
kimi sevsem sensin / hayret
YENİ YAŞ NAZİRESİ
“Hayal meyal şeylerden ilk aşkımız;
Hatırası bile yabancı gelir
Hayata beraber başladığımız
Dostlarla da yollar ayrıldı bir bir;
Gittikçe artıyor yalnızlığımız”
Cahit Sıtkı Tarancı
Sanma hüzünle uzlaşmışım
Acı tatlı yaşananlardan
Bir adım daha uzaklaşmışım
Son diye koyduğum noktalarda
Yaşımla sarmaş dolaşmışım.
Her yaş onlara daha bir benziyorum
Şu disiplini başucu kitabı yapanlara
Aynı öğüdü vermekten beziyorum
Aynı şeyleri yapan çocuklara
Eski fotoğraflarımmış gibi bakıyorum.
Yirmi üç Aralık bin dokuz yüz seksen iki
Belirsizliğe çığlık attığım günde
Aşkları görseydim zulümleri belki
Gelmezdim değil ama durmazdım önde
Beklemezdim zalimleri
O kadar hızlı geçmiş ki günler
Daha dün gibi kadeh kaldırışım bahara
Bu en sevilen filmi izlemeye benzer
Bir çırpıda okunan romana
O kadar hızlı geçmiş ki günler
Bugün az daha yakınlaştım ebediyete
Dudaklarımda ne bir heyecan ne bir haz
Fazla sürmez diye girdim bu diyete
Acılar az olsundu derdim, kırgınlıklar az
Yıllar bakmıyor işte niyete.
Murat Gil
Tek başına kaldığım gecede
Sen olmalısın yanımda
Kör karanlıkta
Büyük gözlerin
Almalı beni içine
***
Yağmur yağmalı
Deli gibi vurmalı damlara
Biz dolaşmalıyız
Herkes bi yerlere sığınmak isterken
Sadece ıslak sokaklarda
Ve Şahit olmalı yaşadıklarımıza
Yağan gökten her bir damla
***
Sel olup akmalı içimizdeki nefret
Akıp gitmeli günahlarımız
Ve şahit olmalı
Yağan gökten her bir damla
Aşkımızın masumiyetine
26.10.09
Ekim 09
Mert YÜKSEL
Post-GARİP monologlar
Biliyorum.
Gurur , repliklerim
Ya küçücük bir kutuya
İki kişiyi
Sığdırma hayallerim ?
II
Hiç konuşmadık biz
Göz göze gelmedik de aslında
Zamanına göre saçmalıkları, zamansız bir de kaçamakları
Saymazsak benden.
Ve resmen el ele tutuşmuşluğumuz da yok
Kısa tarihimizde,
Ne de ben adına
Bir çift söz duymuşluğum,
Dudaklarından.
Küçücük bir kalp
Bendekine nazaran
Fetholunamamıştır...
Dimağım bölünmüştür
Seviyor sevmiyor diye
Şimdi fetret hükmünü sürmektedir
Gözlerim, ellerime değin sana bağlı
Köhne bir derebeylik
Yağmalanmayı beklemektedir ...
IV
O sen
Sen olmayacak mısralarda
Aralarında prensiplerinden bir kesme
Hiç birlikte kullanılmayacak
Şimdiki zaman
Ve
Sevmek fiili
Murat Gil
Hep günümüz şairlerine değinecek değiliz ya. Türk edebiyatının belki de sese, müzikaliteye en çok kafa yormuş şairinin en sevdiğim şiirini sizlerle paylaşmak istedim. "O BELDE". Haşim'in uçsuz bucaksız hayal dünyasını, anne özlemiyle geçen çocukluğunu, yine insanlardan kaçışına neden olan iç dünyasını yansıtıyor bu muhteşem yapıt. Tabii keyif almak için orijinal halini okumak gerekiyor. O kadar güzel dizmiş ki sözcükleri. Okurken bir tek sese takılmıyorsunuz. Sadeleştirilmiş halini okuduğunuzda şiirin manada da müzikalitesinden hiç de aşağıda olmadığını anlıyorsunuz.
O BELDE
Denizlerden
Esen bu ince hava saçlarınla eğlensin.
Bilsen
Melal-i hasret ü gurbetle ufk-ı şama bakan
Bu gözlerinle, bu hüznünle sen ne dilbersin!
