
Bravo Levent Semerci'ye. Dün gece izlediğim Nefes adlı filmi en çok etkilendiğim Türk filmleri sıralamasında ilk üçün içine yerleştirdim-diğerleri Eşkıya ve Hıçkırık-
ak bir yaban güvercini
gibiydin aşk
vişnelere
bulaştın kirlendi beyazın.
takılamayan
telli duvak
verilemeyen mendil
düşlerde
kaldın.
al üstüne mor giymiş
körkuyularda
körkuyularda
sevdadan delirmiş.
ah yüzüne bütün kapılar
kapanmış senin
ıtır
ve yasemin kokulu günah.
çıkılamayan yıldız
gidilemeyen iklim
kimbilir hangi limanda
hangi gemiye
yüklenmiş.
al üstüne mor giymiş
körkuyularda
körkuyularda
sevdadan delirmiş.
düşlerde
kaldın.
12 Mart döneminden sonra politik nedenlerle ara vermek zorunda kaldığı tıp öğrenimi sırasında çeşitli işlerde çalıştı. Mezun olduktan sonra İzmit'e atandı. Ankara'da psikiyatri ihtisası yaptı. SSK Yenişehir Dispanseri'nde doktor olarak çalışmaktaydı.
2 Temmuz 1993 tarihinde Sivas'ta Madımak Oteli'nde yakılarak öldürülen 35 kişiyle birlikte can verdi. Ölümünden sonra Türk Tabipleri Birliği tarafından adına şiir ödülü verilmeye başlandı.
Evet okuduğunuz gibi Sivas katliyamında can veren sanatçılardan biri Behçet Aysan. O katliyamda yitip giden birçok sanatçı gibi yarattığı boşluk doldurulamayacak bir şair.En beğendiğim birkaç şiirini yazıyorum buraya, size kalan Düello adlı şiir kitabını alıp şairin bütün şiirlerini keyifle okumak
BİR EFLATUN AŞK
Benim o hep fırtınalarla boğuşan ruhum
Yorulmuyor yaşamaktan.
Midyat’lı bir gümüş ustasıdır, süryani
Ve yüzündeki çıban gibi
Yüreğinde yaralar
Taşımaktan.
Yorulmuyor yorulmuyor
Ağır işçi
Kedere ve aşka çalışmaktan
Kiminde peçeli bir gülüş çağırıyor
Kiminde kovuluyor kapılardan.
2.
bak sabah yaklaşıyor birazdan ufuk
moraracak
sevgilim çıplak sokaklarında
ayak seslerim dolaşsın
yasak
ırmaklarında yıkanayım
avuçlarına karlı öpüşler
bırakayım
rüzgar
unutulmuş
bir dağ çeşmesine
götürsün bizi.
Zamanın saatleri unuttuğu
Şavkıyan bir dağ çeşmesine.
3.
ey eflatun aşk
bana eflatun yağmurlar
yağdırabilir misin
getirebilir misin geçen günleri geri
tutup yıldızları yanıma oturtabilir misin
sana neyi anlatayım
her sarnıç küflü bir yağmuru
her sevda bir ayrılığı yaşar.
UNUTULMAYAN
durmadan taşırdım yanımda üç şeyi
iri çakıl tanelerini, çatlamış bir narı
bir öpüşün bıraktığı harlı lekeyi
ipekten
çalınmış
umutlarla taşırdım
ah sevgilim derdim, ölüm
ne kadar çoktu yaşadığımızda.
bize hep beyaz mendil
sallayan
ölüm ki,
iki kapısında
haki bir yalnızlık
dikilirdi
ve hatırlatırdı
bize, güz kuşlarının
uçup gittiği denizleri.
bense, yulaf kokan
dağlı ellerinde
dolaşmak gibi kolaydır
sanırdım yaşamak ve sana kansız
bir gökyüzü
getirirdim
getirebilsem ah,
- avlusunda çocukların
korkmadan oynadığı -
lalelerle
donanmış simli bir gökyüzü.
bir öpüşün bıraktığı harlı lekeyi
çatlamış bir narı, unutmadım.
