıda pek fazla isim ve şiir gelemiyor.
Bunun sebebi dönemsel şartlar kuşkusuz. Onca imkansızlığa rağmen edebi ürünlerin rağbet gördüğü yıllar, şair için de güzel bir ortam yaratıyor olmalıydı. Şimdiyse mükemmel bir iletişim ağına sahip olmamıza rağmen müthiş bir iletişimsizlik yaşıyoruz. Büyük bir kargaşa var, büyük bir üşengeçliği de beraberinde getirdi bu iletişim çılgınlığı. Dolayısıyla yazınsal ürünlere talep azaldı. Böylece sivrilme potansiyeli olan genç şairler de bu hastalıklı yapı içinde kaybolup gittiler. Demem o ki, bir Garip hareketinin ya da bilinçli bir İkinci Yeni’nin oluşabileceğine şu süreç içerisinde inanmıyorum. Buna benzer hareketler geliştirebilecek sanatçıların yakın zamanda çıkabileceğine de inanmıyorum belirteyim. Yazınsal türler için ve tabii ki onların üretenleri “sanatçı” için çok zor bir dönem yaşıyoruz.

Gelelim ikinci soruya:
Şiir ve şairle ilgilenen bir topluluk var mı?

“Kesinlikle yoktur” demek mübalağa olur. Tabii ki belli bir zümrenin hala şiiri ve şairi takip ettiğini söyleyebiliriz ancak bana kalırsa büyük şairler yetiştirebilecek ortamı sağlayabilecek bir güruhtan söz edemiyoruz. Sanırım asıl sorun da bu. Yukarıda saydığım sanatçılar kendilerini idol kabul eden, eserlerini başucu kitabı yapan okurları olmasaydı büyük şair olabilecekler miydi? Elbette büyük şairliklerinden bir şey kaybetmeyeceklerdi; ancak bugünkü yerlerinde de olamayacaklardı. O günlerde, özellikle yüksek öğrenim alan öğrenci topluluklarının daha bilinçli ve sanatla ilgili oluşu, ideolojik davalarını bile edebileştirebilmeleri, düşüncelerini bir şiire, bir şaire ,bir edebi esere yaslayabilmeleri üretim ortamının oluşmasını sağladı diyebiliriz.

Edebiyat fakültesinde, edebiyat eğitimi almış bir öğretmen olarak kendisine bir şair, bir şiir bile seçememiş onlarca arkadaşımın olduğunu hatırladıkça şiirin, şairin ve en önemlisi okurun geleceği için kaygı duymuyor değilim.