Ne sen,
Ne ben,
Ne de hüsnünde toplanan bu mesa,
Ne de alam-ı fikre bir mersa
Olan bu mai deniz,
Melali anlamayan nesle aşina değiliz.
Sana yalnız bir ince taze kadın
Bana yalnızca eski bir budala
Diyen bugünkü beşer,
Bu sefil iştiha, bu kirli nazar,
Bulamaz sende, bende bir ma'na,
Ne bu akşamda bir gam-ı nermin
Ne de durgun denizde bir muğber
Lerze-i istitar ü istiğna
Sen ve ben
Ve deniz
Ve bu akşamki lerzesiz, sessiz
Topluyor bu-yi ruhunu guya.
Uzak
Ve mai gölgeli bir beldeden cüda kalarak
Bu nefy ü hicre müebbed bu yerde mahkumuz...
O belde?
Durur menatık-ı duşize-yi tahayyülde;
Mai bir akşam
Eder üstünde daima aram;
Eteklerinde deniz
Döker ervaha bir sükun-ı menam.
Kadınlar orda güzel, ince, saf, leylidir,
Hepsinin gözlerinde hüznün var
Hepsi hemşiredir veyahud yar;
Dilde tenvim-i ıstırabı bilir
Dudaklarındaki giryende buseler, yahud,
O gözlerindeki nili sükut-ı istifham
Onların ruhu, şam-ı muğberden
Mütekasif menekşelerdir ki
Mütemadi sükun u samtı arar.
Şu'le-i bi-ziya-yı hüzn-i kamer
Mülteci sanki sade ellerine
O kadar natüvan ki, ah, onlar,
Onların hüzn-i lal ü müştereki,
Sonra dalgın mesa, o hasta deniz
Hepsi benzer o yerde birbirine...
O belde
Hangi bir kıt'a-i muhayyelde?
Hangi bir nehr-i dur ile mahdud?
Bir yalan yer midir veya mevcud
Fakat bulunmayacak bir melaz-ı hulya mı?
Bilmem... Yalnız
Bildiğim, sen ve ben ve mai deniz
Ve bu akşam ki eyliyor tehziz
Bende evtar-ı hüzn ü ilhamı
Uzak
Ve mai gölgeli bir beldeden cüda kalarak
Bu nefy ü hicre müebbed bu yerde mahkumuz..
Ahmet HAŞİM
O BELDE ( SADELEŞMİŞ HALİ)
denizlerden
esen bu ince hava saçlarınla eğlensin
bilsen
hasret ve gurbet melâliyle*akşam ufkuna bakan
bu gözlerinle, bu hüznünle sen ne dilbersin!
ne sen,
ne ben,
ne de güzelliğinde toplanan bu akşam,
ne de fikrin elemlerine liman,
olan bu mavi deniz
melâli anlamayan nesle aşina değiliz.
sana yalnız bir ince taze kadın
bana yalnızca eski bir budala
diyen bugünkü insanlık
bu sefil şehvet, bu kirli bakış,
bulamaz sende bende bir anlam,
ne bu akşamda ince bir hüzün
ne de durgun denizde bir kırgın
gizlenme ve umursamazlık titreyişi.
sen ve ben
ve deniz
ve bu akşam ki titreşimsiz, sessiz
topluyor ruhunun kokusunu sanki,
uzak
ve mavi gölgeli bir beldeden ayrı kalarak
bu sürgün ve hasrete ebediyen bu yerde mahkûmuz.
o belde?
durur bakir hayal bölgelerinde;
mavi bir akşam
dinlenir daima üstünde;
eteklerinde deniz
döker ruhlara bir uyku sükûnu.
kadınlar orda güzel, ince, saf, geceye dairdir,
hepsinin gözlerinde hüznün var
hepsi kız kardeştir, veyahut yar;
gönüldeki ıstırabı dindirmeyi bilir
dudaklarındaki ağlamaklı öpücükler, yahut,
o gözlerindeki gök rengi meraklı sessizlik.
onların ruhu küskün akşamdan
yoğunlaşmış menekşelerdir ki
durmaksızın sükûn ve sessizliği arar;
ayın hüznünün ışıksız parıltısı
sığıntı sanki sade ellerine.
o kadar zayıf düşmüş ki, ah, onlar,
onların dilsiz ve ortak hüzünleri,
sonra dalgın akşam, o hasta deniz
hepsi benzer o yerde birbirine...
o belde
hangi bir hayalî kıtada?
hangi bir uzak nehirle çizilmiş sınırları?
bir yalan yer midir, veya mevcut,
fakat bulunmayacak bir hülya sığınağı mı?
bilmem... yalnız
bildiğim sen ve ben ve mavi deniz
ve bu akşam ki titretiyor
bende hüzün ve ilham tellerini,
uzak
ve mavi gölgeli bir beldeden ayrı kalarak
bu sürgün ve hasrete ebediyen bu yerde mahkûmuz.
