
kasıp kavuran bir yaz ayrılığımız.
Sen bir damla,
bense burunlarda tüten toprak kokusu
Hakan Karabulut

Gayrı anlatılmaz bu savaş bence
Dağ taş konuşmuştu kendi dilince
Hücum diye bir ses duydum ilk önce
Sonra Allah Allah dedi Mehmedim
Ne ana ne sıla ne yar hayali
Bir gör Mehmet'teki kükremiş hali
Kırpmadı gözünü yağmur misali
Mermi yedi havan yedi Mehmedim
Can askerim
Bu öyle bir iman öyle ihlas ki
Secde eder cümle canlı ve bitki
Bir temmuz akşamı Allah şahit ki
Şaha kalkmış vatan idi mehmedim
Bu akşam yıldızlar sararmış gibi
Tepeler titreşir hava kış gibi
Bir dağın sırtında dağ varmış gibi
Omuzlamış bir Mehmedi Mehmedim
Can askerim
Şehitlerimizin ruhu şad olsun
Tanımadığım bir silüet oldu
zaten o hep sevdiğini söyleyen değil midir asıl can yakan? O değil midir kurulu oyunun belki de son perdesine kendince dolaçlamalar yazan? Sevmek gibi yüce bir duygunun arkasına saklanan.. Olsa olsa bu da, koca bir yalan!

Bir “nokta”dan sonra yine sana başlıyorsam eğer
Bir çift göze dalıyorsam
ellerimi hapsedip saçlarında dolaştırıyorsan
ve zamanın gerisinden
kuş dilinde sorular soruyorsan
ve ben hep bildiğimi okuyorsam yazıp çizdiğimden
hüküm giymişimdir adressizliğinden
sorarım sana ey karaya çalan!
Bir kalemin seyri dersin
nereye kadar?
Söze dökülmesi midir adresin,
Gözlerinden başlayan serüvenin
saçlarında bitmesi midir?
Hakan Karabulut



evet dediğin
toprağın özlemiymiş biraz
biraz da,
bir uçtan diğer uca beyaza çalan
hasat vakti gelmiş pamuk tarlasının
toprağa direnişiymiş