PARA
"Nuray!" diyordu adam
Şu güne şu gün
İstedim mi senden para?
Ya da bir paket sigara
Aradım mı?
Adam avazı çıktığı kadar
Bağırıp çağırıyordu
Kadında yalanın biri bin para
"Nuray seni ortada bıraktım mı?"
Kadın ağlayıp duruyordu
İşi gücü inkar
Kadın para para diye paralandı
Bir kapı açıldı ardından
Adı para babası olan bir adam
Kapıdan baktı
Adam para babası kadar
Edemezdi Nuray’ı bahtiyar
Edemedi de zavallı.
Murat Gil
masa
O masa şimdi uzak, alabildiğine uzak
Yolumda zikzaklar çiziyorum
Nasıl çıktığımı bilmiyorlar yukarı
Gözlerim ıslak yüreğim ıslak
Merdivenler şimdi önümde tırmanıyor
Uzanıyorum tek başıma ve o basamak
Nasıl oluyor da bayan “İyi değilim.” diyor
Sonradan düşününce seviniyorum
Usul usul ve yavaşça
Oturuyor işte yapbozun taşları
O gün bu gündür geldi çattı bak
Ben hala ahlarımı
Göğe yükselen bir meleğe benzetiyorum!
Şu gün yani ben
Burada ne arıyorum?
Neye yarar fellik fellik beni sormak?
Nasıl çıktığımı bilmiyorlar yukarı
Gözlerim ıslak yüreğim ıslak.
Kendimi bir kefene
Bir kefene
Çöldekini koyuyorum.
Bu sen olamazsın diyorum Leyla!
Bodur bir ağacın altında dişlerimi sıkıyorum
Sonrası kefene kalıyor gönlümü sarmak,
Ben hala inanmak istemeyen bir adamım
Dehşete düşmüş bir göç kuşu gibi
Yalvarıyorum arkasından uçmak
Kanat çırpmak devreye giriyor sonra
İmkansız hale geliyor
Zihnimdeki masayı yakmak…
Başımı sokuyorum bir damın altına
Bu sen olamazsın diyorum Leyla!
Kendime baktıkça burkuluyorum
Üzülme kıyamam diyenleri bana
Hasta ziyaretçilerine benzetiyorum…
O adam şimdi uzak alabildiğine uzak
Ruhum nazik çöldekine nazaran
Nasıl çıktığımı bilmiyorlar yukarı
Gözlerim ıslak yüreğim ıslak!
Murat Gil
POST-MODERNİST
Canan ki Degüstasyon’a gelmez
Balıkpazarı’na hiç gelmez
(Orhan Veli)
Gittim konuştum o kızla
Eğnimde post-modernist sandığım bir acı
Boynumdaki yağlı ipi henüz bağlamadım.
Tevekkeli, çay alıyordu, gelirim, dedi
Oysa hatırladım Degüstasyon’da bulamadığını
Balıkpazarına da uğramıyordu Orhan’dan beri
Vardım , bakındım sağa sola
Post-modernist bir sevgiye muhtaçtım
İki melankoli kattım çayıma.
Bungunluk ve hararet,
Çöpleştim, keyfim kaçtı
Sonraki vakti yakın mıydı aşkın
Ve mutluluğun saati kaçtı ?
Murat Gil
Belki bir peygamber edasıyla, kurgusal açlığın pençesinde, Varoluştan ya da içgüdesel yönelimlerin belirlediği birbirinden farklı mutlaklık arayışlarının hüküm sürdüğü zamanlardan bu yana, bir mükafatandırıcı yaratma çabası içinde olan insanoğlu hiçliğin hüküm sürdüğü bir mekanın hayali ile yaşadı.
Hakan Karabulut