BUGÜN 24 KASIM. BUGÜN: BÜYÜK ÖNDER MUSTAFA KEMAL ATATÜRK’ÜN MİLLET MEKTEPLERİ BAŞÖĞRETMENLİĞİNİ KABUL ETTİĞİ VE BAŞÖĞRETMEN UNVANINI ALDIĞI GÜNDÜR.
BU ÖNEMLİ GÜNÜ BEN VE ÖĞRETMEN ADAYI ARKADAŞLARIM İLK KEZ BİR ÖĞRETMEN OLARAK KUTLAYACAĞIZ.
BÜYÜK DÜŞÜNÜR EFLATUN “TANRI, KENDİNE BİR MESLEK SEÇMEK İSTESEYDİ MUTLAKA ‘ÖĞRETMEN’ OLURDU.” DİYOR. EVET, ŞÜPHE YOK Kİ “ÖĞRETMENLİK” YANİ İNSANLARA BİR ŞEYLER ÖĞRETEBİLME VE SABIR GÖSTEREBİLME SANATI BU DÜNYADAKİ EN KUTSAL UĞRAŞLARDAN BİRİDİR.
ÖĞRETMENLER GÜNÜ DENİNCE AKLIMA İLKOKUL ÖĞRETMENİM GELİYOR. BÜYÜK BİR HEYECANLA ONA TOPLADIĞIMIZ KIR ÇİÇEKLERİNİ DÜŞÜNÜYORUM. SIRAYA GEÇİMİŞİZİ, HEDİYELERİMİZİ MASASINA SEVİNÇLE BIRAKIŞIMIZI TEBESSÜMLE ANIYORUM. GÜLÜMSEYİŞİ, MUTLU OLUŞU HİÇ ÇIKMIYOR AKLIMDAN. “KISITLI İMKALAR İÇİNDE NE BÜYÜK BİR ÖZENLE YETİŞTİRMİŞ BİZLERİ.” DİYEREK İÇ ÇEKİYORUM.
BUGÜN, ÖĞRETMENİMİN İÇİNDE KOPAN FIRTINALARI ÇOK DAHA İYİ ANLIYORUM. YANLIŞ BİR ŞEY YAPTIĞIMIZDA ÇATILAN KAŞLARINI, HER NE OLURSA OLSUN BİZLERE TOZ KONDURMAYIŞINI, BİR ANNE BİR BABA MİSALİ KANATLARI ALTINDA BİZLERE BİR YER ARAYIŞINI, ÇOK AMA ÇOK İYİ ANLIYORUM.
SON OLARAK BÜTÜN ÖĞRETMENLER ADINA BAŞTA BAŞÖĞRETMEN MUSTAFA KEMAL ATATÜRK OLMAK ÜZERE ONUN GİBİ ÖMÜRLERİNİ ÇAĞDAŞ, LAİK BİR TÜRKİYE UĞRUNDA FEDA EDEN BÜTÜN ÖĞRETMEN BÜYÜKLERİMİZE SESLENİYORUM:
“BİZLER YANİ BU YOLCULUĞUN İLK METRELERİNDE OLANLAR, TAŞIDIĞIMIZ YÜKÜN AĞIRLIĞINI OMUZLARIMIZDA HİSSEDİYORUZ. BIRAKTIĞINIZ YERDEN DEVRALDIĞIMIZ BU BAYRAĞI LAYIKIYLA TAŞIYACAĞIMIZDAN ŞÜPHENİZ OLMASIN. GELECEĞE UMUTLA BAKAN, KENDİ DEĞERLERİNİ ASLA UNUTMAYAN, ÇAĞDAŞ, LAİK, ATATÜRKÇÜ BİR GENÇLİK YETİŞTİRECEĞİMİZE SÖZ VERİYORUZ!